Ana SayfaEdebiyatTeslimiyetten Temsiliyete: Kendi Gölgesinde...

Teslimiyetten Temsiliyete: Kendi Gölgesinde Romanı ve Aylin Bendis ile Soru-Cevap

Yazar ile tanışmamız ilk kitabı olan ve derinden etkileyen Belki Bir Gün Anlatırım ile olmuştu. Toplumsal gerçeklikten kopmadan, hayatın ve yaşanılan acıların tam merkezinde yolculuklara çıkmaktan hiç çekinmeyen Aylin Bendis; bu kitabında da yapılmayanı yaparak bize hiç görmediğimiz bir perde arkasını aralıyor tarihten…

Aylin Bendis’in “Kendi Gölgesinde” adlı eseri, okuru içsel bir yolculuğa çıkaran etkileyici bir roman. Bendis’in karakter derinliği ve diliyle öne çıkan bu eseri, zihinleri saran bir sisin ardındaki gerçekleri aralamak için okuru cesaretlendiriyor.

Cumhuriyet’in gencecik yılları; kendini yeniden ‘var’ eden bir Hâkime Hanım’ın ‘Teslimiyet’ten ‘Temsiliyet’e uzanan olağanüstü hikâyesi. Bu uğurda hiç yürünmemiş yollardan geçilecek, açılmamış kapılar aralanacak; her şey konuşacak, bir tek aşk susacak.

“Kendi Gölgesinde” sizi geçmişin sokaklarında gezdirirken, insan zihninin tasarladığı zaman kavramını da tekrar sorgulatıyor:

Kitap, ana karakterin adım adım kendi iç dünyasını keşfetme sürecine odaklanıyor. Kendi hikayesini kendi elleri ile yazan bir Cumhuriyet Kadınının öyküsünü tüm gerçeklikleri ile dönemin koşullarını ve bakış açısını vurgulayarak ele alırken; karakterin yaşadığı zorluklar ve içsel çatışmalar, onun kendi kimliğine dair derin bir anlayışa ulaşmasını sağlıyor. Bendis, karakterin iç dünyasını çarpıcı bir şekilde işlerken, okuyucuyu da bu yolculuğa ortak ediyor. Karakterin geçmişle yüzleşmesi ve kendini kabul etmesi süreci, okuyucunun da kendi hayatına dair düşüncelerini sorgulamasına yol açıyor.

Kadının adı yok denen zamanlardan bugünlere uzanan kadın hakları mücadelesinde bu denli yol almamızın yegâne kaynağı zamanında bedeller ödeyen güçlü kadınlardır şüphesiz. Aliye hanım da romanda kendi kaderine razı olmayıp benzeri olmayan savaşları veriyor tüm gücü ve asaletiyle.

Yoğun bir bilgi deposu olan kitapta anılan dönemin yasaları, mekânsal ve dönemsel öğeleri teker teker araştırılarak özenle ele alınmış. Gerçek bir hikâyeden alınan bu eserde kendinizden bir şeyler yakalamanız, güç almanız ve geçmişe dair keyifli bir yolculuk yapmanız mümkün.

“Kendi Gölgesinde”, insanın iç dünyasına dair derinlemesine bir keşif sunan etkileyici bir eser. Aylin Bendis’in ustalıklı kalemiyle yazılan bu roman, okuru duygusal bir yolculuğa çıkarırken, aynı zamanda içsel bir dönüşümün kapılarını aralıyor. Yer yer Aliye hanıma hak veriyor yer yer de keşkelerinin yanında bir sırdaş gibi onu dinlerken buluyorsunuz kendinizi.

İnsanların ve dayanışmanın en kıymetli zamanlarından ilham kaynağı bir öğretmen, her daim desteğini hissettiren bir anneanne ile hayata sıkıca tutunan Aliye, kendisine yakışanı; toplumun ona reva gördüğü hayatı yaşamak yerine yaşamak istediği hayatı kendine öyle yakıştırıyor ki… Dönemi anlamak, derinlemesine bir kadın mücadelesini hissetmek için benzersiz bir kaynak teşkil eden kitaba şans verilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Peki yazar bu romanda nelerden beslendi, neler onun kılavuzu oldu. Bizleri kırmayıp zaman ayıran Aylin Bendis ile romanı hakkında konuştuk. Kendisi romanın yaşanmış bir hikâyeden ilham alınarak kurgulandığını, derin araştırmalar sonucunda yoğun bir emeğin meyvesi olarak ortaya çıktığını dile getirdi. Kitaptaki bahsi geçen mekanların dahi gerçek yerler olması bizi oldukça etkiledi. Önemli isimler ile araştırmalar yaparak ne denli kıymet verilen bir eser olduğunu da gözler önüne seriyor… Merak edilenleri soralım öyleyse;

  • Kitabınız geçmişe dayalı bir kurguyu ele alıyor. Bu oldukça araştırma isteyen bir husus. Peki kitabın yazım sürecinde hangi kaynaklarla ilerlediniz, bilgi akışı sağlamak zor oldu mu?

Aslında bir dönem romanı yazmak demek, bir bakıma oldukça dar ve kıt bilgilerin etrafında dönüp dolaşmak gibi bir şey demek. O dar alandan sıyrılabilmek için özellikle Medeni Kanun ve Soyadı Kanunu’nun kabul edildiği tarihlerin Resmî Gazete arşivlerini kitap okur gibi sayfa sayfa okudum. Bu benim için çok enteresan bir tecrübe oldu ve şunu fark ettim; pek önemsemediğimiz o gazeteler aslında o dönemin bir nevi parmak izi gibiydi. Bilhassa bu kapsamda görülen davalar ve ilam kararları o günleri sosyolojik açıdan daha bir detaylı görmemi, devrimlerin getirdiği yenilikleri bireyler ve devlet arasındaki temaslar üzerinden okumamı sağladı. Özellikle adliyelerin bir toplumun ve tarihinin aynası olduğunu gördüm. Oralarda bulduğum ipuçları ile yola çıkıp, (biraz da deneme yanılma yolu ile) kendime özgü bir araştırma yolu tasarladım. Bu yüzden olay örgüsü ile tarihi olayların, hatta mekanların, o zamanın ve dönem ruhunun romana yansıması çok boyutlu bir süreçte gerçekleşti. Birçok hatırat, artık baskısı olmayan Cumhuriyet Dönemi’nde yazılmış, basılmış ya da basılmamış tefrika edilmiş romanlar, tarihi makaleler ışığında ilerledim. O dönemi görmüş, yaşamış insanlarla yaptığım röportajlar yani sözlü tarih de romanı çok zenginleştirdi. Özellikle mekanlar konusunda, ısrarla peşine düştüğüm halde hiçbir şey bulamadığım anlarda imdadıma yetişti diyebilirim. Çok katmanlı, uzun bir araştırma süreciydi ve elimdeki bilgilerle tam anlamı ile o döneme, o dönemin insanlarına aynalama yapabileceğime emin olduğumda ‘tamam’ diyebildim

  • Aliye gerçekten tüm kadınlara ilham olacak bir karakter. Siz onun en çok hangi yönüne hayranlık duydunuz yazarken?

Bana göre Aliye Hanım tam anlamı ile devrimci, aktivist bir kadın. Kendini yeni baştan var edebilmek ve daha çocuk yaşta bir takım keskin kavramları, inançları sorgulamaya başlaması, bunu tam da ülkenin bir kimlik edinme telaşındayken düşünsel olarak reddetmesi, sonrasında o düşüncelerini eyleme geçirebilmesi, üstelik bunu geleneğin, kanunların ve yasaların önüne geçmeye cesaret ederek başarabilmesine, bu duruşuna hayran oldum. 1940’lardan bahsediyoruz. Çocukluğu 1930’lar. Bir kadın olarak ben onun bu vizyoner bakışına ve cesaretine imrendiğim kadar onu tam anlamı ile çocukluğundan başlayarak her döneminde anlayıp, çözmeye de çalıştım. Kitap bu yüzden bu kadar derin ve detaylı bir hale dönüştü. Çok büyük bir merakla onu ve o dönemi tam anlamı ile, ama bir bütün olarak ele almamı sağlayan, tabiri caizse dönemin kılcal damarlarına kadar girmeme bu hayranlığım, merakım sebep oldu.

  • Ruhi öğretmen gibi bir öğretmen figürü herkesin hayatında yer alacak biri değil. Bazen gerçekten doğru zamanda doğru kişilerle yolumuzun kesişmesi gerekli. Gerçekten esinlenilen bu kurguda acaba gerçekten böylesine güçlü bir bağ var mıydı?

Eğer günümüz adına konuşacak olursak evet, haklısınız. Fakat bu hikâye yaşandığı dönemden ötürü baştan sona gerek karakterler gerek olaylar ile maalesef nadir rastladığımız, neredeyse unuttuğumuz kavramların temsili gibi. ‘Cumhuriyet Dönemi Ruhu’ denen, ortak yani toplumsal bir misyon ile yaşanmış hayatların bir araya geldiği bir hikâye. Özellikle aydın kesimin; doktorundan hukukçusuna, öğretmeninden memuruna hepsinin dört elle sarıldığı, ‘toplum kalkınırsa birey de kalkınır’ düşüncesini, inancını bunu her bir karakter ve Ruhi Öğretmen üzerinden okuyoruz. O dönemin insanları mesleki açıdan sadece üzerlerine düşen görevi yapmamışlar; ‘Cumhuriyet’e daha fazla nasıl bir faydam, katkım olabilir?’ sorusunu kendilerine ilke edinmişler. Bu yüzden son derecede idealistler. Ruhi Öğretmen ise o dönem öğretmenlerinin bir temsilidir. Bakın o dönemde devlet kız/erkek ayrımı yapmadan en ücra yerlerdeki başarılı çocuklara bile sahip çıkmış. Herkes kendi mesleğini devletin bu ruhuna inançla icra etmiş. Öğretmenler atandıkları köylerde, kasabalarda sadece öğretmenlik yapmamışlar. Aynı zamanda hem vatandaşa hem de yetişecek yeni nesille, çocuklara rehberlik yapmışlar. Özellikle sahipsiz çocuklara el atan daha nice öğretmen hikayeleri okudum, dinledim. Aliye Hanım ile Ruhi Öğretmenin gerçekte bu kadar yakın olup olmadıklarını bilmiyorum. Sadece hayatını şekillendiren en önemli rehberinin o olduğunu biliyorum. Şöyle de bir şey var; bir romanı yazarken her şey tamamen sizin kontrolünüzde olmuyor. Her karakter sizin planladığınız gibi yürümüyor. Çoğu zaman ister istemez karakterlerin dayattığı bir yol oluyor ve siz o oradan, onun istediği yoldan devam etmek durumunda kalıyorsunuz. Burada bir parantez de açmak isterim; bu olağan dışı beliren yollar, kurgusal anlamda en gerçekçi ya da gerçeğe en yakın olanlardır. Burada yazarın kendi bildiğini okumaya kalkması, karakterine ihanet etmesi olur da diyebiliriz. Yazar olarak bunu zamanla, yazım tecrübeleriniz arttıkça öğreniyorsunuz. İşte Ruhi Öğretmen de onların romandaki yakınlıkları da böyle oluştu ve derinleşti.

  • Siz Aliye’nin bize tüm duygularını öyle güzel aktarmışsınız ki onun bir arkadaşı olduk okurken. Neden bu kadar sert duvarlar örmüş Aliye aşka karşı?

Duygusal baktığımda, çok sorguladım diyebilirim. Fakat bir yazar olarak, ‘neden’ sorusunun yanında her zaman, ‘nasıl’ sorusunu da sormak, cevaplara da tarafsız bir gözle bakmak durumundasınız. Burada en önemli sebep, gerçek çok büyük bir aşk yaşamış ve bana kalırsa o aşkı, duygularını bir nevi koruma altına almış. Herkese nasip olmayan o derin aşklar da bazen kavuşunca, bir çatının altına girince büyüsünü kaybedebiliyor. Bu noktada Aliye Hanımın çok geçerli bir korkusu, sebebi var ve bana göre aşkını kendisinden, aralarına giren olaylardan korumak istemiş aslında. Bu her kadının göze alabileceği bir duruş değil, fakat öyle bir aşkın kendisi de zaten herkesin yaşayıp, bir ömür yaşatabileceği bir şey değil. Aliye hanım burada bile bizi şaşırtıyor, yine bir fark atıyor. Evet bu sonu, bu kararı insanın kalbi kabul etmiyor, edemiyor. Bir bakıma Aliye Hanım da kendi kararını, daha o andan itibaren bir türlü kabul edememiş. Zamanında aldığı bu tavrını ve kararını bugün, şimdiki bakış açısı ile anlatırken o da kendini çok sorguluyor. Onun bu kendine olan serzenişleri, Aliye Hanım’ın okuruna (ve hatta yazarına da diyelim) vermek istediği bir derstir belki.

  • Kurgunun en dikkat çekici yanı bir sesin peşinden sürükleniyoruz. Bu anlatım türü yazma sürecine nasıl yansıdı, zorlandınız mı?

Aslında en zorlayıcı etkenlerden birisi de buydu diyebilirim. Aslında Aliye Hanım romanda kadınıyla erkeğiyle, 1940 Kuşağı Gençlerini temsil eden bir karakter. Bütün o devrimleri, yenilikleri bizzat görüp geçiren, Cumhuriyet’in büyüttüğü ilk kuşak gençlerinden. Üstelik sıradan birisi değil; zamanın dünyaca ünlü ordinaryüs profesörlerinden eğitim alan o seçkin hukukçulardan birisi. Doğrusu ben böyle bir karakterin aldığı eğitimi, girdiği davaları, kendine özgü mesleki bakış açısını yansıtmak istedim. Mesleği gereği toplumun ve bir birey olarak kendisinin görüp geçirdiği tecrübeleri de bir hukukçu bakış açısı, görüşü ile anlatmalıydı. Bu yüzden çok fazla dönem hukuku araştırmaları yaptım. Ders notları, doktrinler, dönemin hukuk dergileri vs. Çünkü dünü bugününün gözünden ele alan bir hâkime hanımdan bahsediyoruz. Bu beni çok farklı motive ettiği gibi, çok da yavaşlattı. Yeri geldi yazdığım her şeye çok acımasız davranmama da sebep oldu. Defalarca yapıp bozdum. Öte yandan bir hukukçu olabilir, ama sonuçta bir kadın. Günahıyla sevabıyla kendini ve hikayesini bugünkü, kendi bakış açısı ile anlatan bir kadın. Aslında böyle bir anlatımı tercih ettiğimde, yani onun sesinin peşine düşmeye, hikâyeyi böyle ele almaya karar verdiğim andan itibaren, defalarca yapıp bozacağımı da zaten biliyordum. Buna rağmen tüm o zorlukları göze aldım. Çünkü akılda kalıcı, en estetik formda anlatımın onun kendi gözlemi ve deneyimi ile anlatması olacaktı. Üslubu oturuncaya kadar defalarca, o kadar uğraştığım, ‘tamam çok iyi oldu’ dediğim sayfalara, dönüp bir hafta sonra baktığımda beğenmedim. Böyle sil baştan yazdıkça bir müddet sonra işler değişti; en sonunda kendine has konuşma tarzı, bakış açısı ile kendine has tatlı bir üslubu oluştu. Hatta zamanla yeri geldiğinde o dik, sert duruşuna rağmen, kendi içinde muzipliğe bürünen, fakat hiç renk vermeyen o yönü dahi sanki kendiliğinden gelişti. Bir yerden sonra artık öyle bir hale geldik ki, neye nasıl tepki vereceğini, o sert yol ayrımlarını, çalkantılarını kendi içinde nasıl yaşayacağını, hazmedeceğini ve bunları dışarıya nasıl yansıtacağını veya yansıtmayacağını çok iyi biliyordum. Zordu, pes etmek açısından riskliydi, ama tüm bunlara fazlasıyla değdi.

  • Bu denli yoğun bir emeğin ürünü olan bir kitap yazmak, geleceğe ve tarihe Aliye hanımın öyküsünü bırakmak nasıl bir his?

Tarihi bir süreç içerisinde yaşanmış bir hikâyeyi ve o zaman dilimini an be an anlatmak benim çok değerli bir tecrübe oldu. Edebi bir eser yaşadığı müddetçe, yani her okuyuşta tazelenen, bir bakıma yeniden doğan bir hayat gibidir. Dolayısı ile bu hikâye ile zaten yaşanmış bir hayatı, çok güçlü bir kadın üzerinden o dönem ruhunu ve o zaman dilimini tekrar tekrar yaşatmak ve ölümsüz kılabilmeyi hayal etmek, kalemi bu arzu ile oynatmak çok heyecan vericiydi. Bu his yazım sürecinde bir an olsun peşimi bırakmadı. Elbette bu hissiyatın sürekliliği ya da karşılığı okurunun katkısıyla gerçekleşebilir. Gelen yorumlara bakılırsa, okur da kitabı eline aldığı andan itibaren benzer bir heyecan yaşıyor. Okur ile beraber (tıpkı benim yazma sürecinde olduğu gibi onların okuma süreçlerinden bahsediyorum) hikâyenin yaşandığı, yazıldığı ve okunduğu zamanın dışında ortak, ‘evrensel bir zaman’ oluşturduğumuzu ve bunun her seferinde yeniden başlayacağını görmek, hissetmek, bu elbette her yazara olduğu/olacağı gibi bana da farklı, güçlü bir motivasyon kaynağı oluyor. Bir yandan, şu anda sadece varsayımlar ve hayaller çerçevesinde tanımlayabileceğimiz ‘gelecek’ kavramı üzerinden düşünürsek, yani o günden bugünlere bakacak olursak; Aliye Hanım ile beraber geçmişten geleceğe bağlanmak gibi bir his bu.

Nazlı Yaren Atabey
Nazlı Yaren Atabey
"...gövdemde sonsuzluğun dilsiz ayini. tanrı kirpiklerinden yürüyordu canıma" -Söylenti Dergi Genel Yayın Yönetmeni-

Yazarın Popüler Yazıları

Yazarın Son Yazıları

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

İlginizi Çekebilir

Anayurt Oteli’nin Zebercet’ine Psikolojik Bir Bakış

Toplumun ötekileştirdiği Zebercet, ayna görevi görerek dışlandığı toplumu tüm çıplaklığıyla bizlere yansıtıyor.

Masumiyet Müzesi Nasıl Yazıldı?

Orhan Pamuk'un yaşamından izler barındıran, aşkın derinliklerini anlatan Masumiyet Müzesi'nin yazım aşamalarını irdeledik.

Virginia Woolf Bir Kitap Karakteri Olsaydı Hangi Kitabın Karakteri Olurdu?

İngiliz edebiyatının hüzünlü kraliçesi, hem siyah hem beyaz yanları olan Virginia Woolf, bir kitap karakteri olsaydı hangi karakter olurdu?

Söylenti Kitaplığından: Özdemir Asaf’ça

Her hafta bir yeni kitabın sayfaları arasında yolculuğa çıkıp kaybolduğumuz Söylenti Kitaplığı serimizin bu haftaki kitabı; Özdemir Asaf'ça!

Son Yazılar

The Taste of the Things Film İncelemesi: İştah Açan Bir Film Analizi

The Taste of The Things filmini izleyen herkes emin olabilir ki, bu filmin kalbinize giden yolu midenizden geçecek!

Anayurt Oteli’nin Zebercet’ine Psikolojik Bir Bakış

Toplumun ötekileştirdiği Zebercet, ayna görevi görerek dışlandığı toplumu tüm çıplaklığıyla bizlere yansıtıyor.

Masumiyet Müzesi Nasıl Yazıldı?

Orhan Pamuk'un yaşamından izler barındıran, aşkın derinliklerini anlatan Masumiyet Müzesi'nin yazım aşamalarını irdeledik.

Dunning-Kruger Sendromu: Cahil Cesareti Nedir?

Dunning-Kruger Sendromu, bireylerin aşırı özgüven sahibi ve farkındalık düzeyinin zayıf olması nedeniyle bilgilerindeki eksikliği görememesidir. Bu yazıda Dunning-Kruger sendromuna yakından baktık.