Esiri olduğumuz şeylerden sonsuza dek kaçamayacağımızı düşünürüz. Çabalamak anlamsız gelir, pençesine düştüğüm kapıldığım en berbat şey hatta tek şeydi. 17 yaşındaydım. Yetiştirme yurdundan çıkma hayalleriyle geçiriyordum günleri. Okumak gibi bir düşüncem yoktu, ama hayallerim için paraya ihtiyacım vardı. Planlarım yoktu hayallerim vardı. Annesinin dizinde uyumayan bir kızın ancak hayalleri olurdu çünkü. Çalıştım ettim, ağlaya ağlaya kazandım kurtuluş sandığım ama sonum olan okulu. Sonra 18 oldum, çıktım yurttan. Okul çıkışı kütüphanede çalışıp paramı çıkardım, bi evim vardı artık temizlemekten huzur duyduğum çarşafları deterjan kokan bir yatak. Öyle hasrettim ki sıradan şeylere. Mutluydum. Sonunda kapımı mutluluk çaldı diyordum. Erken konuşmuşum.
Bahçede otururken onu gördüm, bana çaya şeker atmayı unutturacak kadar güzel gülüyordu. Oydu. Bu oydu. Bir insanın o insan olduğun gözlerinden anlarsın derdi yurttaki Nuriye Teyzem. Anlamıştım. 3 sene boyunca şekersiz içtim çayı, o hep öyle güldü. Sonrasında çayın da şekerin de tadını unuttum. Alışmıştım, zulmü bile güzel geliyordu. Okulu bırak dedi bıraktım, evden çıkma dedi çıkmadım, evlenmem dedi tamam dedim, öl dese yine tamam derdim. Aşk sandım, sonsuz sandım. Sonsuzmuş da adı aşk değilmiş. Otuzuma gelmiştim, o gelirdi kalırdı giderdi. Neyiydim bilmiyordum, kendimi gittikçe daha işe yaramaz hissediyordum. Gülüşü eskiyordu, içimi ısıtmıyordu artık canımı yakıyordu. O hep gidiyordu, ben hep gitme diyordum. Seneler geçti böyle. Ne arkadaşım vardı ne bir hayatım. Sahip olamadığım her şeydi. Anam, babam, kardeşim,evladım. Hayat ondan ibaret fikrini kafama sokan gülüşünden artık nefret ediyordum. Yazları gidiyordu, kışın geliyordu. Ben napıyordum ne için yaşıyordum bilmiyorum. Üstelik ölmüyordum.
Bir gün yine gitti, çok ağladım bu kez. Yüzümü avuçlarının arasına alıp bu son dedi. Bir daha gitmez sandım. Göz yaşlarımı silip çocuk gibi gülümsedim. Son dedim, inandım. Umut bu dünyadaki en tehlikeli duyguymuş. Acıyı arttırırmış, geç anladım. Biraz daha görmek için takip ettim onu, kötü bir niyetim yoktu, özlüyordum hepsi bu. Hayatımı karartan adamı hep özlüyordum. Peşinden gittim, otogara gider sandım üst mahalleye çıktı. Epey yürüdü şaşırdım. Kahveyi de geçtik oysa. Artık kafam karışmıştı, içimdeki tüm iyi hisler yerini merak ve şüpheye bıraktı. İlk defa görüyordum mahallenin yukarsını. Pazardan başka yere göndermezdi beni. Sonra bir minibüse bindi, köprünün öte yanına gitti. Hemen arkasındaki minibüse bindim. Yeşil bir evin önünde durdu, hayallerimdeki gibiydi ev. Ne şanslı dedim içinde yaşayan. Sonra zile bastı, kapıyı genç bir kız açtı. Sarıldılar. Bir çocuk çıktı içerden, gülüşü onun gibi güzeldi. Beynimden kemiklerimden saçımın telinden her yerden acı çektim o an. Ne kayıp giden hayallerim, ne yaşattığı acılar bu kadar sarsmadı. Onun gibi gülen biri vardı, inanmak istemedim. Kadını öptü. Beni hiç öpmediği kadar çok. Bana hiç sarılmadığı kadar çok. Araba çarpmış gibi oldum. Sahi bir insana araba nasıl çarpardı ki, yaşasam tam şu anki gibi hissederdim. Arabaya bindiler, araba 35 plaka. Kadının saçlarını okşayıp arabaya bindirdi. Benden esirgediği sevgi ona gidiyormuş, ummazdım. Kimseyi sevemez sanar, avunurdum. Sonra gittiler. Bu gidişine ağlamadım. Ölmüş gibi hissettim. Eve girdim, yüzümü yıkadım. Gidip pazardan bir fesleğen aldım, kokusuyla avundum. Yaşayan bir şeyi izleyerek geçirdim günleri. Yaz sonu geldi, gelmesini istemedim. Bu hastalık geçiyor gibiydi.
Hep bu anı beklemiş gibi aptal bir farkındalıkla gülümsedim. Bu pencereden güneş de girebiliyormuş dedim. Kalktım mezar bellediğim yataktan. Bi çay koydum ocağa, demlenene kadar domates yıkadım peynirleri koydum tabağa. İnsanın sadece kendine kahvaltı hazırlaması kendisine olan saygısıyla orantılı. Bu sabah anladım. O doyduktan sonra artanları ağzıma atar, acıyan çaydan zar zor bir bardak içerdim. İlk defa açık çay içtim ve yumurta sıcaktı. Bir plak koydum yine yalnız kendim için. Elimde bir bardak dolusu çay, gözlerimi kıstıran güneş ve fonda Cem Karaca. Ne ayrıcalık ama, yalnız ben anlarım bunu. Kendim için yaşamayı unutalı çok olmuştu,bir çaydan keyif almayalı insan olmayı unutalı uzun zaman. Ama bu sabah, rüyada yere düştüğümü hissedip uyanır gibi uyandım. Kafesimin kilidi açıldı,çıktım. Esaret bitti.
Yağmur başlayınca gelirdi. Ben özledi sanardım sonra araştırdım, kadına İzmir’de yazlık almış bir de araba. Yazları izinliyim diyormuş kadın onu tüm kış tüm gün çalışıyor sanıyormuş. Kadına saf diyemedim, kendi salaklığım dururken. Yine yağmur başladı, onu getiren yağmur.
Kapı çaldı, gülümsedim. Aptallığıma, giden senelerime. İçeri girdi, sarılmadım. Şaşırdı. özlemedin mi dedi. Sustum. Tüm gücümle, artık yazı bekleme dedim.
Anlamadım dedi. Anlattım. Şaşırmadı bile. Demek böyle oluyormuş vicdanı susturmak. Acımasızlığın yolu bundan geçiyormuş. İçeri gitti, bu kez her şeyini topladı. Tuhaf ama huzurluydum. Rüzgar yüzüme değdikçe mutlu oluyordum. Delirmenin farklı bir boyutuydu belki.
Kapının oraya geldi ayakkabılarını son kez giydi. Gidiyorum ben bir şey söylemeyecek misin nasıl yani bu kadar mı dedi.
Sayfalar dolusu acıyı beynimin içine sıkıştırıp, giden ömrümün olanca hayal kırıklığıyla konuştum;
Evet, bu kadar. Çünkü sen zaten şimdi gideceksin kışa kadar dönmeyeceksin çünkü yaz sıcaktır yazları üşümezsin yazları üzülmez bile insan doğru düzgün yakıştıramaz kendine üzülmeyi. Yazın ağlanılmaz ya gülmek zorundaymış gibi güleceksin mutlu olacaksın kendini özgür zannedeceksin, gideceksin yeni yerler keşfedeceksin farklı yıldızların altında uyuyacaksın farklı şarkılar dinleyeceksin başka denizler göreceksin sonsuz sandığın denizleri.. Balıklar tutacaksın şarkılar söyleyeceksin, başka bir kadının ellerinden tutacaksın benimkini hiç tutmadığın gibi. Hep hayalim olan çocuğuna bakacaksın, gülüşü sana benzeyen oğluna. Ailenle olacaksın, hiç tadamadığım aileyi sen dibine kadar yaşayacaksın. Sonra kış gelecek üşüyeceksin. Her tarafın yara bere içinde olacak sürekli düşeceksin yağmurda Islanacaksın kırılacaksın İncineceksin hasta olacaksın zafer sandığın gidişin en büyük pişmanlığın olacak sonra döneceksin, gülerek gittiğin yolları ağlaya ağlaya geleceksin. İşte o zaman geldiğinde yine bu kapıdan gireceksin. Sarılacaksın bana, sanki ben bırakmışım gibi. Yaralarını saracağım öpe öpe geçireceğim, saracağım ısıtacağım, hastalığına deva olacağım çorba yapacağım sana iyileşeceksin. Sana şarkılar söyleyeceğim seni iyi yapacağım sonra yine yaz gelecek sen yine bu dört duvarın arasında çıkıp gideceksin, kanadı kırık kuşun iyi olunca yuvayı terk edişi gibi. Gideceksin. Yaz gelecek ve gideceksin. Ben bekleyeceğim. Şimdi söyle ben sana ne diyeyim. Aynı sahneyi yaşaya yaşaya geçmişken ömür, söyle ben sana ne diyeyim.
Her gidişinde sustum, ama gidiyormuşsun ya hoşça kal.