Sylvia, 27 Ekim 1932’de ABD’nin Massachusetts eyaletinde, Alman bir baba ve Amerikalı bir annenin kızı olarak dünyaya gelmiştir. Henüz 8 yaşındayken kaybettiği babasından, onu bırakıp gittiği için nefret eder ve babasının ölümünün ardından şu sözleri söyler: “Bir daha asla tanrıyla konuşmayacağım.” İlk şiirini de babasının ölümünün ardından henüz 8 yaşındayken yazar ve hatta yayımlar.
“Üstüme en iyi oturanın ve en cazip olanın hangisi olduğunu görmek için kıyafet dener gibi farklı hayatları neden deyemiyorum ki?”
Plath hayatı boyunca ileri derece manik-depresif bozuklukla mücadele eder. Asla tam olarak başarılı olduğunu, sevildiğini ya da güzel olduğunu hissetmez. Kendini hep eksik görür ve bunu tamamen tamamlayamayacak olmanın verdiği umutsuzluğu tüm yaşamı boyunca bir gölge gibi peşi sıra gezdirir.
“Asla istediğim bütün kitapları okuyamayacağım; olmak istediğim bütün insanlar olamayacağım ve yaşamak istediğim bütün hayatları yaşayamayacağım…”
1950 yılında Smith Kolej’e gider ve burada ilk intihar girişimini gerçekleştirir. Ardından tedavi için akıl hastanesine yatırılır. Hastaneden çıktıktan sonra ise okuluna devam eder ve mezun olur. Daha sonra Fulbright bursu ile Cambridge Üniversitesi’ne gider.
Burada hayatının aşkı Ted Hughes ile tanışır. Tanıştıkları yıl evlenirler. Oldukça fırtınalı evlilikleri olur. Ted’in flörtöz halleri, Sylvia’nın kıskançlıkları derken ilişkileri git gide daha kötü bir hal almaya başlar. Ted, Sylvia’nın depresif hallerinden ve kıskançlıklarından bıkmıştır. Onu sürekli ihmal eder ve aldatır.
“Neden böyle korkunç derecede hüzünlü olmam gerek bilmiyorum ama içimde o acınası ‘beni kimse sevmiyor’ hissi var.”
En son komşuları Assia Wevil ile olan aldatması Plath için bardağı taşıran son damladır ve boşanma davasını başlatır.
Eskiden İngiliz şair William Butler’e ait olduğunu öğrendiği evi kiralar ve bunun iyi bir işaret olduğunu düşünür. Şairlik açısından en verimli eserlerini bu dönemde yazar. Londra’da çok yalnız bir hayatı vardır. İyi bir yazar olmak isterken kendini bir anda evde çocuk bakıp, yemek pişiren bir kadın olarak bulur. Şair Jillian Becker ile de bu dönemde tanışır. Kısa sürede çok yakın arkadaş olurlar.
“Anlıyor musunuz? Bir yerlerde, biri, beni azıcık bile olsa anlıyor mu, azıcık da olsa seviyor mu?
Tarih 11 Şubat 1963’ü gösterirken ruhundaki o korkunç sancıya,içindeki yalnızlık ve başarısızlık korkusuna son vermek için uyanır. İkinci kattaki çocuklarının kurabiye ve sütlerini hazırlar. Odalarının kapısını kapatarak, kapı aralıklarını sıkıca bantlar. Aşağı mutfağa iner, fırının gazını açtıktan sonra kafasını fırından içeri sokarak intihar eder.
Aslında ölmek istemiyordu. Sadece birazcık hayatının her alanında üzerinde hissettiği sırça fanusa nefes alınacak bir küçük bir delik açmaya çalışmıştı.
Baş ucunda doktorunun numarasının yazılı olduğu bir kağıt bulundu. Çocuklarının bakıcısının gelip onu kurtaracağını düşünmüştü. Ama ne yazık ki o gün bakıcı geç geldi..
“Ama ben ölmek istemiyorum..” (Günlükler, syf.8)