İsmet Özel’in Şiir Okuma Kılavuzu, özel bir kitap. Bunda yazarının İsmet Özel olmasının yanı sıra isminin çok iddialı olması ve içeriğin bu iddiayı yerine getiriyor oluşu çok büyük pay sahibi. Elimde Oğlak Yayıncılık’ın 1994 yılında bastığı Şiir Okuma Kılavuzu’nun birinci baskısı var. Eylül ayında basılmış bu kitap, harita metot defterlerin kısa kenarının uzunluğunda bir uzun kenara ve aynı kenarın uzunluğunun yarısından daha fazlası uzunluğa sahip bir kısa kenardan oluştuğundan Bordo-Siyah Yayınları’nı anımsattı bana. Oğlak Yayıncılık dışında Şule Yayınları ve Tiyo Yayınları baskıları da var bu kitabın. Şuan piyasada baskısı devam eden sürümü Tiyo Yayınları’ndan ve tam 288 sayfa. Bendeki versiyonu ise 106 sayfadan oluşuyor.
Şiir Okuma Kılavuzu, İsmet Özel’in bir itirafıyla başlıyor. Özel, ‘’Gençlik yıllarımda omuzları üzerinde kafa taşıyan bir adam olmaya çabaladım; yıllar ilerleyince birçok şey gibi bu alandaki çabalarımın yönü de değişti, şimdilerde ‘’omuzlara’’ sahip olmaya belki daha bir özeniyorum’’ diyor bize ilk cümlede. Bu aslında şiir okurken neden bir kılavuza ihtiyaç duyulduğunun anlatılacağını sezdiriyor ve kitabın ilk sayfalarında da bu konu işleniyor zaten. Kitabın başlangıcının, ortasına göre daha basit bir dille yazılmış olması önemli. Çünkü bazı okuyucular kitabın o kitap bir kuram kitabı olsa bile akıcı olmasını istiyor ve daha yolun başında olan veya kuram okurken duraksayan, zorlanan, cümleleri tekrar tekrar okuyup üzerine düşünen okuyucular olası bir zor durumda kitabı okumayı bırakabiliyor. Bu bakımdan belirli bir yere kadar okurun kendisinin de bildiği şeyleri anlaşılır bir üslupla tekrar etmiş İsmet Özel ve bence iyi de yapmış.
Kitap, ikiye ayrılmış ve ilk bölümü 1980 yılında yazılmış olan bölüm. Bu bölüm 20 maddeye ayrılmış ve bu maddelerin yedincisine kadar olan kısma başlangıç diyebiliriz. Yedinci bölüm ise yaygın kullandığımız ‘’şiirsel’’ ifadesi hakkında ufuk açıcı bir bölüm. Bölüm, ‘’Bale ayakların şiiridir’’ özdeyişiyle başlıyor. İsmet Özel, bu bölümde ‘’İnsanlar yüce saydıkları, kendilerini kaptırdıkları, çok etkilendikleri ya da en çok benimsedikleri birçok davranış, birçok durum ve birçok nesne ile şiir arasında bir yakınlık kurmayı sevmişler.’’ diyor ‘’şiirsel’’ kelimesinin yaygın kullanımı için. Ve ekliyor: ‘’Beşeri olanın soyut ifadesinin yoğunca gerekli olduğu her yerde şiir kelimesi insanların yardımına koşmuştur.’’ Ona göre ‘’şiirsel’’ kelimesinin kullanımı, insanların kendilerine anlatım kolaylığı sağlamak için başvurdukları bir hile. Ve bu kelimenin temelsizliğini tek paragrafta kanıtlayıp, açık kapı bırakmıyor:
‘’Şiir ancak kendi onuruna sahip çıkarak bize kadar gelirse şiirdir. Başka bir etkinlik içinde şiir aramak fanteziden öte anlam taşımaz. Eğer bilimde, felsefede, diğer sanatlarda, siyasette, gündelik hayatta ‘’şiir’’ olan bölgeler varsa söylenen veya yazılan şiire ne gerek var? Şair kim?’’
Şiir ve farklı alanları bir arada andığı bu paragrafı takip eden kısımda Rosa Luxembourg ve Mao çıkıyor karşımıza. Özel, sosyalist toplumun alacağı şekil konusunda farklı düşüncelere sahip bu ikilinin düşüncelerini açıklarken, ‘’şair olan poétique olan düşünceye sahip olmak zorundadır’’ yani bir bakıma şairler hep şiirsel kelimesinin bizde uyandırdığı tarzda, ütopik düşüncelere sahiptirler önyargısını kırıyor.
Sekizinci bölümde o günün aydınlarını ‘’şiir okuma eylemine girişeceği umulan kümedeki insanların çoğunluğu’’ diye tanımlayan İsmet Özel, arkasından gelen kısımlarda ideoloji ve şiir ilişkisi üzerine fikir belirtiyor. Bu konuyla ilgili ilk sözü ‘’İdeolojik doğrular, her zaman şiirin taşıdığı canlı işaretten daha aşağı düzeydedir.’’ olmuş. Bunu dokuzuncu bölümün başlangıç cümleleri olan ‘’Şiirler, bir dünya görüşünün kaynak metni değildir. Hangi metnin bir dünya görüşünün kaynağı olduğunu söylerseniz, o metnin artık şiir olmadığını söylemiş olursunuz.’’ izliyor. Özel’in bu konuyla ilgili tavrı çok net. Şiire ideoloji bulaştırılmamalı diyen tarafta sesleniyor bizlere. Hatta daha da ileri gidiyor, gelenekçilik ve ilericilik kavramlarının birbirinden beslenerek var olduğunu belirtip ikisine karşı da cephe alıyor:
‘’İçinde bulunulan ‘’müthiş zaman parçası’’nın önemini bir önceki veya bir sonraki zamanla değiştirme yanlısı kimseler yaşamadaki uyanıklığı tüketmiş, şimdiki zamanı gölgede bırakıp kendini uyuşturmuş kimselerdir.’’ Bunu demeden önce de ister gelenekçi, ister ilerici olunsun, bir ‘’tevali’’ye teslim olmuş olan kafaların şiirin gerçekliğine ulaşamayacağını belirtiyor.
49.sayfanın sonunda bir şiirin illa ne anlattığını bilmek isteyen veya neyi simgelediğini delicesine merak eden okuyuculara bir mesaj var:
‘’Şiir, bizim neyi simgelediğini bilmeden de hayatımız içinde anlamlandırabildiğimiz, neyi simgelediğini bildiğimiz zaman da anlamlı oluşundan bir şey kaybetmeyen metindir.’’
Bir diğer husus olan şiir-hayal dünyası-gerçeklik ilişkisine ilk bölümün sonlarına doğru değinilmiş. Şiirin hem hayallerle hem kuramlarla olan ilişkisi üzerine Özel, ‘’Şiir, kuramların despotluğuna da hayallerin kofluğuna da ayak uyduramaz’’ cümlesini kurmuş.
1980’de yazılmış kısmın bence en sarsıcı kısmı sona saklanmış. İsmet Özel, şiiri ‘’haksızlığa uğrayanların bir haykırışı’’ olarak tanımlamış ve buna karşı savunulabilecek iki görüş belirtip, bunları çürütmeye çalışmış. İlk karşı görüş, şiir okuyucularının az, haksızlığa uğrayan kişilerin çok olduğunu söyleyerek şiirin haksızlığa uğrayanların haykırışı olamayacağını söylüyor. İsmet Özel, insanların çoğunun görünüşte kendi karşılarında yer alanlarla işbirliği halinde olduğunu belirterek doğru karşısında duyarlı olan, haklı olanın yerine getirilmesi için titizlik gösteren insanların her zaman azınlıkta olduğunu söylüyor. İkinci karşıt görüş ise insanın pek ‘’ince’’ yanına seslenen bu sanatın dünyanın ‘’katı’’ zorluklarıyla baş edemeyeceği, başkaldırı yükünün şiirin omuzlarına çok ağır geleceği. Özel, bu görüşe karşı şiirin bizatihi bir kılıç olmadığını ve yapısı gereği bir eylem kılavuzu olamayacağını belirtip, başkaldıranların sesi olmanın yolunu bir hareketin sözcülüğünden geçtiği varsayılıyorsa neden o hareketin böylesine ‘’dilsiz’’ bir sözcüğü seçtiğine şaşılması gerektiğini iddia ediyor.
1990’da yazılmış olan ikinci bölüm ise şiir-özgürlük ilişkisi üzerine birkaç düşüncenin analizi ile başlıyor. Ethos ve pathos kavramlarından bahsedilerek, modern Türk şiirine varan yolun iki ana çizgiden oluştuğu iddia ediliyor. Yazar, bu iki yoldan birinin Fikret-Akif-Nazım, diğerinin de Yahya Kemal-Ahmet Haşim olduğunu söylüyor. İki yolun da özelliklerini açıkladıktan sonra Yahya Kemal-Ahmet Haşim yolunun devlete giden değil de devletten gelen bir şiir anlayışına sahip olduğunu söyleyip onları pathosçu ilan ediyor. Ve Türk şiirinin gelişmesini bu kanattan yaptığını ekliyor.
Kitabın ikinci kısmında bölümler madde madde değil de başlıklar halinde sıralanmış ve aradan geçen 10 yılda bazı değişiklikler göze çarpıyor. Biraz daha şiirin dışına taştığını söyleyebileceğimiz elmanın kalbiyle ilgili kısımda, barbar ve modern kavramları açılmış. Bunun yanında barbarların ve modernlerin halı desenlerini nasıl algıladıkları da yer bulmuş kendine. İsmet Özel, kendini barbar olarak nitelendirmekten çekinmiyor ve barbar olarak nitelendirdiği kesmin fetvaya olan düşkünlüklerini açıklayan şu cümlesi seksen birinci sayfada yer bulmuş kendine:
‘’Biz barbarlar bakar alırız. Etkinliklerimizde bizi haklı kılacak bir ahlak temelinin bulunması yeter.’’
Bu kısmın neden başlığı ‘’Şiir Okuma Kılavuzu’’ olan bir kitapta yer aldığını merak etmiş olabilirsiniz ama İsmet Özel, ikinci kısımda konuları daha genişten almayı tercih etmiş, biraz da felsefe, psikoloji gibi alanlarla iç içe kısımlar neşretmiş. Öyle ki bir yerde Gestalt psikolojiisi hakkında bilgi bile veriliyor.
Seksen yedinci sayfada yer alan ‘’insanlık durumunun neliği hakkında bize bilimin öğreteceği hiçbir şey yoktur’’ cümlesi benim için çok özel. Zira bilimin tam olarak insanlara dair hangi kısımları keşfedemediğini felsefe ile ifade edebiliyorduk, ama şiirin de insanlarda aydınlattığı kısımlar olduğunu ‘’insanlık durumunun neliği’’ diye müthiş bir tamlama sayesinde öğrenmiş ve ifade etmeye hazır halde elde etmiş olduk.
Sonlara doğru izlek, tema meselesine değiniliyor. İsmet Özel, şiirlerin izleklerine göre sınıflanamayacağını ve bundan ötürü aşk şiiri, savaş şiiri, gecekondu şiiri, islamcı şiir, devrimci şiir gibi tanımlamaların yapılamayacağını iddia ediyor.
Çokça duyduğumuz ‘’şiirin sahibi okurdur’’ yani şiir biz nasıl algılıyorsak öyledir, şiiri şiir yapan budur minvalindeki düşünceler için İsmet Özel ‘’şiirde kelimelere dökülen şeyin bize ulaşan şey olmadığını bildiğimiz halde döner döner o kelimeleri okuruz’’ demiş ve her şiirin okuru şairleştirdiğini belirtip bunu da şiir okumanın tıpkı şiir yazmak gibi uyarılma-istemde bulunma eylemi olmasına bağlamış.
İsmet Özel, Divan Edebiyatı üzerine ‘’içine doğduğu bir hayat dolayısıyla bir şeydi. Ne zaman ki onu yaşatan yaşama biçimi ortadan kalktı, o zaman tıkanıklıktan bahsedilmeye başlandı.’’ diyor. Bunun mevcut olduğu bölümde şiirin melodisi ile ilgili kısımlar da var ve bu konuda da biraz mesafeli olduğunu söylemem gerek İsmet Özel’in.
Bilim-felsefe-şiir üzerine son kelamını ettiği 101.sayfada bilim ve felsefeyle sorular aracılığıyla başvurduğumuzu, bilimden cevap, felsefeden öğüt aldığımızı belirtmiş ve şiire başvurmadığımızı, onun yüzümüze çarpan övgü veya sövgü olduğunu söylemiştir. Şiire soru sorarak yaklaşılamayacağını ve şiirin soru olmaklığıyla vücut bulduğunu eklemiştir.
Son kısımda insanın kendini bilmesi ve din-şiir ilişkisi üzerine birkaç cümle mevcut ve kılavuzun bendeki bu baskısı şaşaasız bir biçimde bitirilmiş. Açıkçası 106 sayfa beni fazlasıyla doyurdu ve kafamdaki pek çok kısmın aydınlanmasını sağladı. Bugün piyasada bulunan 288 sayfalık versiyonun bundan fazla ne ihtiva ettiğini çok merak ediyorum. Oğlak Yayıncılık’a bu kitabı bize kazandırdığı için çok teşekkür ediyorum. Bitirirken, bence Türkiye’nin en önemli şairinin şiire bakışını anlamak ve kendi ideal şiir, şair şablonları hakkında bilgi sahibi olmak için kesinlikle okunması gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum, herkese iyi okumalar.