Sabina Spielrein, 7 Kasım 1885’te Rusya’nın Rostov-on-Don kentinde zengin bir Yahudi ailesinde doğdu. 1904’te 19 yaşındayken histeri belirtileriyle İsviçre’deki Burghölzli akıl hastanesine Carl Gustav Jung’ın hastası olarak kabul edildi. Sabina, yaşadığı dönemin ağır şartlarına rağmen oldukça zeki ve çok yönlü bir kadındı. Küçüklüğünden beri 3 dili akıcı konuşabildiği gibi bir de müzik bestesi ve Fransızca roman çalışması vardı. O zamanlar Sigmund Freud’un gölgesinde fikirlerini geliştirmeye çalışan genç ve yeni evli bir doktor olan Jung, hastalarıyla arkadaş olmaya, onlarla bir paylaşım içerisinde olmaya, onları anlamaya ve bilinçaltlarına yolculuk yapmaya özen gösteriyordu. Yaşadığı histerilerin sebebinin babasının küçük yaşta uyguladığı şiddet ve tacizler olduğu anlaşılan Sabina ile başladıkları tedavi süreci boyunca pek çok sorunla karşılaşan Jung, hastasının bilinçaltında yatanları anlamaya çalışırken karşı konulamaz bir tutkuya doğru sürüklenmeye başladı. Bu tutku Sabina’nın annesine yazdığı mektuplar ile ortaya çıktı ve tarihe sürüldü.
Sabina aynı yıl Zürih Üniversitesi’nde tıp okumaya başladı, psikanaliz sürecine ise Jung ile özel olarak devam etti. Zürih’te Sabina’nın Jung ile derin bir duygusal ilişki kurduğu iddia edildi. Tarihçi ve psikanalist Peter Loewenberg, bu mesleki etiğe aykırı cinsel ilişkinin Jung’un evliliğini ve Burghölzli’deki mesleki konumunu tehlikeye attığını; bu ilişkinin Eugen Bleuler ile arasının kopmasına ve Zürih Üniversitesi’nden ayrılmasına yol açtığını iddia ediyordu. Tabi Freud’un ‘Hastaya tutkuyla bağlanma’ hakkında olumsuz düşünceleri olduğundan Freud’un gölgesinde olan Jung, bu düşünceden yola çıkarak ilişkisinin kariyerini mahvedeceğini anlayana kadar onunla çalıştı ve Sabina’yla olan ilişkisini bitirdi. Sabina ile ilişkisinin bitirmesinin asıl sebebinin kariyerini riske atmamak istememesi mi yoksa eşi Emma’nın bu durumu öğrenmesiyle burjuva evliliğinin tehlikeye düşmesini istememesi mi olduğu bilinmiyor.
Spielrein 1911’de Zürih Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra Viyana Psikanaliz Cemiyeti’ne üye seçildi. “Bir Şizofreni Vakasının Psikolojik İçeriğine İlişkin” tezi, psikanalitik yöntemini benimseyen bir kadın tarafından yazılan ilk tezdi. Spilrein’ın tezi Jung’un editörlüğünü yaptığı Jahrbuch der Psychoanalyse‘de (Psikanaliz Yıllığı) baş makale olarak 1911’de yayınlandı.
Daha sonra Sabina, 1911’de Viyana’da Sigmund Freud tanıştı ve 1923’e kadar onunla görüşmeye devam etti. Hatta Freud, Haz İlkesinin Ötesinde kitabının dinamiğini Spielrein’den etkilenerek kurdu. Psikolog-hasta ilişkisinde Aktarım/Karşı aktarım terimlerinin geliştirilmesinde Sabina’nın bulgularının etkisi çok büyüktür. Freud ve Sabina, ölüm içgüdüsünün cinsel güdünün olumlu ve olumsuz bir bileşeninden oluştuğunu ve aynı zamanda yok etme dürtüsünün biyolojik üremeye benzer olduğunu, erkeğin dişi hücre ile birleştiği, her bir hücrenin kendi kendine yok edildiği hipotezini formüle ettiler. Bu hipoteze göre zevk ve kaygı; egonun, cinselliğin doğasında olan bireyselliğin çözülmesine verdiği tepkilerdi. Bu nedenle nevrotik kişilerde, yıkıcı bileşenden ve heyecan sevgisinden ötürü “ölüm içgüdüsü” ağır basıyordu.
Sabina ayrıca Almanya ve İsviçre’de çalıştı. Uzun yıllar Almanya ve İsviçre’de çalıştıktan sonra Rusya’ya taşındı ve orada psikanaliz alanını tanıttı. 1912’de Rus-Yahudi doktor Pavel Sheftel ile evlendi, bir yıl sonra kızı Renata doğdu. 1912’den 1914’e kadar ailesiyle birlikte Berlin’de yaşadı ve çocuk psikanalizi ve rüya analizi üzerine çeşitli makaleler yayınladı. Önceliklerinden biri çocukların düşüncesini ve dilini keşfetmekti.
1923’te Spielrein Sovyet Rusya’ya döndü ve Vera Schmidt ile Moskova’da çocuklar tarafından “Beyaz Çocuk Yuvası” lakaplı bir anaokulu kurdu (tüm mobilyalar ve duvarlar beyazdı). Kurum, çocukları olabildiğince erken yaşta kendi ayakları üzerinde özgür kişiler olarak yetiştirmeye kararlıydı. “Beyaz Kreş” üç yıl sonra yetkililer tarafından çocuklara cinsel sapkınlık aşıladığı iddiasıyla kapatıldı.
Sovyetler Birliği’nde psikanaliz yasaklanmış olmasına rağmen, Spielrein 1940’ların başına kadar psikanalitik çalışmalarına devam etti. Spielrein’in kocası Pavel ve kardeşi Isaac, Stalin’in Büyük Terörü sırasında can verdi. O ve iki çocuğu, 1942’de Almanlar Sovyetler Birliği’ni işgal ettiği sırada, Zmievskaya Balka’da bir Alman SS Ölüm Mangası, Einsatzgruppe D tarafından 27.000 kurbanla birlikte öldürüldü.
Psikanalizin gelişim tarihinde Spielrein’a genellikle bir dipnottan fazlası verilmese de, 1912’de Viyana Psikanaliz Cemiyeti’ne sunulan cinsel dürtünün, hem bir yıkım içgüdüsü hem de bir dönüşüm içgüdüsü içerdiği şeklindeki anlayışı ile psikanaliz tarihine imzasını bıraktı. Ömrü trajik bir şekilde kısa olduğu için yeterince uzun süre çalışamasa da arkasında psikanaliz alanına hizmet edecek bir miras bıraktı. Popüler kültür onu “A Dangerous Method” filminden Jung’ın metresi ve akıl hastası olarak tanısa da, yaşadığı dönemde eğer Rus-Yahudi bir kadın olmasaydı psikanaliz tarihi daha farklı yazılabilirdi.
Kaynakça:
Kolektif, Sabina Spielrein – Psikanalizin unutulmuş öncüsü, İstanbul: Pinhan Yayıncılık, 2016.
Daha önce adını dahi duymadığım bir kadını, A Dangerous Method filmini izleseydim belki de önyargılı bir şekilde tanıyacaktım ve araştırmadan geçecektim. Yazarımız bu yazısıyla beni oldukça etkiledi ve dünyada unutulmaya yüz tutmuş bir kadını daha tanımama sebep oldu. Teşekkür ediyorum ve insanlara önyargıların ve yanlış tanımların arkasındaki gerçekleri anlatmanızda başarılarınızın devamını diliyorum. Sevgi ve sağlıkla kalın.