Orta Çağ Avrupası’nda Moda, Sağlık ve Hijyen

Editör:
Meryem Azra Barut

Bu zamana dek akademik literatürde ya da dijital ortamlarda Orta Çağ Avrupası ile ilgili sayısız içerik üretilmiştir. Bu içerikleri araştırdığımızda bir yanımız devrin insanına ve yaklaşımlarına “ne tuhaf” dese de bir yanımız o çağı,o çağa ait koşullar ve olgularla değerlendirdiğinde Orta Çağ’ın karanlığına sıkışıp kalmış insanlara hak vermeye başlar.

Orta Çağ Avrupası’nı anlatan bu yazı serimizde bundan önceki bölümler boyunca eğitim, adalet, hayvan mahkemeleri ile evlenme ve boşanma, gündelik yaşam ve eğlence kültüründen bahsetmiştik. Bu son yazımızda ise Orta Çağ Avrupa’sındaki moda yaklaşımlarına, sağlık ile ilgili durumlara ve astrolojik olaylara bakacağız. Son olarak da insanlığın belki de gelmiş geçmiş en büyük sorunlarından biri olan hijyen standartları, günümüzde bile tartışılırken, “Acaba Orta Çağ’da nasıldı?” sorusuna cevap bulmaya çalışacağız.

Erkeklik Algısı ve Erkek Giyim Modası

Orta Çağ Avrupasında Erkek Moda Tarzı | creazilla

Orta Çağ Avrupası’nda varlığınızın göstergesi dış görünüşünüzden anlaşılıyordu. Bu cümleden sonra aklınıza “en azından bu konuda değişen bir şey yokmuş” düşüncesi gelebilir. Bu noktada hemen araya girip düzeltmem gerekir ki her devirde olduğu gibi o zamanın moda anlayışı da çok ama çok farklıydı. Varlıklı soylular ile yoksul halkın birbirinden keskin bir bıçak gibi ayrıldığı bu giyim tarzları, üstünlüğün bir dışavurumu gibiydi.

Erkekler için uzun sivri uçlu ayakkabılar varlığın en önemli göstergelerinden biriydi. “Paulaine” ya da “crakow” denilen bu ayakkabıların Polonya’da ortaya çıktığı düşünülüyor. İşin en ilginç kısmı ise bu ayakkabıların ucu ne kadar uzunsa giyen kişinin o kadar servet ve itibar sahibi olduğu anlaşılıyordu. “Ayakkabıların uzunluğu ile servet sahibi olmanın nasıl bir ilişkisi olabilir?” diye düşünebilirsiniz. Ayakkabıların burnunun uzun olması ayakkabı sahibinin daha az fiziksel güçle uğraştığına ve bu sebeple de boş zamanının oldukça fazla olduğuna işaret ediyordu. Boş zamanın varlığı ise lüks yaşamı ve statüyü temsil ediyordu. Bu tuhaf anlayış o kadar abartıya kaçmıştı ki artık ayakkabıların uzunluğundan yürünemeyecek hale gelinince ayakkabıların uç kısma balina kemiğinden sağlamlaştırma yapılıyordu. Bununla baş edebilmek için ise belli bir süre sonra ayakkabıların uzunluğuna yasal bir sınırlama getirilmişti.

Paulaine veya Crakow olarak adlandırılan ayakkabılar | materialculturesblogassignment

XIV. yüzyıl boyunca soylu erkeklerin giyimi oldukça açık denilebilecek bir tarza sahipken pantolon yerine tayt şeklindeki uzun çoraplar tercih ediliyordu. Bu tayt ile vücut hatları olabildiğince belli edilmeye çalışılıyordu. Böylece giyen kişinin erkekliği ön plana çıkartılıyordu. Elbette ki bu akım da abartılmıştı ve erkekler genital bölgelerini pamuklarla doldurup “kasıklık” adı verilen bir eklenti ile erkekliklerini ön plana çıkartıyordu. Göbekli erkekler korse giyiyor ve kalın kemerler takarak göbeklerini kamufle ediyorlardı.

Erkek giyiminde sadelik bir kenara dursun, nerede karşıt, parlak renkler ve zengin desenler varsa onlar daha çok tercih ediliyordu. XV. yüzyıl sonlarına doğru ise bu akım daha da abartıldı ve erkek giyiminde her iki bacakta farklı renklerin tercih edildiği uzun çoraplar görülmeye başlanmıştı. Kısacası erkeklik algısı boş zamanın çokluğunun ve vücudun ön plana çıkartılması ile eşgüdümlü ilerliyordu.

Kadınlık Algısı ve Kadın Modası

Orta Çağ Avrupası Kadın Modası | typelish

Orta Çağ kraliçelerinin tablolarına bakıldığında kürkler ve çok katlı kıyafetlerin varlığı oldukça dikkat çekmektedir. Bunun ana sebeplerinden bir tanesi Haçlı Seferleri ile Doğu ve Batı arasındaki ticaretin canlanması ve Marco Palo‘nun seferleridir. Elbette ki soylu kadınların moda anlayışı yalnızca kürk ve çok katlı kıyafetlerden ibaret değildi. Kadın güzellik algısı, tarihler boyunca şekilden şekle girmiş olsa da tuhaf ama dönemine göre oldukça cezbedici görünen bir güzellik anlayışı söz konusuydu.

Bunlardan bir tanesi de I. Charles döneminde görülen, kadınların güzel görünmek uğruna kaş ve kirpiklerini koparmasıydı. Bu güzellik algısına göre alın, yüzün merkez noktası olarak görülüyordu ve bu sebeple kadınlar alınlarını ön plana çıkarmak istiyorlardı. Bunun için koparılan kaşlara bitkisel karışımlar sürülerek yeniden çıkmalarının önüne geçilmeye çalışılıyordu. Tam bir oval ve tüysüz yüz dönemin güzellik standardı olunca bazıları ipin ucunu kaçırıp saçlarını bile yolmaya başlamışlardı. Her moda gibi bu moda da etkisini kaybetmeye başlayınca kaşlarını küstüren kadınlar kendilerine kaş çizmeye başlamışlardır. Bu da bir trend haline gelmiş ve adına da “fare kapanı kaşlar” denilmiştir.

Orta Çağ Avrupası Güzellik Algısı | webtecno

Diğer taraftan kadınların günümüzdeki gibi güneşlenmek ya da yanık tenli olmak gibi dertleri yoktu. Hatta tam aksine olabildiğince beyaz ve soluk ten rengi o dönemin güzellik anlayışında yer alıyordu. Soluk ten demek kadınlığın temsili demekti. Bu ten rengine sahip olmak isteyen kadınların başvurduğu yöntemler ise akıl almaz bir hale gelebiliyordu. Örneğin beyaz bir pudra kullanıyor olsalar da bu pudranın rengini veren ana maddenin kurşun olması onların cilt sağlığını tehlikeye atabiliyordu. Durumu daha da abartan kadınlar ise vücutlarının belli bölgelerinden kan akıtarak soluk ten rengine ulaşmaya çalışıyorlardı. Yüzlerinde ve vücutlarında bulunan çil, ben ya da doğum lekesi gibi izler ise büyücülük lekeleri olarak düşünülüyordu. Bu lekelerden kurtulmak için çeşitli karışımlar sürerek bunları kapatmaya çalışıyorlardı.

Bourdaloue adı verilen çanaklar | sharonlathanauthor

Orta Çağ kadınlarının kıyafetleri her ne kadar kabarık ve kat kat olsa da genellikle iç çamaşırı giyme gibi bir alışkanlıkları yoktu. Elbiselerinin içerisinde giydikleri uzun gömlekler iç çamaşırı vazifesi görüyordu. Bu durum onların gündelik hayatlarında tuvalet ihtiyaçlarını gidermede, özellikle soylu kadınlar için, kolaylık sağlıyordu. Kat kat kıyafetlerin altındaki özel bir bölmeden, hizmetlileri tarafında tutulan, “bourdaloue” adı verilen kaplar aracılığı ile bu tür ihtiyaçlarını giderebiliyorlardı. Dönemin kıyafetlerinde memeleri daha belirgin hale getirdiği gerekçesi ile sütyen tarzı bir şey giymek ise uygunsuz görüyordu.

Orta Çağ Avrupası’ndaki kıyafetler hakkında daha detaylı bilgi için “Orta Çağ’da Bir Statü Göstergesi: Kıyafetler” başlıklı yazımıza da göz atabilirsiniz.

Şifacılık

Orta Çağ Avrupasında Şifacı Kadın Temsilleri | knightstemplar

Bir toplumun mayasını oluşturan en önemli unsurlardan birisi kadındır. Kadın baskılandığında ise onun etki edeceği özellikle de yetiştireceği bireyler, kısacası toplum baskılanmış olur. Bu sebeple bir toplumu baskı altına almak ya da cahil bırakmak kadının etkin ya da pasif duruşuyla doğrudan ilişkilidir. Orta Çağ Avrupası’nda kilise tam da bu noktayı hedef almıştır. Eğitilmemiş ve cahil kalmış bu çağ insanları, bilhassa da kadınlar, eğitimden uzaklaştırılmıştır. Belli bir eğitim alanlar ise daha çok kendini kiliseye adayacak olan kadınlar olmuştur.

Her şeye rağmen kendi kendini yetiştirmeyi başarmış kadınlar ise özellikle şifacılık, botanik, ebelik ve simya alanlarında gelişme göstermişlerdir. Kara Vebanın gittikçe yaygın hale gelmesi ile şifa vermeye çalışan bu kadınlar genellikle cadılıkla suçlanmış; şeytanın uşağı, büyücü ya da kötü ruhların hizmetkarı olarak anılmışlardır. Bu dönemin insanları için hastaların kilise yerine bir kadın tarafından iyileştirilmesi, onların karanlık güçleri olduğu inancını körüklemeye yetmiştir. Böylece 1484’te Papa VIII. Innocent‘in Summis Desiderantes Affectibus adlı fermanı ile başlayan cadı avı sonucunda Engizisyon Mahkemeleri‘nde kadınlar çeşitli işkencelere maruz kalarak öldürülmüştür.

Mattesonın The Examination of a Witch Bir Cadının Yargılanması adlı tablosu | EastTexasAMUnıversity

Papalığın kontrolü dışında kendisini eğitmiş olan kadınlara yönelik başlayan bu cadı avı ile kadınlar itaatkâr olmaya ve evlerine kapanmaya yönlendirilmiştir. Bilimle şifa vermeye çalışan bu insanlar öldürülünce Vatikan’ın kontrolünde ilerleyen, hurafelerle dolu, adına fantastik bir şifacılık diyebileceğimiz garip bir yaklaşım ortaya çıkmıştır. Örneğin bu yaklaşıma göre karnınız ağrıyorsa ya da şişse veya başınızda bir ağrı, gözünüzde bir kararma varsa içinize şeytan girmiş demektir. Fiziksel hastalıkların insanların günahlarıyla ilişkilendirildiği bu yaklaşımda tek çare dua ederek şifa bulmaktı.

Eğer hastalığınızın psikolojik olduğu kanısına varılırsa bu kez de içinizdeki şeytanı çıkarmak uğruna bedeninize türlü işkenceler yapılıyordu. Böylece şifa bulmak yerine ya ölüyor ya da hayatınıza daha beter bir halde, stigmat (normal olmayan, tehlikeli olan) olarak fişlenerek devam etmek zorunda kalıyordunuz. Böylece toplum içerisinde artık siz bir stigmat yani şeytanın kölesi olmuş bir kişiydiniz. Bu da sizin toplum tarafından dışlanmanıza ve bir köşede ölüme mahkum edilmenize neden oluyordu.

Orta Çağ Avrupası’nda egzorsizm ve cadı avları hakkında daha detaylı bir bilgiye ulaşmak için “Orta Çağ Avrupası’nda Egzorsizm veya Cadı Avı” başlıklı yazımızı inceleyebilirsiniz.

Astroloji

Orta Çağ Avrupasında Astroloji | ephemeristeaching

Bu dönemde insanlar hastalıkların yıldızların konumlarına göre şifalanacağına inanıyorlardı. Diyelim ki cerrahi müdahale gerektiren bir hastalığınız var. Yıldızlar doğru konuma gelesiye kadar size bir kesik dahi atılmıyordu. Veya ay ile ilişkilendirilmiş bir rahatsızlığınız var. O zaman ayın evrelerine göre size yemek yediriliyor, ayın şifa dağıttığına inanılan besinler veriliyordu.

Bu tarz bir tedavi yöntemi daha çok sembolik kavramlara göre yaklaşım sergilediği için de genelde tedavilere pek olumlu yanıtlar alınamıyor, yanlış müdahaleler yapılıyor veya müdahale geciktiği için kişi vefat ediyordu. Roma ve daha önceki dönemlerden kalan, daha bilimsel olabilecek yaklaşımlar ise Kilise tarafından sapkın Pagan gelenekleri olarak görülüyor ve yasaklanıyordu. Bu metotları uygulayanlar da cadılıkla suçlanarak öldürülüyordu.

Tuvalet

Orta Çağda Tuvalet Kültürü | britishmuseumboudewijnhuijgens

Avrupa saraylarının muhteşemliklerine karşılık konu tuvalet kültürü olduğunda “Acaba nerede ve nasıl oluyordu?” sorusu aklınıza gelebilir. Genellikle tur rehberleri tarafından bu saraylarda bizim düşündüğümüz gibi bir tuvaletin olmadığı bilgisi verilir. Hatta gezdiğimiz o sarayların hayran kalınan bahçeleri bir zamanlar saray davetleri sırasında tuvalet olarak dahi kullanılmıştır. (Chateauversailles)

Düşünün ki evinizde tuvalet yok, saray gibi bir yerde de yaşamıyorsunuz ve de Orta Çağ Avrupası’nda yaşıyorsunuz. İki seçeneğiniz var. Bunlardan bir tanesi ya tuvaletinizi doğrudan sokağa ya da evinizde bulunan ahşap bir sandalyenin ortasına konulan çanağa yapmaktı. Evlerde kovalarda biriktirilen dışkılar ise pencerelerden aşağıya atılıyordu. “Gece adamları/nightmen” adı verilen ekipler bu iş için görevliydi. İnsanların pencerelerinden aşağıya attıkları pislikleri kaldırıyorlardı.

Pencere altından geçiyorsanız şansınıza küsmeniz ve Tanrı’ya bir yakarış göndermeniz söz konusu olsa da bu devir böyle bir devirdi. Bunu önlemek içinse İskoçya’da pencereden aşağıya dökülen pislikler atılmadan önce “Gardyloo!” diye bağırılıyordu. Bu geleneğin 1940’lı yıllara kadar devam ettiği bilinmektedir. Londra’da ise kanalizasyon benzeri bir alt yapı söz konusu değildi ve bu sebeple de sokaklar insan dışkısıyla doluydu. Şehir kokudan nefes alınamayacak bir haldeydi.

Orta Çağ Avrupasında umumi tuvaletler | knightstemplar

İkinci seçenek ise günümüzdeki hamamları andırabilecek umumi tuvaletlerdi. Hamama benzetilme sebebi ise tamamen herkesin birbiri ile sohbet ederek tuvalet yapmalarından kaynaklanıyordu. Günümüzden bakılınca oldukça nahoş bir durum olsa da insanların gözü önünde tuvaletlerini yapmaları o zaman günlük yaşamın bir parçasıydı. Umumi tuvaletler o zamanlar adı gibi gerçekten umumi olduğu için insanlar ihtiyaçlarını giderirken bir nevi sosyalleşme imkânı da buluyorlardı.

O zamanın insanları bunu günlük rutinleri haline getirmiş olsalar da onların asıl çekindikleri ve korktukları şey bambaşkaydı. Bu tuvaletlerde hijyen sıkıntısı oldukça başa belaydı ve başkalarının kullandığı süngerlerle temizlik yapıyorlardı. Daha da fenası tuvalete oturulduğu anda alttaki delikten büyük boyutlarda fareler çıkabiliyor ve ısırılma tehlikesiyle karşı karşıya kalınabiliyordu. Tarihi çalışmalara bakıldığında bu devirlerdeki umumi tuvaletlerde çok sayıda şans tanrısına adanmış büyülerin bulunduğu belirtiliyor. Bu büyüler tuvaletlerde başlarına bir şey gelmesinden korkan insanların çare arayışı olarak nitelendiriliyor.

Orta Çağ Avrupasındaki kalelerdeki tuvalet sistemi | allthatimages

Diğer taraftan Orta Çağ’da eğer bir kalede yaşıyorsanız daha şanslısınız demekti. Bu kalelerde “privy” ya da “garderobe” adı verilen ilkel tuvalet yapıları dikkati çekmektedir. Umumi tuvaletlere göre daha konforlu bir tasarım olduğu söylenebilir. Mahremiyete önem verildiği, pratiklik sağladığı ve atık yönetimine dikkat edildiği görülebilen bu yapılar günümüzde Orta Çağ’dan kalma harabe kale yapılarının dış duvarlarından görülebilir. Kalenin dış duvarlarındaki bu çıkıntılı alan sayesinde atıklar doğrudan nehir, uçurum ya da hendeklere dökülebiliyordu.

Privy” ya da “garderobe“lerin tek bir handikapları vardı; o da bir kuşatma sırasında yere kadar uzanmış olan atık şaftlarının güvenlik zafiyeti oluşturuyor olmasıydı. Düşman askerleri bir kuşatma sırasında kaleye giriş için bu şaft yolunu kullanabiliyor ve içeri sızabiliyordu. Bunu önlemek maksadıyla şaft çıkışları duvarlarla kapatılmaya başlanmıştı.

Banyo

Orta Çağ Avrupasında banyo kültürü | allthatimages

Tuvaletin olmadığı bu dönemlerde banyo yapmak sıradan bir durum değildi. Eğer varlıklı bir ailedenseniz bu lüksten faydalanabiliyordunuz. Gelgelelim eğer böyle bir ailede doğmadıysanız işte o zaman işler değişiyordu. Kilise insanların bir arada yıkanmasına karşı olduğu için kilise yakınlarında ve hac bölgelerinde olmak üzere kadınlar ve erkeklere ayrı yapılmış hamamlar bulunuyordu.

Bu yaklaşım şekli bugün pek çok internet kaynağında Orta Çağ Avrupa’sında insanların yıkanmadığı şeklinde yanlış bir yorumlamaya sebebiyet verse de bu çağ insanlarına hiç yıkanmamış gözüyle bakılmamalıdır. Sadece nadir olarak yıkanıyorlardı. Kilisenin baskıcı ve yanlış yönlendirmeleri sonucunda batıl inançların en yoğun yaşandığı bu dönemde bazı kimseler yıkanmanın büyük günah olduğuna dair inançlar besleyebiliyordu. Kiliseye göre insanların sıklıkla kendilerini temizlemeleri hoş karşılanmazdı. Bu yaklaşımın sebepleri ise hem vaftizin etkisinin gideceğine olan inanç hem de hamam adetlerinde ahlaksızlıkların yaşandığı iddiasıydı. Diğer bir yaklaşım ise yıkanınca gözenekleri açılan vücuda hastalıkların bu gözeneklerden gireceği yönündeydi.

Orta Çağ Avrupası ve Kara Veba | webtecno

Nadir yıkanan bu insanların soylu ya da halk fark etmeksizin bitlenmesi ise kaçınılmazdı. Orta Çağ tablolarında ya da filmlerinde genellikle karşımıza çıkan iri dalgalı perukların sebebi de böylece anlaşılmış oluyordu. Bitten kurtulmak için saçlarını tıraş eden insanlar çareyi peruk takmakta buluyordu fakat hijyen o derece kötü şartlardaydı ki perukların bile bitlenmesi söz konusuydu. Bu denli batıl inançlarla birlikte insanların hijyenden yoksun yaşamaları elbette ki Orta Çağ Avrupası’nda Kara Veba’nın hızla yayılmasına neden olacaktı.

Bir Devrin Sonu, Bir Devrin Başlangıcı

Johannes Gutenberg ve matbaa | ofix

Bilimin ve eğitimin kısıtlanması, insanların baskılanması ile geçen ve hiç bitmeyecekmiş gibi gözüken bu cehalet çağı yani tarihçilerin diğer bir ifadesiyle karanlık çağ, Kara Veba döneminde pek çok insanın ölmesi ve kilisenin gittikçe kötüleşen yönetim şekliyle kendini noktalamaya başlayacaktır. Tüm Avrupa’da başlayan toplumsal dönüşümün ayak izleri; köy nüfusunun azalması, şehirlerde artan ölümle birlikte ortaya çıkan işçi açığı ve bunun peşinden gelen göç kavramı ile kendini şekillendirmeye başlar. Feodal sistemin kendini yok etmesi ile yaşanan tüm bu toplumsal dönüşüm kiliseye olan inancı derinden sarsar.  Johannes Gutenberg‘in matbaa devrimini başlatması, Martin Luther‘in kiliseye karşı çıkması ile Protestanlığı yayması ve İncil’in insanların anlayabileceği dillere çevrilmesi ile kilise gün geçtikçe gücünü ve etkisini kaybetmeye başlar.

Orta Çağ boyunca insanlar haktan, hukuktan ve adaletten yoksun kaldılar, eğitime çok kısıtlı imkanlar dahilinde ulaşabildiler, kilisenin çıkarları doğrultusunda uydurma bir din ile insanları cahil bırakarak uyuşturduğu bir dönemi yaşadılar. Her karanlığın bir aydınlığı olduğu gibi bu karanlık da peşi sıra bir aydınlanma dönemini yani Rönesans’ı beraberinde getirdi. Böylece cehaletin karanlığı; bilimin, felsefenin ve sanatın ışığı ile yavaş yavaş aydınlanmaya başladı.

Michelangelo Ademin Yaratılışı | wikipedia

Bu aydınlanma ile Orta Çağ’ın karanlığına en vurucu mesajı verenlerden biri de Michelangelo oldu. Kilise tarafından kendisinden Tanrı’nın ihtişamını göstermesi için Vatikan’da bulunan Sistine Şapeli’nin tavanına bir süsleme yapılması istendi. Dört senelik bir çalışma sonucunda ortaya çıkan ve Vatikan’ın kalbine mühürlenmiş olan mesaj “Adem’in Yaratılışı (The Creation of Adam)” freskinden başkası değildi.

Bu freskte yer alan sembolizmde Tanrı’nın üzerinde elbiseler olan yaşlı bir insan figürüyle, Adem’in ise çıplak ve gayet rahat bir tavır ile elini uzatmış bir şekilde görülmektedir. Tanrı’nın ve meleklerin olduğu arka plan ise daha dikkat çekicidir çünkü bu kısımda insan beyninin yandan bir kesiti görülür. Kilise’ye ve Orta Çağ’a verilen mesaj açıktır: Sizin Tanrınız beyinlerinizde uydurduğunuz bir hayalden başka bir şey değildir.

Martin Luther | stratejikortak

Bu yazı dizisiyle birlikte insan hakları ihlalleri, hayvan hakları ihlalleri, kilisenin insanların inançlarıyla oynayarak oluşturduğu ortam sonucunda yaşanılan baskıcı, eğitimden ve bilimden uzak bırakılmış bu çağı günümüz penceresinden aktarmış olduk. Bu dönem insanları, üzerlerindeki baskıyı hissetseler bile ona karşı gelmek bir tarafa onlara anlatılanlara sorgulamadan itaat etmişlerdir. Kendilerini eğitmek yerine kiliseye boyun eğmişlerdir. Hak aramak yerine bana dokunulmadığı sürece sorun yok demiş, haklı olanın öldürüldüğü bu düzende susup kenarda kalmışlardır. Ancak gün gelmiş bu adaletsiz düzen susanlara da uğramış, bazen türlü işkencelere maruz kalarak, bazen de ölümcül hastalıklar sebebiyle kendi karanlıklarında sıkışıp kalmışlardır.

Bize insanın kendini eğitmesi, okuması, araştırması ve en önemlisi sorgulaması kadar güzel bir şeyin olmadığı dersini veren Orta Çağ Avrupası ile geçmişin karanlığından dersler çıkarıp geleceği aydınlatabilmenin peşinde olmak dileği ile yazı serimizi burada sonlandırıyoruz. Bütün bunlarla birlikte ilk yazımızda sorduğumuz soruya geri dönelim ve tekrar gözden geçirelim: “Siz hangi çağda yaşıyorsunuz?”


Kaynakça

“Clothes in Medieval England”. worldhistory. Web. 30.04.2025.

“The history of Middle Eastern and Western dress”. britannica. Web. 30.04.2025.

“Ortaçağ hakkında bilmediğiniz 15 rahatsız edici gerçek”. CNNTürk. Web. 30.04.2025.

William, Charles ve Oman, Chadwick. Karanlık Çağ Tarihi. İstanbul: Say Yayınları, 2022.

“Everything You Didn’t Want To Know About Using The Toilet In The Medieval Period”. allthatsinteresting. Web. 30.04.2025.

“King of France and Navarre”. Web. 05.05.2025.

“The (not so) stinky Middle Ages: why medieval people were cleaner than we think”. historyextra. Web. 30.04.2025.

“Medieval Hygiene”. worldhistory. Web. 30.04.2025.

“Sistine Şapeli’ne Gizlenmiş Nöroanatomi”. gulsahmeralozgur. Web. 30.04.2025.

Kapak Görseli

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Epik Fantastik Türüne Giriş ve Kralkatili Güncesi Evreni

Epik fantastik türüne derinlemesine bir bakış ve Kralkatili Güncesi ekseninde modern mit yaratımının izleri...

Söylenti Sinema Şeridi: Direniş ve Özgürlük Ayı

Hayatın içinden beyaz perdeye taşınan zorluklar, yaşam mücadelesi ve daha nicesinin işlendiği film önerilerimiz.

Yerel ve Evrenselin Birlikteliği: Çağdaş Moda Tasarımlarında Anadolu İzleri

Moda dünyasında sürdürülebilirlik ve özgünlük arayışı giderek daha fazla tasarımcıyı yerel ve kültürel unsurlara bakmaya yönlendiriyor.

Met Gala 2025: Moda Dünyasında Dikkat Çeken Kültürel Tema

Met Gala 2025, kültürel teması ve "Black dandyism" vurgusuyla moda dünyasında kimlik ve stil hakkında güçlü mesajlar verdi.

Ölü Ozanlar Derneği Hangi Albümle Eşleşir?

Sistemin duvarlarını şiirle yıkan bir film ve notalarla öfkesini haykıran bir albüm: Ölü Ozanlar Derneği ve The Wall’u birlikte inceliyoruz.

Terapide Kaybolmak: “Beyaz Psikoloji”den Kültürel Uyum Arayışına

Batı merkezli terapi yaklaşımlarının kolektivist kültürlerde neden uyumsuzluk gösterdiğini "beyaz psikoloji" kavramı üzerinden inceledik.

Crash (1996) Film İncelemesi: Bedenin Arzuyla Çarpışması

Cronenberg’in Crash filminde beden, arzu ve makina birleşir; kaza, hem haz hem dönüşüm alanına dönüşür. Film, gerçekliğin simülakra evrildiği bir evren çizer.

Söylenti Aylık Frekans

Mayıs ayını taçlandıracak müzik önerileriyle karşıladığımız Söylenti Frekansı sizlerle!

Roller, Güç ve Travmalar: Aile İçi Psikodinamik Yapılar

Bu yazı, aile içi psikodinamik yapılar bağlamında güç dengeleri ve rollerin bireylerin travmalarını nasıl şekillendirdiğini ele almaktadır.

Cumhuriyet Aydınları: Azra Erhat

Azra Erhat: Anadolu’nun sesi, hümanizmin kalemi, çevirinin öncüsü. Cumhuriyet kadını olarak kültür, edebiyat ve düşünce dünyamıza eşsiz izler bıraktı.

Editor Picks