Matrix’te Jean Baudrillard ve Tüketim Toplumu Ayrıntıları

Onur Tuğrul Karabıçak
Onur Tuğrul Karabıçak
Critical theory and postmodernism.
spot_img

Simülasyonlardan oluşan ve kendi içinde programlama hatalarına sahip bir dünya, sonra o dünyanın bir küçük sahnesinde, kendini boşlukta hisseden karakterin, kendi uyanışını sağlayabilecek tek kitabı okuyor oluşu… Simulacra ve Simülasyon kitabı, Jean Baudrillard’ın anlamın yitirildiğini -biraz radikal bir felsefeyle- beyân ettiği, gerçeğin ve sembollerin yerine artık gerçek olmayan ancak gerçekliğin yerini kusursuz biçimde alan “simulakr”ların geçtiğini, artık yaşadığımız dünyanın bir simülasyon olduğunu anlattığı kitabıdır. Matrix’te bu kitabın bir ara sahnede karşımıza çıkarılmış olması ise tesadüfen değil elbet.

Jean Baudrillard, dünyamızdaki siyasi gerçeklerden yola çıkarak, “doğru”nun artık bilinemeyeceğini söylüyor. Irak Savaşı’nın bir simülasyon olduğunu söylediği, bir Amerikalının Irak’ın gerçekliğini bilemeyeceğini ifade ettiği konuşmaları Körfez Savaşı esnasında televizyonlarda oldukça dikkat çekiciydi. Tıpkı bugünkü gibi, gerçeğin ne olduğu konusunda sırada insanın yapabileceği pek fazla bir şey kalmamıştır. Günümüz Suriye’sindeki hangi grubun terörist olup olmadığı bile gündelik bir Amerikalının zihninde bir şeye karşılık gelmemektedir. Belli grup isimleri, devletin kabul ettiği tanımlamalar birer sembolden ibarettir. Fakat medya araçları, siyasi söylemlerin çeşitliliği ve herkesin birbirini yalancılıkla suçladığı bir ortamda gerçek kavramı bir boşluğa işaret etmektedir. 1986’da Ronald Reagan’ın Hizbullah’ın rehin tuttuğu Amerikalıları operasyonla kurtardığını söyleyip, aylar sonra ulusa seslenişte aslında durumun böyle olmadığını, bu rehineleri terör örgütüne sattıkları silahlar karşılığında aldıklarını ifade etmiştir. Böyle bir durumda, iki demecin de Reagan’ın yararına olduğunu belirtmekte fayda var. Oy oranını ve popülaritesini arttıran Reagan’ın dürüstlüğü veya ne kadar zor kararlar verdiğini gören halk, onu desteklemeye devam edecektir. Fakat burada asla bilinemeyecek olan şey, gerçekliği sorgulanabilen televizyon görüntülerinin ve siyasi demeçlerin insanlara gerçeği sunmadaki tek amaç olmasıdır. Eğer Reagan silah ticaretini söylemeseydi, o gün bir Amerikalı için “gerçek” rehinelerin kurtarıldığı yönünde olacaktı. Bu durumda televizyon görüntüleri, gerçeği taklit etmenin ötesine geçmiş, gerçeğin kendisi olmuşlardır. Reagan’ın sahnelediği ise bir tiyatro oyunundan farklı olarak, artık gerçek olmadığı akıl yoluyla sorgulanabilen bir şey olmaktan çıkarak, gerçeğin yerini alan bir simülasyon olmuştur.

İşte Matrix, tüm bu anlatılanların artık dünyayı çığrından çıkarttığı fikrinden yola çıkılarak ortaya konulmuştur. Matrix dünyasında yaşayanlar bir bilgisayar programının onlara sunduklarını “gerçek” olarak algılamakta ve sistem açığı olmayan durumlarda bunu asla fark edememektedirler. Aslında her şey onlara beyinlerini kontrol eden makineler tarafından nasıl sunulduysa, öyledir. Bir simülasyon evreninde, gerçeğin yitirildiği bir dünyadır bu. Bir diğer yandan ise, Baudrillard kitabında bizlere ürünlerin, simülakrların (gerçeğin yerini almak isteyen göstergelerin) bir kanser hücresi gibi tekrar edilmesi ve üretilmesinin tüketim toplumuyla olan bağını kurmuştur. Artık gerçeğin yerini alan ve ayırt edilemeyen görünümler sık sık çoğaltılmakta, çarpıtılmakta, ve dolayısıyla anlamsızlaşmaktadırlar. Bireyi artık duyarsızlığa itmektedirler. Büyük bir duyarsızlık içinde birey, artık anlamsız ve gerçek olmayan şeylere “alışkanlık”la bağlanarak, kendini tıpkı Matrix dünyasındaki gibi beynine doğrudan bağlanmış makinelerde yaşıyor gibidir, neredeyse bir farkı yoktur. Git gide reklam ve üretim sektörüyle, insanların durmadan tüketmesi ve dünyanın kabaca tüketim üzerinden döndürülmesiyle artık estetik algılarımız, doğru-yanlış algılarımız, erdemli-erdemsiz algılarımız bize ne gösterildiyse, o olmaya evrilmiştir. Artık dayatma olmaktan çıkmış, kabul edilen anlamsız birer gerçek olmaya başlamışlardır. Artık medyayla beraber geçmiş günahlar bile silinebilmektedir, insanlar hem katil hem de özgürlük savaşçısı sıfatlarını aynı anda alıp, gerçeği yok edebilmektedirler. Artık yaşananlar ölümler bile gerçek sarsıcılıklarını yitirmişlerdir. Soğuk ve insanı duygusal açıdan harekete geçiremeyen, sorgulamaya götüremeyen görüntülerdir. Tıpkı nükleer savaş tehditleri gibi, hem bir hatanın her şeyi alt üst edebileceği tehlikesi hem de artık nükleer silahın caydırıcılığının nükleer silahın varlığının önüne geçmesi, hatta bilinememesi “gerçekleri” aynı anda mevcuttur. Kitleleri daha da saldırganlaştırmak ve silah ticaretini, silahlanmayı arttırmak oldukça kolaydır.

Descartes’ın şüpheciliğine varan bir şüphecilikle, hâlâ daha aşk gibi temel duygulara dayanarak ve bireyin uyanışı seçerek kurtulabileceği önerileri; Matrix’in karanlık dünyasında çıkış bileti olarak anlatılmak istenmiştir. Wachowski Kardeşler’in Baudrillard’dan etkilendikleri aşikardır, ancak onlar hâlâ daha bir umut olduğunu söylemektedirler. Belki de Morpheus’un filmdeki işleviyle bizi uyaran felsefecilerin işlevleri aynıdır. Düşünmenin, aşık olmanın, insanlığın getirdiği bazı kusurların kabul görülmesi, bizleri tüketim toplumunun açtığı anlam patlamasından kurtaracaktır.

Tüm manevi anlamları reddedip insanı merkeze alan, insana tanrı olma amacı sunan bir felsefenin, insan-üstü bir evrime doğru yönelmesi işten bile değildir. Tıpkı günümüz dünyasında olduğu gibi, Post-hümanizmin, bilimin tüketime alet edilmesi ve insanın duygusal gerçekliklerinin mekanik gerçeklerle karıştırılması sonucu makinelerin kendilerini merkeze alıp egemenlik kuracakları fikri Matrix’teki bir diğer fikri temeldir. İnsan, narsizminin kurbanı olarak hızla kendi gerçeklerine ve sosyalliğine geri dönmek zorunda kalacaktır. Wachowski kardeşlere göre insan hâlâ daha “Mesih”ini beklediği gerçeğini, acziyetini toplumdaki eşitliğin önemini kavramadan, uyuduğu derin uykusundan uyanamayacaktır.

spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

spot_img

Keşfetmemiz Gereken Yazarlar: Truman Capote

Başarı ve parıltılı bir hayatın ardında yalnızlığını saklayan bir deha. Zamansız eserleri ile Truman Capote.

Love Bombing Kavramının Chuck Bass ile Eşleştirilmesi

Chuck Bass'in Blair'e yaptığı aşk bombardımanının gerçek aşk değil de manipülasyon olması.

Söylenti Aylık Frekans

Söylenti Müzik Frekansı ile sonbaharın gizemli, esintili ve en sevilen zamanlarına, Ekim ayına hoş geldiniz! Önerilerimiz sizin için hazır.

Valide-i Muazzama : Mahpeyker Kösem Sultan

Naib-i saltanat unvanıyla Osmanlı İmparatorluğu'nu yaklaşık 30 yıl yöneten Mahpeyker Kösem Sultan, attığı adımlarla hanedanın kaderine yön vermiştir.

Hafıza Mekanları: Anıtların Psikolojik ve Toplumsal Etkileri

Anıtlar, toplumsal hafızayı korur ve kimliğimizi inşa eder. Kolektif hafıza ve kültürel aktarımın dönüştürücü gücüdür.

Eşeği Saldım Çayıra – Kazak Abdal | Şiir İncelemesi

Kazak Abdal hayatı ve bilinen şiirlerinden olan Eşeği Saldım Çayıra eserinin incelemesi.

Twinless Film İncelemesi: İki Yalnız, Bir Kayıp

Başrolde Dylan O'Brien'ın yer aldığı kayıp, yalnızlık, bağ kurma arayışı, yas süreci üzerine dokunaklı bir film olan Twinless film incelemesine göz atın.

Alice in Borderland 3. Sezon İncelemesi: Neden Beklentiyi Karşılayamadı?

Alice in Borderland dizisinin 3. sezonun her oyununda Chishiya'nın zekâsını arayıp, Aguni'nin fedakârlığını andık diyebilirim. 

Evrensel Duygular: Anlamadan da Hissedeceğiniz 8 Şarkı

Dili fark etmeksizin ruhunuza dokunan, evrensel duygusal taşıyan 10 şarkıyı keşfedin. Melodik parçalarla hazırladığımız liste, her anınıza eşlik edecek!

Viktoryen Dönemde Kadın İmgesi: “Evdeki Melek”

Viktoryen dönemde ‘Evin Meleği’ ideali, kadını fedakâr ve itaatkâr bir role hapsetti. Gilman ve Woolf bu miti sorgulayarak özgür kadının sesini aradı.

Editor Picks