“Yersiz yurtsuzum; köyde ufacık, çatısı akan, camları kırık bir odası var annemin. Soğuktan ve halsizlikten hep yatakta yatıyor, 38-39 kilo kadın, halsizlikten oturduğu yerden kalkamıyor, kıpkızıl açız, Ankara’ya iki yüz lirayla indim, artık satacak hiçbir şeyim de kalmadı, benim oğlan da kurban bayramı öncesi Ankara’da birdenbire yersiz yurtsuz ve parasız kalmış vesaire gibi… Kesinlikle bizim toplumumuza kırgın filan değilim. Bu karda, soğukta oturuyoruz, ben yer yatağında, annem divandaki yatakta. Kötünün kötüsü varmış, kıpkızıl açız, yapacak edecek bir şey de yok. Kesinlikle yerinmiyorum, yerinmeyeceğim, moralim de bozuk doğallıkla.” diye çektiği sıkıntıları bir söyleşisinde anlatan Ece Ayhan, Metin Üstündağ’ın dediği gibi; “Edebiyatın ters direklerinden biriydi”.
Edebiyatımızda İkinci Yeni olarak adlandırılan şiir hareketinin önde gelen temsilcilerinden olan Ece Ayhan gerek şiirleriyle gerekse deneme, anı, günlük türündeki yazılarıyla yeni bir şiir anlayışının doğmasında ve giderek bir akıma dönüşmesinde öncü rol oynamıştır.
Ece Ayhan, şiirin hele “İkinci Yeni” şiirinin her zaman ve her anlamda muhalefette olduğunu savunur. Ona göre şiir, “yalnızca dünyaya, kente, babaya, okula değil; aynı zamanda öğrencilere de, oğullara da, hemşehrilere de, insanlara da, hatta şiire de” bozuk çalmalıdır. “Etik” sözcüğünün dilimize “ahlâk” karşılığında yanlış çevrildiğini düşünen sanatçı, bir şairin temelde de, ayrıntıda da etikçi olması gerektiğini savunur. Yeni şiir hareketinin “İkinci Yeni” yerine, “sivil şiir” olarak adlandırılmasının daha uygun olacağını düşünür.
Şiirinin gerçek kaynağının “döküntüler, dışta bırakılanlar, düşürülenler, hal ve gidişi sıfır olanlar, yasaklananlar” olduğunu söyleyen Ece Ayhan, şiirlerinde hayat kadınlarına ve insan yapısının ayrılmaz bir ögesi olarak gördüğü cinselliğe çok sık yer vermiştir.
“Köydeyken adına Güzel Ayşe adıyla bir türkü çıkarılan annem Ayşe Deniz, Tepebaşındaki Lala birahanesinde ya da az ileride Beşinci Dairedeki Novotni çalgılı gazinosunda Nezahat takma adıyla çalıştı…” diye anlatan şair alışılagelmiş bir aile ortamında büyümediğini ve bu durumu bireysel bir ahlaki sorun olarak görmediğini tam tersine, bütünüyle karşısında yer aldığı sistemin yol açtığı tipik sonuçlardan biri, bir tür ‘zulme uğrama’ biçimi olarak kabul ettiğini anlatır. O yüzden de aile yapısına ilişkin böylesi bilgileri ‘mahremiyet sınırları’ içinde tutmayıp yeri geldikçe açıklamaktan kaçınmaz.
İkinci Yeni şairleri içinde en çok olumsuz eleştiriyle karşılaşan da o olur. Öyle ki İkinci Yeni’yle ilgili olumsuz değerlendirmelerin çoğunda -adı açıkça verilmemekle birlikte- onun şiirlerinin ve şiir anlayışının hedef alındığı, sadece sözcük oyunları, anlamsız şiir yazma, hiçbir karşılığı olmayan sözcükler türetme gibi yakıştırmalarla yer yer küçümsenmeye hatta karalanmaya çalışıldığı görülebilir. Bu durum, şairin kimi zaman çok keskin biçimde kendini dışa vuran hırçın kişiliğinin nedenlerinden biri olarak da düşünülebilir.
10 Eylül 1931’de babasının mal müdürlüğü göreviyle bulunduğu Datça’da, ailenin ikinci çocuğu olarak dünyaya gelir. Babası Behzat Çağlar, Geliboluludur, annesi Ayşe hanım ise Eceabatlı. Ece Ayhan, ilkokula 1938’de Eceabat’ta başlar. Ailesinin 1940 Kasımında Çanakkale’den ayrılarak İstanbul’a yerleşmesi üzerine, ilk ve orta öğrenimini burada tamamlar.
Ece Ayhan, ilkokula 1938’de Eceabat’ta başlar. Ailesinin 1940 Kasımında Çanakkale’den ayrılarak İstanbul’a yerleşmesi üzerine, ilk ve orta öğrenimini burada tamamlar.
Yüksek öğrenimine 1953’te Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde başlar ve 1959’da mezun olur. 1962’de Deniz Hafize Hanım’la evlenir ve kaymakam olarak atandığı Gürün’de (Sivas) göreve başlar. 1963’te tek çocuğu olan Ege dünyaya gelir.
Kurallı bir yaşam tarzı ve memurluk hayatı, edebiyat çevrelerinde bugün de “hırçın şair”, “huysuz şair” olarak anılan Ece Ayhan’ın yaradılışıyla bağdaşmayacak olgulardı. Bu nedenle Ece Ayhan, 1966’da devlet memurluğu görevinden ayrılarak “soluk alıp verdiğimi gerçekten duyduğum tek kent” dediği İstanbul’a yerleşir. Kansere yakalanan eşi Deniz Hafize Hanım’ı 1968’de kaybeden Ece Ayhan, çocuğunun yaşının küçük olması ve ekonomik durumunun hiçbir zaman düzelmemesi gibi nedenlerle oğlunun bakımını eşinin ailesine bırakır.
Ece Ayhan, 1974’ten ölümüne kadar, beynindeki tümörün yol açtığı birtakım hastalıkların sıkıntılarıyla yaşamıştır. Sağ kulağında ileri derecede işitme engeline ve sağ gözünde de hasara sebebiyet veren tümör, dünyaca ünlü beyin cerrahı Prof. Dr. Gazi Yaşargil’in tedavisiyle ölümcül olmaktan çıkarılmıştır. Ancak, tümörün diğer organlarda meydana getirdiği hasarlar, sanatçıya yaşamı boyunca sıkıntı vermiştir.
Bundan sonraki yaşamı sürekli hastalıklar ve onların tedavileri için hastane ve huzur evlerinde, maddi sıkıntı içinde geçer. Eski şair arkadaşı olan zamanın başbakanı Bülent Ecevit‘in yardımlarıyla daha iyi koşullarda tedavi görür ve bütün bu tedavilerin sonucunda felçten kurtulup ayağa kalkabilen sanatçı, Nisan 2001’de tekrar Çanakkale’ye yerleşir ve geçimini, telif hakkını Yapı Kredi Yayınlarına verdiği eserlerinin gelirinden sağlar. İzmir’de bir huzurevine yerleşen ve buradaki ihtiyaçları belediye tarafından karşılanan Ece Ayhan, 12 Temmuz 2002’de hayata veda eder.
Sıkıntılarla geçen bu hayatın ondaki kederi besleyen kökleri çocukluğuna, aile ve yetişme çevresine kadar uzanır. Takunya bile giyemeyecek, yalınayak dolaşmak zorunda kalacak denli ağır koşullarda geçirdiği çocukluk yıllarını
anımsamak, onu sık sık hassaslaştıran bir durumdur: “Ben Ece Ovası’nda yalınayak çocukluğumda belki de son kez ağlamıştım; zeytin ağaçları arasında Fazıl Ahmet’in bayraklı türbesi önünde ayağıma dikenler batmıştı. Takunya ancak okul açıldığında giyiliyordu. Ve evet, elli şu kadar yıldan beri ben kendimi ağlamamak için tutarım!”
Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında
Bir teneffüs daha yaşasaydı
Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür
Devlet dersinde öldürülmüştür