Edebiyatımızın önemli isimlerinden biri olan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın eşsiz eseri Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nden 32 alıntıyı sizin için derledik. İlerleyen zamanlarda bir Ahmet Hamdi Tanpınar serisinde kitabın yorumunu da sizlerle buluşturacağız. Keyifli okumalar Söylenti ailesi!
- Zamanın kendisi mekan, yürüyüşü zaman, ayarı insandır… Bu da gösterir ki, zaman ve mekan, insanla mevcuttur. (s. 33)
- Diyebilirim ki en çok üzerine düştüğü saatler, hurda denilecek kadar bozulmuş, atılması lazım gelen, hatta atılmış saatlerdi. Onlardan biri eline geçince çehresi adeta yumuşardı: “Kalp işlemiyor artık. Beyinde de arıza var” , yahut; “Nasıl yürüsün biçare, iki ayağının ikisi de yok…” diye büsbütün beşeri dil konuşurdu. (s. 33)
- Ona göre işlemeyen, kırılmış, bozulmuş bir saat hastalanmış bir insana benzerdi. Tabiatında mazurdu. Fakat ayarsız bir saatin hiçbir mazereti yoktu. O içtimai bir cürüm, korkunç bir günahtı. (s. 36)
- Ayar, saniyenin peşinde koşmaktır.
-“Düşün Hayri İrdal, düşün Aziz dostum bu ne sözdür? Bu demektir ki iyi ayarlanmış bir saat bir saniye bile ziyan etmez. Hâlbuki biz ne yapıyoruz? Bütün şehir ve memleket ne yapıyor? Ayarı bozuk saatlerimizle yarı vaktimizi kaybediyoruz. (s. 36) - Sonra ayrıca dinlemek gibi bir hasletin var. Burası muhakkak. Dinlemesini biliyorsun ki bu mühim bir meziyettir. Hiçbir şeye yaramasa bile insanın boşluğunu örter, karşısındakiyle aynı seviyeye çıkarır! (s. 37)
- Hakikatte bütün bu insanlar hakikat denen duvarın ötesine geçmek için birer delik bulmuş yaşıyorlardı. (s. 44)
- Sizler daima böylesiniz… Ruhunuzu saran küçüklük duyguları içinde büyük değerlerimizi kaybedersiniz… (s. 51)
- Her ne olursa olsun mazim bugünkü vaziyetimden bana bütün bir mesele gibi geliyor. Ne ondan kurtulabiliyorum, ne de tamamıyla onun emrinde olabiliyorum. (s. 55)
- Bu daima böyledir. Hadiseler kendiliğinden unutulmaz. Onları unutturan, tesirlerini hafifleten, varsa kabahatlilerini affettiren daima öbür hadiselerdir. (s. 62)
- Her insan, ne kadar müspet yaradılışta olursa olsun ölümünden sonra tekrar dirilmeyi düşünür, özler. Bu hayat dediğimiz mihnetler silsilesinin çok ileri zamana, müpheme atılmış bir mükâfatı gibidir. (s. 69)
- Bütün hayatım boyunca dikkat ettim. İnsanın daima en çok korktuğu şeyler başına geliyor. (s. 88)
- …insanların yalnız hakkıyla yapabileceği işle meşgul oldukları bir dünyada yaşamanın nasıl bir saadet olabileceğini düşünmemek, böyle bir dünyayı özlememek imkânsızdı. (s. 105)
- -Ama doktor, ben hasta değilim… Allah rızası için… Size anlattım.
Tekrar gözlerini gözlerime dikti. En katî sesle:
-Hastasınız… diye kesip attı. Psikanaliz çıktığından beri hemen hemen herkes az çok hastadır. (s. 112)
- Ağzımdan bir kelime çıktı. Onun etrafında bütün bir masal uydurdular. Mahvıma kadar gittiler. Ben maalesef kendim başladığım bir yalanın kurbanıyım. Bunu nasıl yaptım? Niçin yaptım? Bilmiyorum. Fakat bu iş böyle… Bir gevezelik… Başka bir şey değil. Belki burada bütün insanlıkla birleşiyorum. Hepimiz kendi masallarımızın kurbanıyız. (s. 115)
- Fakat neyi aldatabilirdim, kime anlatabilirdim? İnsan neyi anlatabilir? İnsan insana, insanlara hangi derdini anlatabilir? Yıldızlar birbiriyle konuşabilir, insan insanla konuşamaz. (s. 116)
- Masallara dikkat etmediniz mi? Hep kaybolurlar… Kaybolmak, yani ölmek, sonra tekrar dirilmek… Bir kompleksten kurtulmak için bundan daha emin çare yoktur. (s. 125)
- Uysal kalabalık insana başta kendisi olmak üzere her şeyi unutturuyordu. (s. 139)
- Hakikaten buradaki hayat, asıl kapının dışında bir hayattı. Ve onu yaşayanlar, o şekilde, yani hiç içeriye girmeyi düşünmeden, yahut da bir ayakları daima eşikte, yaşıyorlardı. Hiçbir mesele yoktu ki eninde sonunda bir kaçış, bir kurtulma vesilesi olmasın! Neden kaçarlardı, niçin kaçarlardı? Hiçbir mukavemetleri yok muydu? Yoksa hakikaten her şeye yabancı, her şeye kayıtsız mıydılar? Hayır, burada her şey biraz afyon, biraz uyku ilacıydı. (s. 141)
- Emine’nin ölümüyle son tutunduğum dal da kopmuş gibi büsbütün boşlukta kaldım. Kaybettiğim şey benim için o kadar büyüktü ki ilk önceleri bunu bir türlü anlayamadım. Ne de hayatımdaki neticesini ölçebildim. Sade içimde simsiyah ve çok ağır bir şeyle dolaştım durdum. (s. 149)
- Fakat hayır, bütün bunları yapabilmek kendisini alışkınlıklarının dışında denemek için başka türlü adam olmak lazımdı. Koşmak, kımıldamak, atılmak, istemek, isteyişinde devam etmek lazımdı. Bütün bunlar benim için değildi. Ben biçare bir gölge idim. (s. 151)
- -İnsan birisini bu kadar severse nasıl darılır? diyordu. Hiç darılabilir mi? Muhakkak yorulmuştur. (s. 171)
- Hayatım kelime öğrenmekle geçti. Hemen her safhasında sözlüğümü yeniden yapmıştım, hem de kendi hayatımda, etimle kemiğimle yaşayarak. (s. 185)
- En iyisi düşünmemekti. Kaçmaktı. Kendi içime kaçmak. Fakat bir içim var mıydı? Hatta ben var mıydım? (s. 187)
- Saat de insan vücudu gibidir. Çok defa alışılmış hastalıklar aranır. Yalnız bir fark vardır. Doktorlar tedavi ettikleri insanların bünyesini bazen bozarlar amma, herhangi bin uzviyetini değiştirmezler. (s. 198)
- Bilin ki zamanımızda bu gibi işler için kuvvetle istemek kâfidir. Hayat yürüyor, Hayri Bey… Siz kelimelerle zehirlenin durun, hayat her gün yeni bir şey keşfediyor. (s. 233)
- Saymak bizi daima aldatır. Gülünç ve eksik neticelere götürür. İnsan tek bir hal olsa istatistik denen bir şeye inanırım. İnsan karışıktır durmadan değişir. (s. 257)
- Çalışmak, zamanına sahip olmak, onu kullanmasını bilmektir. (s. 259)
- İnsan talihi bu idi. Hiç kimse yıldız olarak kalamıyordu. Muhakkak hayalimizdeki yerinden inecek, herkese benzeyecekti. (s. 275)
- Hayır, o maziyi düzeltmekle, hatta güzelleştirmekle meşguldü. Neden olmasın sanki, kendimize daima yaşanacak iklim yaratmaktan başka ne yaparız? (s. 311)
- -Bir harekette başlangıçtaki hızı tutmak, onu yaratmak kadar mühimdir. Siz bizim hareketimizi maziye nakille hızlandırdınız. Ayrıca da dedelerimizin daima inkılâpçı ve modern olduklarını gösterdiniz. Herhangi bir insan bile mazisiyle dargın yaşayamaz. Tarih, sadece tenkit için midir? (s. 316)
- Ne kadar abes ve manasız olursa olsun bir işin mesuliyetini alan ve benimseyen adam, ister istemez onun dairesinden çıkmıyor, onun mahpusu oluyordu. (s. 376)
- Yeniliği kendilerine ucu dokunmamak şartıyla seviyorlardı. Hala da o şartla severler. Fakat hayatlarında emniyetli ve sağlam olmayı tercih ediyorlar. (s. 387)
Ahmet Hamdi Tanpınar
Dergah Yayınları
Çok güzel alıntılar… Tekrar okumuş gibi hissettim ?✨