Banyoya kıstırdığı bir kadınla, neye uğradığını şaşırttığı gencecik bir öğrenciyle empati kuramayan bir adam, insanın derin çelişkilerine, kaygılarına ne dereceye kadar “gerçekten” nüfuz edebilir? Bunca riya, sözcük ve metafor dağlarının arasından sızıp eserin ruhunu kirletmez mi? En basit, ilkel sorunlarını çözememiş kişinin kurduğu dünya bu çiğlikten nasıl münezzeh olacak?
Alçak adamların yüksek edebiyatı – Zehra Çelenk – Gazete Duvar
Gazete Duvar’da Hasan Ali Toptaş’ın ve edebiyat dünyasındaki diğer taciz konularını ele aldı.
Bu yazının üstü “edebi” kişiliğini kullanarak kadınları taciz eden Hasan Ali Toptaş hakkında olduğu için üstü çizilmiştir.
Ihlamur Dergisi, 86. sayısında Hasan Ali Toptaş’ı konuk ederken yazara bu hitap ile seslenmişlerdir: Türkçenin yalın hâli. Öykü ve roman yazarımız olan ve Anadolu insanının dramatik yapısını kendisi gibi ‘duru’ bir şekilde ifade eden, anlaşılmak için değil anlatmak için yazan postmodern bir modernist olan ama her postmodern modernist gibi olmayan, yerli ve milli olan Hasan Ali Toptaş’ın hayatına ve de eserlerine bakarak, rüya kapanlarına konuk olacağız.
Hasan Ali Toptaş, 1958 yılında Denizli’de doğdu. Kendisini küçük bir Anadolu kasabasında, yalnız ve sessiz bir çocuk olarak tanımladı. Daha sonra, çocukken gördüğü düşlerden kendisine bir düş yarattı ve edebiyat dolu bir dünyaya ilk adımını attı.
“Sekiz yaşındayken başımın arkasında bir yara çıktı. O zaman çocukların saçları makineye tutulurdu. Uzatmak falan yoktu. O yaranın bulunduğu yerde saç çıkmamıştı daha sonra. Yuvarlaktı, ışıl ışıl parlıyordu… Oradan yayılan ışıltının kerpiç duvarlara, yanımdan geçenlerin gözüne yansıdığını düşünürdüm ben. Çok utanırdım. O yara beni neredeyse sokağa çıkmaya bile korkan, içine kapanık biri haline getirdi. Bir gün bir çocuk ötekilere dönüp “Aynalı geliyor, bakın” dedi. Sonra Hasan Ali’yi unuttular, adım ‘Aynalı’ kaldı. Masallardaki gibi kasabaya uzun boylu bir adam geldi. Kimsenin aklından geçmeyen bir şey yaptı, kasabanın pazarında tezgâh açtı. Denizli’nin meşhur Zafer gazozu, poğaçalar, simitler ve şehirden getirdiği kitapları koydu. Kitapları çok seven biriydi. Boş bulundum, oradan bir kitap aldım: ‘Konuşan Katır’. Muhtemelen ‘Binbir Gece Masalları’nda Şehrazat’ın anlattığı bir masal… Edebiyat Tanrısı’nın müdahalesi devam ediyordu ve masal kahramanının adı da Hasan’dı. Kötü kalpli büyücüler şehzadeyi katıra dönüştürmüş, katır gövdesinin içinden bakıyor dünyaya. Beni de kasabalılar ‘aynalı’ sıfatına hapsetmiş, ben de oradan bakıyorum. İlginç bir benzerlikti. Bu kitaptan edebiyat virüsü ne ise onu kapmış oldum.”
Hem icra memuru hem de yazardı. Hayatının büyük bir bölümünü Ankara’da geçirdi hâlen daha orada yaşamaktadır. Denizli’de doğmuş, orada okumuş, Uşak’ta yetişmiş; Ankara’da yaşamış olsa bile, kendisini bu illere ait hissetmemiş, verdiği röportajda; “Kendimi herhangi bir yere ait hissetmiyorum. Ne bir şehre, ne bir ülkeye, ne de dünyaya.” demiştir. Oysaki bu durumun ne Denizli ne Uşak ne de Ankara ile ilgisi vardır. Çünkü o yalnızca ‘duvarların’ insanıdır.
“Benim için nerede yaşadığımın bir önemi yok. Ankara’da yaşamak benim tercihim değil, yeryüzüne gelişim gibi, Ankara’da yaşıyor olmam da tamamen bir tesadüf. Ankara yerine başka bir yer, mesela bir Ege kasabası da olabilirdi. İstanbul sanatın ve kültürün merkezi midir bilmiyorum ama orada yaşamayı ben hiç düşünmedim, gelecekte düşüneceğimi de sanmam. İstanbul’da yaşamak benim hayatımda hiçbir şeyi değiştirmez zaten, ben duvarlar arasında yaşamayı seven biriyim.”
Eserleri ve Aldığı Ödüller;
İlk öyküsü 1983 yılında “Bayram Şekeri” adıyla Denizli Gazetesi’nde yayımlandı. Sonraki yıllarda Dönem, İmece, Temmuz, Varlık, Dönemeç, Eylül, İnsancıl, Yazıt, Yarın, Karşı Edebiyat, Kum, Lacivert, Milliyet Sanat ve Cumhuriyet Kitap gibi yayınlarda eserlerine ve yazılarına yer verildi.
1987 yılında ilk öykü kitabı Bir Gülüşün Kimliği, 1990 yılında ikinci öykü kitabı, Yoklar Fısıltısı yayımlandı. Ölü Zaman Gezginleri adlı öykü dosyasıyla 1992 yılında Çankaya Belediyesi ile Damar Edebiyat Dergisi’nin düzenlediği yarışmada birincilik kazandı. Aynı yıl Sonsuzluğa Nokta adında yayımlanmamış romanıyla Kültür Bakanlığı’nın düzenlediği yarışmada mansiyon aldı ve bu kitabı Kültür Bakanlığı tarafından yayımlandı. 1994’te Gölgesizler adlı yayımlanmamış romanıyla Yunus Nadi Roman Ödülü’nü aldı. Bin Hüzünlü Haz romanı, 1999 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü’ne, Uykuların Doğusu romanı ise 2005 Orhan Kemal Roman Armağanı’na değer görüldü.
İlk kitaplarının ardından övgüler alan yazar 2000’li yıllar itibariyle daha da tanınır, bilinir hale geldi. Yazarın ayrıca Yalnızlıklar, adlı şiirsel metinlerden oluşan bir kitabı, Kayıp Hayaller Kitabı adlı bir romanı, Ben Bir Gürgen Dalıyım adlı bir çocuk romanı; Harfler ve Notalar ve Başlarken Yalnızsın Bitirdiğinde Daha da Yalnız adlı iki de deneme kitabı vardır.
Almanya, Finlandiya, Güney Kore, Hollanda, İsveç ve Fransa’da yayımlanan Gölgesizler adlı romanı 2009’da Ümit Ünal tarafından aynı adla filme çekildi. Yalnızlıklar adlı eseri de önce Hollanda’da, daha sonra da Tiyatro Oyunevi tarafından Türkiye’de tek kişilik oyun olarak sahnelendi. 2013’te yayımlanan Heba romanı 2013 Sedat Simavi Ödülü’ne değer görüldü. 2016 yılında Kuşlar Yasına Gider romanı ve 2017’de Ümit Ünal’ın resimlediği Gecenin Gecesi öykü kitabı yayımlandı. 2019 yılında ise son kitabı olan Beni Kör Kuyularda adlı kitabını yayımladı.
Hasan Ali Toptaş’ın Yazarlığı veya ‘Zamana Müdahale’si Üzerine;
“Yazmak bir anlamda zamana müdahaledir zaten; edebiyatın ezeli reflekslerinden biri de zamanı olabildiğince yavaşlatmak, hatta durdurmaktır.” der yazar. Top oynamak bile istemeyen ve kendisini kelimeler ile oynarken bulan bu çocuk, kendisini birden Doğu’nun Kafka’sı haline dönüşmüş bulacak ve yazın dünyamıza keskin ve yadsınamaz bir giriş yapacaktı. Onun için yazmak, beste yapmak gibiydi. Aynı bir müzisyen gibi herkesin bildiği harfleri ve kelimeleri kullanarak hiç bilinmeyen kurguların dünyasına biz okuyucuları konuk ediyordu. Her bir harfi, aynı bir müzisyen gibi özenle seçiyor, kelimeler ile rüya kapanları yaratıyor ve içerisinde düş’ünü oynuyordu. Yazmak, onun için kendini var etmek oluyordu ama kendisini, kendi gözünde var etmek için okura yazıyor ama okur için yazmıyordu. Kendisini anlatmak, Anadoluyu anlatmak ve bir politik kavgayı anlatmak…
Yazar, bir romanın muhakkak politik bir üslubu olması gerektiğini savunurken şunu da ekliyor: ‘Her sayfasında da slogan olmak zorunda değil!’ Öyle de oluyor, eğer bir romanına denk gelmişseniz muhakkak görmüşsünüzdür ki, politik kavgasının ortasında Anadolu insanının kimsesizliği bulunur. Bir de kendi yalnızlığı…
Onun romanlarında daima bir ‘gitmek’ teması vardır. Bir yerden bir yere gitmek, içinde bulunduğun durumdan gitmek ve en çok kendi içine doğru gitmek. Kendi içine doğru gitmelerin, vasıta hallerinin üstadıdır Toptaş. Hareketsiz biri olduğunu söyler ve ekler, ‘benim hareketim hareketsizlik aslında, kelimeler…’ Kelimeler ile duvarlar arasında kurduğu rüya teminin içine daima ileriye değil zaman zaman da geriye gider Hasan Ali Toptaş. Kimi zaman bir Anadolu kasabasının bilinmeyen zamanına kimi zaman Ege’nin bir köyüne ama daima kendi içinden başka insanların içine…
‘Yazmak içini kanatmaktır ve kendini iyileştirmektir. Tek bir nedeni yoktur yazmanın, çoklu amaçtır yazmak. Ruhların acı çekmeye de ihtiyacı vardır.’ İnsanların ruhlarını görerek rüya kapanlarına girdirmesi onda en çok da acı çekme imgesini açığa çıkarmıştır. Acı çekmenin olgunluğuna erişen yazar, okuyucuyu da ıstıraplar giysisinden giydirerek, yolculuğa çıkartır ve yazmanın içini kanatmak görüldüğü ülkelere götürür. Kendisine has bir üslubu vardır. Bir tek kendine benzer, ‘sezgilerimle yazıyorum’ demesi de bundandır. Kelimelerinin gücü, deşifre ettiği gerçek insanları rüya kapanlarının arasında kahraman yapmış, bizlere ulaşmıştır.
Romanlarında üç imge çok belirgindir. Hayvanlar görülüp, kaybolurlar. Karakterler bilgili ve görgülüdür. Karakterler geriye dönerler. Gerçekle düş daima birbirine karışır, okuyucu imgelerin arasında kaybolurken gerçek ile düşün sınırı bulanıklaşır. Hayat karşısında belirli bir mücadele içerisinde olan kahramanlar çevrelerinde kendilerini var etmek üzere savaş verirler. ‘İlk romanı Sonsuzluğa Nokta’da, yolculuk ettiği otobüsün koltuğuna “büzülen” biri olarak tanıştırıldığımız Bedran’ın korkularından, anılarından, babasının gölgesinde geçen çocukluğundan, babasının tabancasını korka korka okşayışından, yanaklarında şaklayan tokatlardan, kasabada yapılan törenlerde kalabalıktan duyduğu sıkıntıdan, herkesten sakladığı şiirlerinden,evliliğinden’ bahseder. Korkular, çevre baskıları ve uyumsuzluk onun metinlerinde bir gölge temayülü yaratır.
Ihlamur Dergisi’nin 86. sayısına dosya konusu olarak konuk olan Hasan Ali Toptaş’ı birçok yazar çeşitli yönleriyle konu almıştır. Yazar hakkında en kapsamlı çalışmalardan biri olan bu dergiden üstadı daha da yakından tanımanız için kısımlar sunacağız sizlere:
‘Dikensi sessizliklerin yazarı. Başka bir gezegenin yazarı. Başka bir gezegenden yazıyor. Unuttuğumuz, dışladığımız, terk ettiğimiz gezegenden. Müphem, belirsiz, duru, içe içleyici, bir o kadar da kışkırtıcı ve de merak uyandırıcı… Kör adımlarla yürüyen bir dünyaya aydınlık eserler armağan ediyor. Metropollere inat, vahşi kapitalizme inat, çılgınca tüketime inat; eskiyi eskimeyeni eskimeyecek olanı; bu ülkeyi, bu dünyayı, bu gezegeni yazıyor. Sanki yazan konuşan anlatan o değil, sizsiniz. Bizi yazıyor, bizi hatırlatıyor. Hiçbir postmodern romancı onun kadar yerli yazmıyor.’ (Fahri Tuna, Hasan Ali Toptaş; Bin Bir Hüzünlü Romancımız, sayfa 31-33)
‘Toptaş’a göre insan, ana karnından ayrıldığı andan beri yalnızdır ve gurbettedir. Bundan dolayıdır ki; edebiyatın temel temalarından biri yalnızlıktır ve edebiyat, ölüm ve aşk eşliğinde süren bir kısır döngüden ibarettir. Yazarlık evreninin ana izleklerinden birinin ‘yalnızlık’ olduğu konusunda düşüncelerini sıralarken, edebiyatın dönüp dolaşıp aynı konuları farklı şekillerde ele aldığını belirten yazar; “Güneş altında söylenmemiş söz yoktur, sözü farklı şekilde dile getirme çabası vardır.” şeklinde görüşlerini dile getirerek, yalnızlığın da keyifli olduğunu ancak belirli bir dengede olması gerektiğinin de altını çizmektedir’ (Nesrin T. Karaca, Hasan Ali Toptaş ve Bir Söyleşisinden İzlenimler-Notlar, sayfa: 34-36)
‘Toptaş anlatılarının temel meselesi kurmaca alemin işleyişidir. Kendilerinin birer roman kahramanı olduğunu bilmeyen karakterlerin öte bir dünyayı sezişleri ve duydukları korku ile beraber karşı karşıya kaldıkları varlık karmaşası bu anlatılarda sık sık karşılaştığımız motiflerdir. Belirsiz kimliklerin, mekanların, zamanların içerisinde kişiler neden sonuç ilişkisinin askıya alındığı bir olay örgüsü içerisinde belirsiz bir sona doğru giderler. Vardıkları yer aslında başlangıç noktalarıdır ama okuyucu için bir daha bu serüveni tecrübe etme isteği uyandırır.’ (Mehmet Said Kavşut, Hasan Ali Toptaş’ın Eserlerinden İki Simge Kedi ve Köpek, sayfa: 42-45)
‘Hasan Ali Toptaş’ın kendi tabiri ile ‘herkesin her şeyi görmekten körleştiği’ dönemde insanın girift yapısı ile iç içe geçen hikayeler romanların kurgusuna girdi ve kağıda kaleme dökülen kaosun sanatsal formu raflarda yerini aldı. İşte bu kaos ve karmaşa çağının en iyi romanlarından biri de Gölgesizler’idir. Bu romanda bize tekrar eden kayboluşlar ve yeniden varoluşlar hatta başka formlarda dirilişleri anlattı. Gölgesiz varlıkların ne kadar iz bıraktıklarını bir şair titizliğinde seçtiği sözcüklerle sezdirdi. Gölgesizler anlama, bilme ve idrak etmeden ziyade hissetme, fark etme ve sezme romanıdır. Romanlarında hiçbir şeyi rastgele koymaz, gelişigüzel kullanılan tek kelimeye rastlayamazsınız. Türkçe’nin sınırlarını aşan, aşina olduğumuz günlük kelimelerin bu kadar uzak çağrışımlarla nasıl kullanıldığına şaşarak okuduğumuz bir romandır.’ (Tuba Yavuz, Varla Yok Arasında Devingen Bir Roman, Gölgesizler, sayfa: 49-52)
Kuşlar Yasına Gider romanının kahramanlarının ismi, Beckett ve Şehrazad’dır. Bu romanın otobiyografik bir roman olmadığını söylemesine rağmen yazar, “Ben, Beckett ve Şehrazad’ın evliliğinden doğmuş bir çocuğum.” der. Çocukluğunun kahramanlarını, hislerini, gördüklerini heybesinde saklamış bir yazardır o. Heybesinde bulunanlardan rüya kapanları yaratmış, zaman ve mekanın ötesinde ‘üst kurmaca’ yaratmıştır. Toptaş’ın romanları, rüya içinde rüya görmek gibidir. Uyandığınızı zannettiğiniz esnada, yeni bir rüyaya dalmış, kendinizi rüyanın içinde kapana kısılmış bulursunuz. İçinizi ısıtır, acıtır.
KAYNAKÇA:
Ihlamur Dergisi, Ocak 2020, 86. Sayı, Türkçenin Yalın Hali: Hasan Ali Toptaş
HASAN ALİ TOPTAŞ’ın Romanlarında İktidar ve Gölgesiz Erkek,