Woody Allen’dan Sanatseverler İçin Masalsı Ütopya: Midnight in Paris

Woody Allen’ın bu filmi Avrupa şehirleri betimlemeli filmlerin arasında en iyi olanı denilebilir. Sanat ve edebiyat tutkunları için bir şaheser demek hiç de yanlış olmaz çünkü filmin öyle karakterleri var ki sizi istemeden masalsı bir ütopyaya çekiyor. Film bu sayede gerçek ve hayalin iç içe geçmesiyle seyircilere bir şölen sunuyor. Woody Allen bu filmi ile 2012 yılında boşuna en iyi senaryo ödülü almamış. 

                           

Yukarıda da bahsedildiği gibi filmin bazı karakterleri var ki filmi, edebiyat ve sanatseverler için oldukça ilgi çekici hale getiriyor. Karakterimiz Gil ile birlikte bir zaman yolculuğuna çıkıyor ve 1920’ler Paris’ini ve sanat dünyasını yakından tanıyoruz. Gil gibi siz de tanıştığınız karakter ile şaşırıyor ve mutluluk  duyuyorsunuz. Hangi sanatsever istemez ki eski model bir arabanın içine binip 1920’lere yolculuk yapmayı? Hem de Zelda ve F. S. Fitzgerald ile… Arabanın götürdüğü partide Cole Porter’dan canlı olarak Let’s Do It şarkısını dinlemeyi… Gecenin ilerleyen saatlerinde Ernest Hemingway ile tanışıp sohbet etmeyi… Gil ne kadar şaşırıp mutlu oluyorsa, seyirci olarak sizler de bir o kadar şaşırıp mutlu oluyorsunuz. Woody Allen bu şekilde bu filminde de seyircileri aktif hale getirmeyi başarmış.

               

Allen, sanat dünyasından seçtiği karakterlerin kişiliklerini ve tarzlarını yansıtmakta oldukça başarılı olmuş ve bir kez daha kendi entelektüel birikimini dolu dolu yansıtıp seyircileri heyecanlandırmayı başarmış. Zelda ve Scott Fitzgerald’ın karakterleri öyle iyi yansıtılmış ki tıpkı Gil’in de dediği gibi “Zelda Fitzgerald tıpkı kitaplarda ve makalelerde okuduğumuz gibi. Büyüleyici fakat dengesiz. Scott ise onun dengesizliklerinin farkında fakat onun çıkmazını görebiliyorum çünkü ona aşık.” Hemingway’in Zelda’ya karşı tutumu da dikkat çekiyor. Zelda için Hemingway, Scott Fitzgerald’a şu cümleleri söylüyor: “ Bu ay yazıyor, geçtiğimiz ay başka bir şey yapıyordu. Sen bir yazarsın, yazmak için zamana ihtiyacın var. Böyle boş boş takılmaya değil. Zelda seni harcıyor, çünkü o tam bir rekabetçi. Trajik bir hata yapacaksın Scott.” diyerek onu Zelda hakkında uyarıyor. Gerçekten de Hemingway, Scott’ın edebi kariyerini etkilediğini düşünüyordu. Kıskançlık, Zelda’nın dengesiz ruh hali ama ne olursa olsun aralarındaki bağlılık ve en önemlisi de isimlerini Caz Çağı’na kazıyan bu iki yazar, filmde çok güzel yansıtılmış. 

               

               

Savaş, ölüm ve yıkım gibi temalarla karşımıza çıkan Hemingway’in replikleri ise adeta onun kitabından dizeler okumak gibi yansıtılmış. 

“ İşte savaş erkeklere bunu yapar ve çamur içinde ölmenin onurlu hiçbir tarafı yoktur; zarafet içinde ölmedikten sonra. Sadece onurlu değil, aynı zamanda cesur da olarak da.”

“ Bence gerçek aşk ölüm ile bir ateşkes yaratır. Tüm korkaklık sevgisizlikten ya da iyice sevmemektendir. Bu da aynı şeydir. Gerçek ve cesur bir adam ölümün gözlerinin içine bakar. Gergedan avcıları veya Belmonte gibi gerçek cesur adamlar. Çünkü ölümü akıllarından atacak kadar tutkuyla seviyorlardır. Ta ki her adamın başına geleceği gibi, geri dönene kadar. Ve yeniden iyi bir aşka ihtiyacın vardır.”

               

20’li yıllarını Paris’te geçirdiği bilinen Hemingway’in gerçek hayatta da Gertrude Stein ile tanıştıkları onun A Moveable Feast isimli Paris’teki anılarını yazdığı bu kitabında da geçiyor. Önemli Amerikalı bir yazar olan Gertrude Stein aynı zamanda 1900’lerin başlarında gittiği Paris’in sanat ortamına girer ve kısa zamanda Pablo Picasso, Hemingway gibi isimlerle yakın dostluk kurar. Stein’ın sanata ne kadar destek olduğu da o dönem için bilinen bir gerçektir. Filmde de bu Picasso’nun bir tablosuna yaptığı yorumla ve Gil’in kitabını okuyup ona yardımcı olması ile Allen’ın gözünden kaçırmadığı bir detay olmuş.

               

Allen’ın, Salvador Dali’yi de unutmayıp onun sürreal yaklaşımlarını replik arasından seyirciye komik bir şekilde aktarmış.

             

Sonuç olarak, özellikle sanat ve edebiyat düşkünleri için bu film adeta bir hazine değerinde. Birçok sanatçıyı aynı anda, 1920’ler Paris sanat camiası içinde izlemek oldukça keyif verici. Hikayesine bakıldığında ise günümüz sanat anlayışına karşı göndermeler de içeriyor ama genel olarak bakıldığında Paris’in eşsiz güzelliğini, harika bir müzik şöleni ve ünlü sanatçılarla güzel bir vakit geçirmenizi sağlıyor.

 

 

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Chicano Edebiyatı: Sınırda Kalmışların Sesi

Chicano edebiyatı; melez kimlik, aidiyet krizi ve kültürel direnişi sınırın iki tarafındaki hayatlar üzerinden anlatan güçlü, politik ve ruhani bir edebi hafızadır.

Harry Potter Serisinin Unutulmaz Replikleri

Harry Potter'ın büyülü replikleriyle büyücülük dünyasında kaybolmaya hazırlanın!

Küçük Gün Işığım Film İncelemesi: Kabullenmenin Gücü

Kusursuzluk arayışının değil, kendin olmanın kıymetini; sonuca değil, yolculuğa odaklanmanın anlamını keşfedeceğiniz sarsıcı ama iç ısıtan bir aile hikâyesine davetlisiniz.

Joseon’daki İstikrarsızlık: Kral Injo

İstikrarsızlığıyla Kore ulusunun gelişmesinin önünü kapamış bir hükümdar olarak hatırlanan ve günümüzde hala eleştirilen Kral Injo'nun tarihteki yeri.

Sessizliğe Karşı Yazmak: Kadın Yazarların Sansüre Direnişi

Sansür, yalnızca siyasi bir baskı mekanizması değil; aynı zamanda kültürel, ahlaki ve cinsiyet temelli bir sessizleştirme aracıdır.

Hasçelikler and the City: Dijital Bir Ailenin Hikâyesi

Hasçelikler and the City; dijital dünyada temsiliyet, samimiyet ve medya sınırlarını sorgulayan gerçekçi bir aile anlatısıyla izleyicileri içine çekiyor.

Cumhuriyet Aydınları: Behice Boran

İlk kadın sosyolog, ilk kadın siyasi parti genel başkanı, Marksist, yazar ve akademisyen olan Behice Boran; Türk solunun en güçlü temsilcilerinden biri olmuştur.

Tabloları Dinlemek: Édouard Manet

Bazı bakışlar ancak bazı nefeslerle tanımlanıyor. Manet'nin fırçası, Tezer'in nefesi gibi...

Edebiyatta Semtlerin İzleri: Emirgan

İstanbul'un en güzel semtlerinden biri olan Emirgan, şiirlerde de romanlarda da ele alınan bir semt olmuştur.

Natalia Ginzburg: Edebiyatın ve Direnişin Güçlü Sesi

İtalyan yazar Natalia Ginzburg, toplum ve aile temalarını sıklıkla işleyen, döneminin devrimci kimliğini benimsemiş ve bunu da eserlerine yerleştirmeyi uygun bulmuştu.

Editor Picks