Aç karınla sigarayı içmeyi severdim. Yatağımdan küllüğe doğru uzandığımda küllükten burnuma hafif yanık, yeni sönmüş izmarit kokuları geliyordu. Herhalde bi’ on beş hatta yirmi yıl olmuştur, bu koku her defasında midemi bulandırır, alışamadım. Sigaranın külünü tablaya döküp bir nefes daha aldım. Sigaraya başladım başlayalı her yakışımda bu son dedim de, zaten kararlarımı kendime dinletemedim.
Şöyle bi’ baktım mutfağa, açlıktan ölsem otopsi yapmazlar, teşhisi bir bakışta koyarlar zaten. Masanın üstünde ekmek vardı, küflenmemiş kısmını ağzıma atıp tükürüğümle ıslattım, yumuşatıp yuttum. Çaydanlığa uzanıp musluğa doğru tuttum. Belediye çalışıyordu, kahve kıvamında su hizmeti hiçbir yerde verilmez, bizimkiler verirdi bir tek. Ocağın elektrikli kısmına koydum, salona geçip televizyonu açtım. Tek kişilik dev koltuğumda battaniyeye sarıldım, uzandım öyle kendimce. Reklamları izlemenin verdiği hazzı az şey veriyordu bu dünyada. Hele bir de o reklamlarda satmaya çalıştıkları ürünün fiyatını söylediklerinde seviniyordum.
Matematiği severim, işlemler yapmak, denklemler kurmak. Dört gözü de doğalgazla çalışan çok acayip fırınlı, poğaça pişti gel al diye uyarı veren, bu su kaynadı sanırım diyen bir ocağı gösterdi televizyon. İki bin dokuz yüz doksan dokuz liraymış. Hemen çıkardı beynim kağıt kalemi, başladı yazmaya. Günde on lira kazanıyorum, günümdeysem yirmi oluyor bu. Bir ay boyunca ortalama on beş kazansam, dört yüz elli lira ayda iyi para. Yüz elli kira desen, belediye de şu cama yakın yere sokak lambası koyacakmış, koyarsa elektrik en fazla on beş lira gelir. Yemektir, erzaktır dersen toplasan en fazla o da yüz lira. Sigara da var tabi. Günde iki paketten “tamamı Anadolu’dan, dünyanın ünlü Türk tütünleri – Türkü” de hadi bir seksen beş say. O da tam yüz on bir lira yapar. Artan her parayı her ay köşeye koysam en kötü ihtimalle üç buçuk yıla bu “bikbikli”, doğalgazlı uzay mekiği benim olurdu.
Grigori Perelman da böcekleri sayarak çözmemişti Poincare önermesini.
Çaydanlıkta kaynayan suyu kaldırdım, sürahinin içine koyarken annemin eşyalarından kalma ev tülbenti ile süzdüm. Taşı toprağı süzünce su kendi rengine kavuşmuştu. Açtım dolabı, soğumaya bıraktım, akşam geldiğimde içecek bir suyu olduğunda insan kendini huzurlu hissediyordu.
Ay başı tabi, posta kutularının hepsinde doğalgaz faturası var, bir tek 13 numaranın yok. Zaten ara katta yaşıyorum, üst komşu 3 çocuklu aile, kışın hiçbir yere gidemezler, o kalorifer mutlaka akşama doğru açılır, sert soğuklarda sabaha kadar açık bırakırlar. Anne yadigarı canım ocağımda elektrikli göz ve böyle komşular olduktan sonra doğalgaz hattını kapıda kestirmeye karar vermiştim.
Zeki adamın dükkanı vardır, aptalın da gömleği. Bu esnaflar sokağından geçerken hep bu dede sözünü düşünürüm. Kredimin yüksek olduğu tek yerdi esnafların sokağı. Bir çay içsem illa ısmarlayan çıkar, Hayri Amca her sabah poşetten bir domates çıkarır verir, “Bak bu domates aslında meyveymiş, elma gibi yicen kazağına silecen öyle yicen” der, sonra kazağıma bakıp, “ye geç be herif” der bazen de. Aşağılar gibi konuşmaz, Hayri Amca emekli öğretmen, kimseyi hor görmez. Ülkenin en aydın, en kültürlü öğretmenidir Hayri Amca, onu da emekli etmişler. Adam domatesin meyve olduğunu bilecek bir düzeye kadar gelmiş ama yaştan dolayı emekli etmişler. “72 farklı il gördüm, 20 farklı şehirde kara tahtaya geçtim, ben sizin kadar bilgiye aç insan görmedim” demişti bir keresinde de, bize yine farklı bilgiler verirken.
Ben çayın bardakta kalan son demlerini yudumlarken, Hayri Amca uzattı yine domatesi. “Yok sağ olasın” diyemedim, küflü ekmeğin küfsüz kısmı midemde erimemiştir, onla iyi gider diye düşündüm, ısırdım domatesi. Adem elmayı bu iştahla ısırmamıştır.
Hayri Amca ilk defa yüzüme gülümsemeden, “kendine iyi bak Ömer” deyip sokağın sonundaki evine doğru yürüdü. Ardından gereksiz bir üşüme, içimi titreten bir ürperti oldu. Hayri Amca evine girerken arkasından gitmek, her sabah verdiği domatesler için teşekkür etmek, elinden öpmek istedim. Ama o an aklıma çaydanlığı elektrikli gözden kaldırıp kaldırmadığım sorusu geldi. Hayri Amca her sabah zaten bana domates veriyor, yarın sabah teşekkürümü iletirim diye düşünüp koşar adımlarla eve çıktım. Çaydanlığı kaldırmışım kaldırmasına ama ocak açık kalmış. Allahtan aspiratörü daha önceki ufak yangınımda söktürtmüştüm ev sahibime de tutuşacak bir şey yoktu etrafta. O sırada sokaktan bir koşuşturma, bir bağırış çağırış sesi geliyordu. Toki bina yaptı yapalı gecekondu kavgası olmazdı, derken ambulans sesi kulağımda yankılanıyor, kendime Ömer olarak iyi bakamıyordum. Koşa koşa sokağa indim, sedyede gördüm Hayri Amca’yı. Gözlerim görmeseydi, nefesim kesilseydi, bilincim yitseydi, öğrendiğimi unutsaydım – bildiklerimin yarısını öğrendiğim Hayri Amca’nın da öğrettikleri dahil – her şeyi unutsaydım, evim yansa kül olsaydı, bir elinden öpeydim, düştüğünü göreydim de seni ömrüm boyunca sırtımda taşısaydım, şahit olmasaydım.