Türk Romanlarında Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Kadına Şiddet

Toplumsal cinsiyet, kadın ve erkek arasındaki biyolojik farklılıkların yanında toplumsal ve kültürel olarak da değerlendirilmektedir. Böylelikle, kadın ve erkeklerin hangi faaliyetleri yapabileceklerine, hangi haklara ve güce kimin ne derece sahip olması gerektiğine dair toplumsal beklentiler değişim gösterebilmektedir. Toplumdan topluma ve aynı kesimden bir diğer kesime değişiklik gösterse de ortak noktalar bulunmaktadır.

Türkiye’de kadının konumu, modernleşme atılımının tarihsel gelişme süreci içerisinde biçimlenmiştir. Kadının toplum içindeki yeri, Tanzimat dönemi ile başlayan ilk modernleşme çabalarıyla, yani Batı toplumsal modeline yönelişle birlikte tartışılmaya başlanmıştır. Tanzimat Döneminden itibaren görülen batılılaşmada en çok sosyal düzenlemeler yaşama geçmiştir. Roman karakterleri değişirken kadınlarda bu değişimden paylarını almıştır. Tanzimat’ta kadınların sosyal yaşamındaki değişikleri sadece modadan, tüketim kalıplarındaki farklılaşmadan ibaret değildi.

Dolayısıyla kadınla ilgili yapılan bütün düzenlemeler devlet feminizmi ağırlıklı olunca, Türk romanında kadının varoluşu da bir meydan okuyuş değil, toplumsal rolleriyle uyumlu kimlikler şeklinde yer almıştır. Bunun bir sonucu olarak Türk yazınında kadın imgesi iki ana düzlemde değerlendirilebilir: Biri, bir geçiş döneminin toplumsal, ekonomik siyasal bütün çalkantılarını bir değer bunalımı, dolayısıyla bir ahlak sorunu görüp üst yapıda sürdüren bir bakış açısının yansıttığı kadın imgesi; öbürü ise çağdaş bilim ve felsefenin verileri ışığında ele alınan, bireyi toplumsal bağlam içerisinde ve ilişkilerinin örüntüsünden soyutlamaksızın roman ve öykü kişisi rolünde yeniden değerlendiren yaklaşımın ürünü olan gerçekçi kadın imgesi. Kadın toplumun geri kalmışlığında odak noktası olarak seçilip toplumun çözülmesi gereken meseleleri için “sorun” olarak ele alınmasıyla beraber gündeme taşınma konusu olarak da ağırlığını korumaya devam etmiştir.

Tanzimat Döneminde Kadın

Tanzimat Dönemiyle birlikte yenileşme hareketleriyle kadınlara eğitim olanakları açılırken, mesleki ve eğitim olanaklarının kapıları da aralanmaya başlanmıştı. Tanzimat romanlarında kadın, erkek egemen toplumda cinsiyet rollerine uygun davranmasıyla kabul ediliyordu. Evlilikten, aile ilişkilerine ve duygularını ifade ediş şekillerine göre toplumun beklentilerine uyan davranışları yerine getirdikleri takdirde hoş görüyle karşılanıyorlardı.

Şemsettin Sami’nin “Taaşşuk-ı Talât ve Fitnat” adlı romanının kahramanı Fitnat, Namık Kemal’in “İntibah” kitabındaki Dilaşup, Ahmet Mithat’ın “Felâtun Bey ile Rakım Efendi” sindeki Canan, Sami Paşazade Sezai’nin “Sergüzeşt” indeki Dilber, erkek yazarların ideallerindeki melek huylu, güzel ve erkek egemenliğini severek kabullenmiş kadınlardır. Tanzimat romancılarının işlediği karşıt tip, ölümcül kadın ise erkeğin egemen olduğu toplumda, otoriteye başkaldıran bağımsız kadını temsil ettiği için melek değil, bir şeytan gibi okura sunulur. Hile, yalan, entrika, cinayet onun silahlarıdır. “İntibah”taki Mehpeyker’i, Nâbizade Nâzım’ın Zehra’sını, “Yeryüzünde Bir Melek”teki Arife’yi bu temsilin örnekleri arasında sayabiliriz (Moran, 1999).

Bunlara birkaç örnek verecek olursak;

Edebiyat tarihi açısından Türkçenin İlk Romanı kabul edilen Şemsettin Sami’nin Taaşşuk-u Talat ve Fitnat adlı eserinde kadının sosyal hayatı içerisindeki yerinin getirdiği bazı kısıtlamaların yol açtığı geleneksel, cinsiyete yöneltilen eşitsizliklerden bahsetmemiz mümkündür.

Sami Paşazade Sezai’nin Sergüzeşt adlı eserinde, dönemin toplumsal yapısında esir alınan bir kızın dramı anlatılır. Eleştirel bağlamda ele aldığımızda, kurban tipi, masum, namuslu, kendini erkeğine adayan genç kız ya da kadın temsili olarak okuyucuların dikkatini çekmektedir.

Sami Paşazade Sezai’nin “Sergüzeşt” romanı, Türk romanında kölelik kurumunun en eksiksiz biçimde işlenişi ve en kapsamlı eleştirisidir; ayrıca köleliğin kaldırılmasından önce bu yöndeki son girişimi temsil eder.

Namık Kemal’ in ‘’İntibah’’ romanında kadın sosyal varlık kimliği ile ele alınarak, kendine özgü huyları ve duygularının açıklanmasıyla bir kadın tipi olarak karşımıza çıkmaktadır.Namık Kemal’in romanlarında iyilik-kötülük, sadakat-ihanet kavramı içinde kadını benzetme usulü kullanarak, onlara ibretlik dersi vermeyi amaçlar.

Ahmet Mithat Efendi ise, kadına yönelik düşüncelerinde hiçbir yeniliği savunmayarak İslamiyet ve ataerkillik çerçevesinde yazmıştır. Fikirlerinde kadın-erkek eşitsizliği, sadece kadın için geçerli olan namus söylemi, kadının kimliği ve eğitimi konusundaki gerekliliğin evlilik sınırları dahilinde olabileceğine dair sınırlı olan bir bakış açısı söz konusudur. Eserlerinde iyi eğitimli ya da yanlış eğitim almış kadınlar göze çarpmaktadır.

Çakmak’a göre, Ahmet Mithat, Feminizmin dediği gibi, kadını erkekle eşit kılma taraftarı olmamakla beraber, toplumda bir kenara itilmesini de kabul etmez. Kadına toplumda layık yerin verilmesini ister. Bununla birlikte, kadının fizyolojik bakımdan erkekten farklı olduğuna inanır. (…) Ahmet Mithat, kendi zamanındaki evlilik sistemine karsı olup gençlerin birbirini tanıyarak evlenmesi taraftarıdır. Bu hakkı şeriat zaten tanımaktadır. Mühim olan bu sırada kadın iffetinin korunmasıdır. (…) Ona göre Sarkın çok kadınla evliliği, Garbın gayri meşru yaşayışına karsı bir tedbirdir. Ahmet Mithat, eğitimde kızlara da erkeklerle eşit haklar tanınmasından yanadır. Kızların iyi bir evlilik yapabilmeleri için iyi bir eğitim görmeleri gereğine inanır.

Recaizade Mahmut Ekrem, alafrangaya özenen, romantik, eğitimsiz, düşkün karakterleri kurgulamıştır.

Edebiyat sosyolojisi yönünden baktığımızda ise ilk Türk romancılarının çabaları, kahramanlık ve mistik aşk temalarıyla gelişen popüler hikâyeleri ve romanların karakteristik anlatım klişeleriyle konuşma dilini kullanarak, Batı edebiyatından alınmış bir çerçeveye yerleştirmeye yönelik değerlendirilebiliriz. Toplumsal yenilikler yapılırken bir yandan kadınlar geleneksel rollerine hapsolarak toplumsal sorun olarak görülmeye devam ediyordu. Kadınların mahrem alanları ev ile sınırlanmaktaydı fakat mahrem alanın demokratik dönüşümü ise sosyal yenilikler ile tartışma ortamı bulmuştu. Aile üzerindeki bağlarsa, iş birliği ve iktidar üzerine kurulu olduğunu görebiliriz. Tanzimat Döneminde; kadını ikincilleştiren, değersiz kılan, erkeğin dünyası dışında kalan tiplemelerdir.

Cumhuriyet Döneminde Kadın 

Cumhuriyet Döneminin genel romanlarına baktığımızda kadın ve erkek arasında milliyetçi uzlaşmaya tanıklık edebiliriz. Halide Edip Adıvar’ın romanları en yetkin örnekler arasındadır. Burada erkeklere denk olarak gösterilen eğitimli (modern kadınlar), “cinsiyetsiz’’ kadınlar olurken; cinsellikleri ve arzuları da yok olmaktadır. Modern kadın, arkaik ataerkil zihniyetin gözündeki et, makine, hizmetçi olmaktan çıkar; milletin annesi, öğretmeni olur. Halide Edip’in romanlarında milli ahlak ve değerleri içselleştiren kadın karakterler, güçlü ve örnek alınması gereken “ideal kadın” tipi olarak gösterilmektedir. Tanzimat dönemi romancılarından ayrılan önemli özellikse, kadının konumunu sadece aile içinde konumlandırmayarak hem aileyi hem de kadını kamusallaştırmak yoluyla annelik ve biyolojik- toplumsal rollerini kamusal alana taşımasıdır.

Şöyle bakmak gerekirse, alafranga, yozlaşmış kentli kadının karşısında iffetli, saf ve çalışkan yerli kadın örneği özellikleriyle konan “Anadolu köylü kadını” idealizasyonu 1910-1930 milli Türk edebiyatında sürekli tekrarlanan bir tema olmuştur. Ancak Gülendam’ın belirttiği gibi gerçek şu ki, çoğu köy hayatını konu edinen romanlardaki evli köylü kadınlar; genellikle evin işlerini yapan, tarlada ve hayvanların bakımında kocasına yardım eden, soyun devamını sağlayan, resmi anlamda eşleriyle genellikle hiçbir bağı olmayan cahil kişilerdir. Köy kadınlarının erkekler tarafından şiddete maruz kalması ve cinsel açıdan bir metâ olarak görülmesi bu kadın karakterlerin en önemli yönlerindendir(Sancar,2014).

 

Buna birkaç örnek verecek olursak;

Reşat Nuri Güntekin’in “Acımak” romanında erkeklerin aileyi ve kadınları yönetememelerinde, namussuz, şehvet düşkünü kadınlarla olarak başlarına gelecek olayları trajik olayların eşliğinde okuyucularına aktarır.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Ankara’’ romanındaysa, eserin kahraman olan Selma’nın yaşadığı ruhsal büyümeyi konu almaktadır. Yakup Kadri’nin romanlarında kadın ve erkek kimliği açısından bir arayış bulunmaktadır.

Ataerkil modernleşmede ideal kadın kocasına sadıktır, erkeğin sadakatsizliğini dahi affederek yeni düzen kurma gücüne sahiptirler. Erkekten bir şey istemeden yaşayabilen ve anlamsız hürriyet istemeyen kişidir. İradeli, istediği kişiyi seçebilen, sosyal yardım işlerinde çalışmayı anlamlı bulan, halkla kaynaşan, erkeğe muhtaç olmadan yaşayan kadın modelini burada görebiliriz.

Toplumsal Cinsiyet rolleri, kadınları eve hapsetmekte, kadınlara denetlenen rolünü vererek erkeklere de denetleyen rolünü vermektedir. Bu bağlamda kadınlar özgür olmayarak, toplumdan dışlanmıştır.  Cumhuriyet Dönemiyle kadın karakterler kamusal yaşama yeni sosyal rollere sahip şekilde girdiği bir dönem olmuştur.

Buna örnek verecek olursak Reşat Nuri Güntekin’in “Çalıkuşu’’ romanında Feride karakteriyle topluma topluma hizmet eden bir eğitmen modelini görebiliriz. Kadına, demokratik niteliği olan halkçılık-aydıncılık açısından ışık tutmaktadır. Feride toplumun aydınlanmasına ışık tutan bir kadın karakteridir.

Peyami Safa, Fatih-Harbiye romanında Atatürk reformları ile değişim geçiren kadının yaşadığı çelişkiyi sergilemiş, bir anlamda bu kadına yol göstermeye çalışmıştır. Yazar, bu romanda kadının doğru olanı bulabilmesi için, ona etrafındaki erkeklerin yardım etmesi gerektiğini vurgulamıştır. Kadına yeni bir hayat tarzı sunduktan sonra geri çekilmek, onu yapabileceği hatalar konusunda uyarmamak, olumsuz sonuçlar doğurabilir, düşüncesini savunmuştur. Cumhuriyetin ilk dönem romanlarında erkek yazarların edebi metinlerinde kadın temsilleri hakkında ileri sürülen düşüncelerin yanında kadın yazarlar açısından kısaca bilgi vermek gerekirse, Güzide Sabri, Muazzez Tahsin Berkand, Halide Zorlutuna, Peride Celal, Cahit Uçuk, Kerime Nadir ve Şükûfe Nihal gibi kadın yazarlar ise romanlarında okumuş genç kızların özgür davranışlarından duydukları rahatsızlıklarını genelde dile etirmişlerdir. (Sancar, 2014)

Cumhuriyet dönemi romanlarının cinsiyet hiyerarşisinin aşılması konusunda pek istekli olmadığı görülse de Tanzimat dönemindeki birtakım yeniliklerle ortaya çıkan kadın temsilleri Cumhuriyet ile birlikte “kamusal görünürlük” kazanmaya başlamıştır. Fakat, kadın sorunu değişmemiştir. Roman sosyolojisi açısından değerlendirildiğinde, Osmanlı’nın son döneminde entelektüel-tarihsel bağlamda modernleşmenin cinsiyet rejimini ortaya çıkarmasıyla, gelecek dönemlere zihniyet olarak devredildiğini görebilmekteyiz. Ulus devlet pratiğinde Türk modernleşmesinde kadınların kamusal alana çıkması desteklenirken bir yandan da çok güçlü bir korkuyu kışkırtmıştır; kadınların denetimden çıkması, toplumun bozulması gibi. Bundan dolayı modernleşen orta sınıf kadınlar, kamusal alana çıkmanın bedelini özel alanda klasik ataerkil ilişkilere boyun eğerek kabul etmişlerdir.

Tanzimat dönemindeki birtakım yeniliklerle ortaya çıkan kadın temsilleri Cumhuriyet ile birlikte “kamusal görünürlük” kazanmaya başlasa da kadın sorunu değişmemiştir. Roman sosyolojisi açısından değerlendirildiğinde, Osmanlı’nın son döneminde entelektüel-tarihsel bağlamda modernleşmenin cinsiyet rejimi ortaya çıkarak, gelecek dönemlere zihniyet olarak devredildiğini görüyoruz. Burada kadına düşen cinsiyet değil, toplumsal anlamda onlara verilen rollerle beklentileri karşılamaktı.

Tanzimat döneminden Cumhuriyet dönemine kadarki süreçte ise kadınların eğitim ve hukuk alanında  haklar tanındığını görebiliriz fakat kadınların toplumsal ekonomik statüleri tam gelişmediği için haklarını kullanmakta her zaman sıkıntı yaşadıklarına tanıklık edebiliriz.

KAYNAKÇA

Çakmak, B. TANZİMATTAN CUMHURİYET’E UZANAN ÇİZGİDE OSMANLIDA KADIN HAREKETLERİ, DÖNEMİN TİYATROSUNDA KADININ TEMSİLİ VE KADIN SORUNU. Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölüm Dergisi, (18).

MORAN, Berna. (1999). Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2, 6. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları.

Sancar, Serpil. (2014). Türk Modernleşmesinin Cinsiyeti, 3. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları.

Şeker, Aziz (2017). Türk Romanında Toplumsal Cinsiyet Açısından Kadın Temsillerine Yönelik Sosyolojik Bir Çözümleme, Cilt 10, Sayı 54.

Yılmaz, Fatma. (2018). Türk Romanlarda Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Psikolojisinin Sosyal Temsilleri, Cilt 6, Sayı 13.

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Hal Hal: Barış Manço’nun Neşeli Bir Mirası

Bu yazıda, "Hal Hal" albümünün müzikal yapısını ve yıllar boyu bizlerde bıraktığı etkiyi inceliyoruz.

Pop Rock Türüne Ait En İyi 12 Yabancı Şarkı

Pop rock türüne damga vurmuş 12 muhteşem parça sizlerle.

Stil İkonu Prenses Diana: Moda Tarihine Geçen Görünümler

Kalplerde taht kuran Prenses Diana’nın özgün seçimleri ve zamansız zarafeti…

Sinema ve Renk Psikolojisi: Filmlerde Renk Kullanımı İzleyiciyi Nasıl Etkiliyor?

Sinemada renkler anlatımı derinleştirerek izleyicinin duygu ve düşüncelerini etkiler. Bu, filmle kurulan bağı güçlendirir ve anlamın görsel yolla aktarımını sağlar.

1876 Darbesi’ne Giden Yol: Abdülaziz Neden Tahttan İndirildi?

1876’da Mithat Paşa ve arkadaşlarının darbesiyle Abdülaziz tahttan indirildi, II. Abdülhamid anayasa vaadiyle Osmanlı tahtına çıktı.

Incendies Film İncelemesi: Ateşin İçinden Doğan Direniş

Incendies, yıkımın ortasında kadınların ve çocukların sesiyle yükselen bir ağıt gibi; sizi susturulmuş acıları duymaya çağırıyor.

Tutuklu Öğrenciler Unutuldu mu?: Psikolojik ve Kültürel Evrimsel Bir Analiz

Ekonomik kırılganlık, politik ve hukuki sorunlara dair tepkiler önemli olan Türkiye’de; aile yapısı ve çocuk yetiştirme stilleri, tutuklu yargılanan öğrencilere dair sessizliğe de etki ediyor olabilir mi?

Projeksiyon: Sorun Bizde mi, Karşımızdakinde mi?

Kendimizde bastırdığımızı başkalarında mı görüyoruz? Projeksiyon, içsel çatışmaların dışa yansımasıdır. Belki de sorun bizde, sadece farkında değiliz.

Shrek İzleme Rehberi: Gözden Kaçan Detaylar

Shrek serisinde gözden kaçan parodiler, kültürel göndermeler ve eleştiriler: Disney'den Matrix’e, klasik anlatılara alternatifler sunan katmanlı bir okuma.

Big Fish Film İncelemesi: Hikâyelerin Hatırasında Yaşayanlar

Big Fish, hayal gücüyle örülü yaşam öyküsünde sevgiyi, kaybı ve bağışlamayı masalsı metaforlarla anlatıyor; izleyicisini büyülü bir yolculuğa çağırıyor.

Editor Picks