“Toplum olarak yaralıydık sanırım. Amaçsızlığmız sürekli birilerinin yarasına dokunuyor gibiydi. Kimse bizim hiçbir fikre bağlı olmaksızın sırf şaklabanlık olsun diye tuhaf kaçan şeyler yaptığımızı algılayamıyordu. Biz, takılmadan giden bir çizgiye atılmış kesiklerdik ya da akan suyun önüne çekilen set.” (Yankı, Can Yayınları, sayfa 114)
Karanlığın, korkunun, tekinsizliğin ve dahili insan acımasızlığının anlatıldığı on iki öyküyle karşılıyor bizi Müge Koçak. Her hikâyede, nereden geldiği belli olmayan bir ayak sesi duyar gibi ürpeliyor; anlatılanların gerçek hayatın yansıması olduğunu anımsadıkça ayak seslerinin kitabın içinden geldiğini anlıyorsunuz.
Birbirinden oldukça farklı kurgulanmış öykülerden oluşan Yankı‘nın ortak özelliği ise; tüm kitap boyunca sezdiğiniz o ‘rahatsız edici’ tavrın devam etmesi. Arka kapak yazısında da belirtildiği gibi, toplumun en acımasız yönlerini ele alan ve bu yönleri doğrudan kaleme döken Müge Koçak, okuyucuyu ‘rahatsız edici, hatta denebilir ki riskli meseleleri irdeleyen’ öyküler ile 118 sayfa baş başa bırakıyor.
Öyküler, yaşadığımız zamanların hislerine ve hissetmemiz gerekenlere vurgu yapan kurgulardan oluşuyor. Kitaptaki karakterler ise kadın cinayetleri işleyen, nezarethanede kalan, paraya tapan, annesiyle geçinemeyen, kedi ile anlaşamayan, covid olan kısacası kendi veya başkaları yüzünden memnuniyetsiz kalan; memnuniyetsiz olduğu için de çevresindeki insanlardan daima öç almaya çalışan ya da kendisinden öç alınan kahramanlardan oluşuyor. Bu kahramanlar ise sokak başında karşılıyor, koluna giriyor ve yol bitene kadar kendi ‘hayat hikâyelerini’ paylaşıyor.
Hikâyelerin içerisindeyken, Müge Koçak’ı görmüyorsunuz. Her kahraman ‘absürd’ dedirtecek şekilde olayların içerisinde bile olsa içinizdeki bir his, bir ‘yankı’ hikâyenin gerçek olduğuna ikna ediyor sizi. Sizin yapmanız gereken ise Müge Koçak’ın belirlediği yolu yürürken kahramanların ayak izlerini takip etmek.
Ülkenin gerçeklerini belirlediği yolda büyük bir açıklıkla yüzümüze vuruyor yazar.
‘Benden çıkan bu tekinsizlik, kelimelere dökülüp, kitap hâline geldi’
Kitabını içindeki tekinsizliklerin yansıması olarak gören Müge Koçak’ın kalemi sizi tedirgin ederken, hikâyelerin içine girdiğiniz için huzursuz etmiyor. Aksine ulaşamadığınız, göremediğiniz hayatları seziyor ve bir ‘bilinç’ kazanıyorsunuz. Bu bilinci kazanırken ise muzip ifadeler ile tam anlamıyla kendi hayatınızdan kopmuyorsunuz. Kahramanlar ise hikâyelerin içinde kendi hayatlarından bir çıkış yolu buluyor.
Karamsarlığın içinde bile ‘kötülüğün’ yankısının kendi hayatınıza uzandığını görmek isterseniz, Müge Koçak’ın kaleminden “Yankı” Can Yayınları’ndan okuyucuyu bekliyor.
“Baktığın aynanın buğulu olma olasılığını düşün. Görüntüyü netleştirmek için birilerini bekleyenler, aynayı bulanıklaştıranların kendileri olduğunu bilmeden oturdukları koltukta kendi nefesleri ile yaşlanırlar…” (Yankı, Can Yayınları, 35)
Kaynakça:
- Müge Koçak, Yankı, Can Yayınları, 1. Baskı
- Müge Koçak İle Yankı, Zeytin Dalı, Medyascope Kanalı


