Sürdürülebilir Kent Yaklaşımı: Yavaş Şehirler

" hide_table_content="td_encvalW2dpemxlXQ=="]

Canlıların varlığını sürdürebilmesi için bağlılık içinde olduğu doğa ve doğanın sunduğu kaynaklar, tarih boyunca insanlığın gelişimiyle paralel olarak gün yüzüne çıkmış ve yaygınlaşmıştır. İnsanlığın tarih boyunca gelişmesi ve farklı bağlamlarda biçimlenmesiyle ihtiyaçları da aynı doğrultuda çeşitlilik kazanmıştır. Sanayi devriminden sonra ülkeler arasında yaygınca görülen iktisadi rekabetin bir getirisi olan kentleşmede artış görülmüştür. İnsan faaliyetlerinin birbirleri ile bağlantılı olarak ortaya çıkardığı pek çok kentsel problem de kentleşmenin hız kazanmasıyla varlık kazanmıştır. Dünyaya ve onun ekolojik sistemine yapılan baskılar gün geçtikçe artmış ancak 20. yüzyıl dolaylarında insanlık sistemsel bozulmaların farkına varabilmiştir. Tarih boyunca insanın kendini ekolojik sistem içinde yer alan canlılar arasında üstün görmesi ve eylemlerini bu yönde şekillendirmesine yönelik farkındalıklar, geleceğe dair kaygıların da etkisiyle oluşabilmiştir.

Dünyanın ve onun bizlere sağladığı kaynakların miras olarak algılanmasından ziyade emanet olarak görülmesi çevreye verdiğimiz zararlara dair farkındalığımızı ve çevreye olan sorumluluğumuzu görünür kılacak eylemlere yönelmemizi mümkün kılabilmiştir. Bu bağlamda ortaya çıkan ve eylemlerimizi şekillendiren bir kavram olarak sürdürülebilirlikten bahsedebiliriz. Ercoşkun’un ifadesiyle* sürdürülebilirlik, ekosistemindeki tüm çeşitliliğin ve yenilenemez kaynakların gelecek nesillere aktarılabilmesi için, insanın ekosistem üzerindeki olumsuz etkilerinin sistemin taşıma kapasitesinin üzerine çıkmayacak düzeyde tutulması olarak ifade edilebilir. Bunun yanında sürdürülebilirlik kavramının ekonomik, sosyal ve çevresel olmak üzere üç boyuttan oluştuğu da ifade edilebilir. Bu üç boyutun her biri farklı bir amaca hizmet etmektedir. Sırasıyla ilki adil paylaşımı ikincisi  katılımı ve birlikteliği ve son olarak üçüncüsü ise doğal kaynakların korunmasını işaret etmektedir. Sürdürülebilirlik kavramının bu üç unsuru birlikte ve aynı zamanda hareket ettikçe sürdürülebilirlikten alınacak verim de aynı ölçüde artacaktır. Bu bağlamda ele almamız gereken bir diğer kavram da sürdürülebilir kent yaklaşımlarından biri olan yavaş şehir(cittaslow) kavramıdır. Bu kavramın varlık kazanmasından da anlaşılabileceği gibi kentleşme sadece ekonomik değişimleri ya da farklılaşan fiziki çevreyi işaret etmemekle birlikte düşünce ve davranışları da şekillendirmektedir. Bu bağlamda güncellik kazanan sürdürülebilir kentler, kentlerin çevre ile uyumlu bir paralelde geleceğe taşınmasını amaçlamaktadır. Sürdürülebilir kentler bu anlamda konforu ve modern yaşamın gereklerini sağlamanın yanında uygun çevresel politikaları da uygulayabilen kent veya kentsel alanlar olmak durumundadır.

Sürdürülebilirlik üzerine bu tartışma içerisinde ele alacağımız Cittaslow “Yavaş Şehir” yaklaşımı, İtalyanca citta (şehir) ve İngilizce slow (yavaş) kelimelerinden oluşmuştur. Cittaslow kavramı küreselleşmenin yerel unsurların dokusunu bozmasına dikkat çekmekle birlikte; aynı zamanda Slow Food (Yavaş Yemek) hareketinden doğmuş bir şehirler birliğine de işaret etmektedir. Bu birlik küreselleşme ile birlikte şehirlerin sükûnetine, çevresel özelliklerine, yaşam tarzlarına dair yaşanması muhtemel değişimlere odaklanmaktadır. Küreselleşmenin yaygınlaşması, şehirler arasındaki farklılıkları törpülemekte ve yerel olarak ifade edebileceğimiz o şehre özgü değerleri aynılaştırmaktadır. Böylece bir şehre ait özelliklerin yarattığı ayrıcalık ve farklılıklar küreselleşme ile kaybedilmektedir. Küreselleşmenin yaygınlaşması, beraberinde karakteristik özelliklerini kaybetmiş ve sıradan bir model içine dahil olmuş şehirleri getirmektedir. Bu durumu destekleyen bir nokta olarak da günümüz dünyasının ekonomik, politik ve kültürel bağlamlarda benzeri görülmedik bir değişim ve dönüşüm süreci yaşatması gösterilebilecektir. Bu değişim ve dönüşüm “benzer kılmak” adına işlemekte ve insanları “aşina olmaya” alıştırmaktadır. Ekolojik sistem hususunda insanlık olarak düştüğümüz ve onarımını öngöremediğimiz hataları, kentlerin hızla biçimlendiği modern dünyada yeniden tekrarlamamak adına Cittaslow hareketine dair farkındalık yaratılmalı ve bu yaşam biçimi yaygınlaştırılmalıdır.

Slow Food felsefesini şehirlerin planlanmasında kullanan Cittaslow, küreselleşmenin homojenleştirerek yok ettiği değerleri korumayı amaçlamaktadır. Bu hareketi temsilen ülkemizden bir örnek verilmek istense İzmir’in Seferihisar ilçesi örnek gösterilebilecektir. Cittaslow hareketi, sadece karakteristik değerleri muhafaza etmemekte; aynı zamanda ekolojik ve sürdürülebilirlik alanında yer alan özelliklerin korunması ve yaşatılmasını da yine o kentin değerleri kapsamında sağlamaya çalışmaktadır. Yani, hem izlenen yöntem hem de uygulanmak istenen sürdürülebilirlik faaliyetleri kentin yapısı ile uyum içindedir. Uygulama ve kent yapısının belli bir süreçte ortaya çıkardığı değerler birbiriyle çelişmemektedir.

Cittaslow felsefesini ele alırken iki zıt kavram olarak ” hızlı ve yavaş” ön plana çıkmaktadır. Yazıda daha önce de bahsettiğimiz üzere, Cittaslow fastfood tarzı yiyecek zincirine tepkiyle doğan Yavaş Yemek (SlowFood) hareketinin “yavaş” kavramının kente uyarlanması düşüncesiyle ortaya çıkmıştır. Günümüzde de deneyimlediğimiz üzere yerel lezzetlerin yerini alan hızlı ve pratik gıdalar modern dünyanın bize aşıladıklarının bir özeti niteliğindedir. Her iki kelime de kent olgusu içinde sosyolojik olarak düşünüldüğünde bilindiği anlamlarından ziyade daha kapsamlı olarak ele alınabilmektedirler. Hızlı, kentlerin telaşını, stresli yapısını ve değerlerin sıcaklığından ziyade mesafelerin pratikliğini sunmaktadır. Yavaş ise telaşsız ve sakin bir bağlamı tasvir etmektedir.  Günümüz modern dünyası, kentleşme ve küreselleşmenin etkisiyle hızı insanlığa aşılamaktadır. Hızlı bir yaşama adapte olmak ise hem insan davranış ve tutumlarını hem de kentsel altyapıdan beklentileri değiştirmiştir. Yavaşlık bilinen pejoratif anlamıyla uyuşuk olmak değildir. Bundan ziyade, yavaşlık hareketi insan doğasının sistemine uygun bir işleyiş ve doğal programa uyum sağlamak olarak benimsenmiş ve hayatın pek çok alanında uygulanmak üzere taraftar toplamıştır.

Kültürel bir eğilim olarak bilinen yavaş hareketin parçası olarak ‘Cittaslow’u benimseyen ve bu felsefe etrafında uygulamalar geliştiren pek çok şehir/kent vardır. Ancak bu hareketi benimsemenin yanında bu kentler, bu hareket etrafında belirlenen bazı uygulama ve beklentileri de yerine getirmek durumundadır. Uluslararası bir birlik şeklinde örgütlenen Cittaslow, çalışma ilke ve prensiplerini bir tüzükle kayıt altına almıştır. 28 madde ve 5 ek belgeden oluşan “Uluslararası Cittaslow” Tüzüğü, Cittaslow Birliği’nin kuruluşundan, organlarına, katılım için yerine getirilmesi gereken kriterlerden, üyelerin sorumluluğuna, logo kullanımından fon kullanımlarına kadar pek çok alanda tanımlar ve ilkelerden bahsetmektedir (Keskin,2012:89). Tüzükte, Cittaslow’un kar amacı gütmediği belirtilmektedir. Amacı ise şehir organizasyonuna yönelik çözüm arayışları, testler ve uygulamalar vasıtasıyla iyi yaşama kültürünü desteklemek olarak belirtilmektedir. Birliğin merkezi ise şöyle açıklanmaktadır: “Birliğin Ulusal ve Uluslararası merkezi Orvieto’dur. Birlik tali merkezlere de sahip olabilir.” Yavaş Şehir olarak tanımlanmak istenen şehirlerin değerlendirilmesi bu merkez tarafından yapılmaktadır (Keskin,2012:89).

Yukarıda da görüldüğü gibi logo, farklı mesajları tasarımındaki simgeler aracılığıyla sunmaktadır. Yemek kültüründen şehir planlamasına kadar her şeyin yavaşlık, sakinlik temelinde salyangoz ile temsil edildiği görülmektedir. Bunun yanında kentlerin, kültürel mirasın birer parçası olan tarih ve mimariye saygı prensipleriyle düzenlenmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Bu logonun verdiği mesajlar doğrultusunda, şehir planlaması yaparak eylemlerini yönlendirme kararı alan kentlerin uyması gereken kriterler de belirlenmiştir. Kentler bu kriterleri uygulama konusunda belirli değerlendirmelere tabi tutulmaktadır. Cittaslow olabilmek için şehir nüfusunun 50.000′in altında olması gerekmektedir. Cittaslow’a  üye olan şehirlerin, çevre ve şehirsel doku kalitesini iyileştirmek, yerel üreticiler ve tüketiciler arasında iletişimi ve diyalogu teşvik etmek, çevreyi korumak, sürdürülebilir gelişmeyi desteklemek, doğal ve çevreye dost tekniklerle yiyecek üretimine destek sağlamak gibi 7 başlık altında 59 ana ölçüt ve 3 özel koşulu gerçekleştirmeyi hedeflemesi ve bu alanlarda faaliyet göstermeye başlaması gerekmektedir.

Sürdürülebilir kent fikirleri ve uygulamalarının temelinde uzun bir süreç yatmaktadır.  Dünyamızda yaşanan sorunların çözümü için; kent odaklı çözümlerin bulunması ve kentlerin başka sistemlerle ilişkilendirilmesi doğaya yönelik tahakkümü azaltabilecektir. Tahakküm ile doğanın sömürüsü yerine doğanın imkanlarını kentlerin karakteristik özellikleri paralelinde kullanmak iktisadi açıdan sürdürülebilirlik adına fark yaratabilecektir. Çünkü yavaş şehir yaklaşımının, şart koştuğu kriterler, sürdürülebilir kentleşme ilke ve göstergeleriyle paralellik göstermektedir. Sonuç olarak, doğaya ait olan, kent yapısı içinde verimli ve sürdürülebilir bir şekilde kullanıldığında; karakteristik ve yerel niteliklerini koruyan kentlerin dünya üzerindeki imzası geleceğe dair sürdürülebilir eylemlerin anahtarı olabilecektir.

Kaynak:

*(aktaran Ercoşkun, 2007:9);(alıntılayan Keskin,2012:84)

Keskin, D. (2012). Sürdürülebilir Kent Kavramına Farklı Bir Bakış: Yavaş Şehirler (Cittaslow). Paradoks Ekonomi Sosyoloji ve Politika Dergisi, 8 (1) , 81-99.

 

spot_img

1 Yorum

  1. Aydınlatıcı bir yazı olmuş. Malesef kalabalık şehirlerde Cittaslow kavramını hayata geçirmek zor olsada parkletler, canlı duvarlar, korunan wasteland’ ler gibi kent ekolojisine katkı sağlayacak ve insanları kentin hızından biraz uzaklaştırarak yerel güzellikleri ortaya çıkartan uygulamalar Londra, Dublin gibi büyük şehirlerde uygulanmakta. Bu uygulamalar büyük kentlere yavaş ve daha doğal bir hava katarken yazınızda okuduğum Cittaslow konseptini yaygınlaştırmakta ayrı bir çözüm olarak oldukça güzel görünüyor.

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Orhan Kemal – Nâzım Hikmet’le 3,5 Yıl | 22 Alıntı

Türk edebiyatının iki büyük ustası Nâzım Hikmet ve Orhan Kemal'in Bursa Cezaevi'nde koğuş arkadaşlığı yaptıkları yıllara ve sonraki mektuplaşmalarına değinen Nâzım Hikmet'le 3,5 Yıl kitabı, Kemal'in kalemiyle çok içten ve etkileyici bir üslupla okurun karşısına çıkıyor.

İskenderiye Kütüphanesi: Efsane ve Gerçek

Efsane ve Gerçeğin ortak noktası, tarihin tozlu raflarına kaldıramadığı bilgi yuvası: İskenderiye Kütüphanesi.

İstanbul Ansiklopedisi Dizi İncelemesi: Kalabalığın Yalnız İnsanları

İstanbul Ansiklopedisi, büyülü İstanbul sokaklarında hem hayat bulmanın hem kaybolmanın öyküsünü anlatıyor.

Söylenti Edebiyat Editörleri Bu Ay Neler Okudu?

Söylenti Edebiyat editörleri olarak her ay neler okuduğumuzu, nelerin altını çizdiğimizi yakından incelediğimiz serimizin nisan ayı listesi ile karşınızdayız!

Yelpazeli Kadın (1918) Tablo Okuması: Gustav Klimt’in Son Eseri

Yelpazeli Kadın tablosu, zarafeti ve özgünlüğüyle hem sanat tarihine hem de Klimt'in kariyerinde büyük bir önem taşımaktadır.

Dante’nin İlahi Komedyası’nda İnsanlığın Mitolojik ve Manevi Seyahati: Kayboluşun Karanlığı ve Kurtuluşun Işığı

Dante’nin İlahi Komedyası; insanlığın ahlaki seçimlerini sorgulamasına, içsel çatışmalarını aşmasına ve evrensel sorulara yanıt bulmasına rehberlik eder.

Kırmızının Tonlarına Bürünmüş 7 Yabancı Albüm Kapağı

Temalarında kırmızı renginin ön planda olduğu ve gizli anlamlarıyla bizi farklı yolculuklara çıkaran albümleri sizler için derledik.

Marmaris’te Yaz Rüyası: 5 Günlük Keşif Rotası

Ege ve Akdeniz'in incisi Marmaris için keyifli bir yol rotası.

Feminizmin Gücü: Patriyarka’nın Sosyal Yapılara Etkisi

Patriyarkal sisteme meydan okuyan feminizm, kadını güçlendirip eşitlikçi bir toplum inşasına öncülük eder.

Söylenti Konser Takvimi: Üç Büyükşehirde Kimler Var?

Söylenti müzik ekibi tarafından hazırlanan; İstanbul, Ankara ve İzmir'e müzik coşkusunu tattıracak birbirinden farklı Mayıs ayı konserleri sizlerle!