Suni Cinsiyet Rollerinin Yıkımı: Orlando

Arşiv
Arşiv
Söylenti Dergi'de geçmiş zamanda yazar olan dostlarımızın eserleri bu hesapta arşivlenmektedir. Yazar onayı olduğu sürece kaynak göstererek kullanmak serbesttir.
spot_img

? Bu yazı Esra Şahin tarafından editörün seçimi arasına girdi. ?

“Aynı kişi, hiç fark yok. Sadece farklı bir cinsiyet.”

Orlando, yazar ve yönetmen Sally Potter tarafından Virginia Woolf’un aynı adlı romanından sinemaya uyarlanmıştır. Son derece çarpıcı ve bir o kadar da absurd ögeler içeren bir filmdir. Batı medeniyetinin ataerkil temellerine bu uydurma biyografiyle mizahi açıdan meydan okuyarak, Woolf’un amaçladığı özgür düşünceyi desteklerken bir yandan da merak uyandıran ve düşündüren bir içerik oluşturur. Filmin içerdiği bazı komik sahneler ve Orlando karakterinin zaman zaman kameraya dönüp konuşması, yayınlandığı tarihte eleştirmenler tarafından Potter’ın ciddi eserlerinden biri sayılmadığı yönünde eleştiriler almasına sebep olmuştur.

Hikaye, İngiltere’nin 1600’lü yıllarından başlayıp çağdaş Londra sokaklarında biter. Ana karakter Orlando, film boyunca kah labirentten geçip 18. yüzyıldan 19. yüzyıla atlar, kah bir sabah ansızın uyandığında başka bir yüzyıla geçerek kendisini farklı hayatlar ve ilişkiler içinde bulur. Dahası ve en önemlisi, cinsiyet değiştirerek hem erkekliği hem de kadınlığı deneyimleyip toplumsal cinsiyet rollerinin ne kadar suni ve akışkan olduğunu gözler önüne serer. Orlando, erkeklerde görülmeyen türden feminen bir güzelliğe sahiptir ve bu durum onu herkesin dikkatini çekmekle birlikte, yaşlı kraliçe Elizabeth’in gözdesi olma konumuna getirir. Aslında bu noktada film bize daha en başından cinsiyet rollerinin bozguna uğratıldığının sinyallerini vermektedir.Toplum; genellikle kadınları cinsel obje olarak görür. Filmde ise bunun tam aksine, güzelliği sebebiyle herkesin dikkatini çeken ve gözlerin sürekli üzerinde olduğunu hisseden kişi bir erkektir. Filmin ilerleyen sahnelerinde, yaşlı kraliçe Elizabeth’in, gençliği ve güzelliğiyle dikkat çeken Orlando’ya “Solma, solma, yaşlanma.’’ diyerek İngiltere’de mülk bahşetmesi ses getirir. Bu sayede Orlando’nun toplumun tüm sınırlamalarına rağmen yüzyıllar boyunca özgür bir şekilde kendini arayışına ve yaşamda anlam bulma çabasına tanık oluruz.

Film sırayla ölüm, aşk, şiir, politika, cemiyet, cinsiyet ve doğum bölümlerinden oluşmakta. İnsanın yaşam döngüsünün doğumla başlayıp ölümle son bulduğunu göz önünde bulundurursak, filmin ölümle başlayıp doğumla bitmesi Orlando karakterinin sonsuz varlığının temsilidir. Bu sonsuzluk, doğadaki bitmek bilmeyen ebedi döngüden gelir. Aynı zamanda Orlando’nun uykusunda ölüp yeniden dirilmesi, Tanrı Dionysos’un Zeus’un baldırından ikinci kez doğumuna bir gönderme niteliğindedir. Yaşamı boyunca kendisini toplumdan soyutlanmış hisseden Orlando’nun ismi güç,toprak ve mülkiyetin mirasçısı olsa da bu dünya üzerinde kültürün yaptığı gibi bir hakimiyet kurma çabası yerine kendisini sadece misafir olarak görmüştür. Ataerkil kültürün getirdiği mülk, miras gibi şeylerle ilgilenmeyen Orlando gerçek huzuru doğada bulmuş, doğa ananın sonsuz gücü ve döngüsü içinde hiçbir sınırlama ya da etikete boyun eğmeden yaşamanı sürdürmüştür. Filmin ölüm ile başlayıp doğumla son bulması belki de Orlando’nun yaşamı boyunca olmak istemediği biri gibi davranmak zorunda kaldığı hayatının son bulması ve esas kimliğini bulmasıyla birlikte yeniden doğuşunun da bir göstergesidir. Orlando’nun Prenses Sasha ile aşk yaşadığı ve nişanlısına ihanet ettiği bölümde kendi şerefini ve ülkenin onurunu hiçe sayarak , hiçbir kültürel ya da yasal baskıya boyun eğmeden bu apollonik ve katı kurallara baş kaldırır. Batının ataerkil düzenine boyun eğmez ve özgür iradesiyle kültür tarafından baskılanamayan diyonizyak iç güdülerinin, duygularının peşinden gitmeyi seçer.

“- Lord Orlando, aptal durumuna düşme tehlikesindesiniz.Ülkedeki parlak kariyerinizi riske sokmanın başka ne açıklaması olabilir?
– Artık kariyeri umursamıyorum Moray. Sadece aşk ile ilgileniyorum.”

Buraya kadar Lord Orlando’nun olaylarına tanık olduk , şimdi de Lady Orlando’ya bir göz atalım.
Hikayenin batıdan doğuya ve tekrar batıya doğru bir yolculuk çizgisi var. Orlando’nun cinsiyet değişikliğinin ve kadın oluşunun doğuda gerçekleşmesi yalnızca bir tesadüften ibaret değil. Doğu tarafında, batının katı kuralları ve sınırlayıcı çizgileri aksine daha akışkan, iç içe geçmiş bir yapı söz konusudur. Öncelikle, filmin doğuda işlenen sahnelerinde Orlando’yu İngiltere’deki resmi üniformalarından sıyrılmış, daha rahat ve doğuya özgü geleneksel kıyafetler içinde görürüz. İngiltere topraklarında Sasha gibi bir yabancının hoş karşılanmaması ve insanların İngilizce dışında bir dili konuşmayı reddetmesi aksine burada Orlando son derece samimi karşılanır ve ortak bir iletişim kurabilmek için İngilizce konuşulur. Burada yerli-yabancı gibi keskin sınırlar değil, kardeşlik ilişkisi vardır. Orlando bir sabah uykusundan kadın olarak uyanmasının ardından aynaya bakıp yeni bedenini gördüğünde şu sözleri söyler: “Aynı kişi, hiç fark yok. Sadece farklı bir cinsiyet.”
Cinsiyeti ve bedensel yapısı değişmiş olsa da, içindeki kişi aynıdır. Toplum tarafından oluşturulan bu cinsiyet rolleri o kadar sunidir ki, kadınken erkek kostümü giyip başkaları tarafından erkek sanılmanız ya da basit bir peruk ile erkekken kadın gibi görünmeniz son derece kolaydır. Kadınlar pantolon giyemez ya da erkekler etek giyemez gibi yargılar yalnızca toplumun oluşturduğu yapay etiketlerden ibarettir.

Kadın Bedeninde Yeniden Doğan Fakat Yasalar Karşısında Ölü Kabul Edilen Orlando

Orlando İngiltere’ye kadın olarak döndüğünde yasalar önünde ölüye eş değer kabul edildiği gerçeğiyle yüzleşir. Artık kadın kimliği yüzünden kraliçenin ona bahşettiği hiçbir mülkiyet hakkına sahip değildir. Ancak bir erkek evlada sahip olursa ya da evlenip bir erkeğin himayesi altına girerse bu hakları eline alabilir. Arşidük, kadınlığı yüzünden tüm yasal haklarını kaybeden Orlando’ya toplum tarafından “çürük yumurta” yaftası yapıştırılacağı  bahanesiyle evlilik teklifi eder. Orlando, bu teklifi reddederek tüm toplumsal baskılara, cinsiyet eşitsizliklerine, toplumun evlilik dayatmalarına karşı çıkar ve doğaya koşarak “Doğa, senin gelininim. Al beni.” diyerek ataerkin boyunduruğu altına girmeyi reddedip kendisini yalnızca doğaya adar. Orlando’nun kalıplaşmış tüm evlilik normlarına karşı gelişine cinsiyet bölümünde de tanık oluruz. Aniden karşılaştığı Shelmerdine karakterine evlilik teklifi eden Orlando, bu teklifi yalnızca erkeklerin yapması gerektiği görüşünü de çürütmüş olur. Bu bölümde Orlando, bileği incindiği için hareket edemeyen Shelmerdine’i arkasına alıp atı kendisi sürerek, sembolik düzlemde de tüm dizginleri eline alan ve durmadan ilerleyen güçlü kadın karakterini sergiler.

Hikaye, Orlando’nun kendisini hiçbir zaman ait hissetmediği bir yüzyılın çöküşüyle birlikte modern Londra sokaklarında yeniden doğuşuyla son bulur. Tüm güzelliği ve gençliğiyle gözler önünde olan Orlando bu sefer Elizabeth dönemindeki kadınların güzel gözükmek zorunda oldukları için giydikleri dar elbiseler aksine daha rahat, maskülen kıyafetler içinde görülüyor. Artık kadınlar toplumun dışlayıcı bakışlarına maruz kalmadan pantolon giyebilir ya da motora binebilirler… Eski dönemlerin aksine, bu yüzyılın kadınları yasalar önünde belirli haklara sahip olmuş ve Orlando bir zamanlar değer görmeyen yazılarını bastırmaya gelmiştir. Şimdi, kadınların tüm dünyaya seslerini duyurma vaktidir.

Filmin kitap versiyonunda Orlando’nun erkek çocuğu olduğu halde filmde kız çocuğunun olması Potter’ın bizlere verdiği son mesajdır. Orlando’nun bir kadın olarak yaşamını sürdürmesi için ne soyun devamını getirmekle yüceltilmiş erkek evlada , ne de herhangi bir erksel gücün himayesine girmeye ihtiyacı yoktur. O özgürce duygularının peşinden giden ve hiçbir güç tarafından dizginlenemeyen bir kadın olarak yüzyıllar boyunca tek başına hayatta kalabilir.

Filmin başrol oyuncusu Tilda Swinton ile yazan-yöneten Sally Potter‘ ın Orlando hakkında yaptığı bir söyleşiye aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:

spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

spot_img

Eşeği Saldım Çayıra – Kazak Abdal | Şiir İncelemesi

Kazak Abdal hayatı ve bilinen şiirlerinden olan Eşeği Saldım Çayıra eserinin incelemesi.

Twinless Film İncelemesi: İki Yalnız, Bir Kayıp

Başrolde Dylan O'Brien'ın yer aldığı kayıp, yalnızlık, bağ kurma arayışı, yas süreci üzerine dokunaklı bir film olan Twinless film incelemesine göz atın.

Alice in Borderland 3. Sezon İncelemesi: Neden Beklentiyi Karşılayamadı?

Alice in Borderland dizisinin 3. sezonun her oyununda Chishiya'nın zekâsını arayıp, Aguni'nin fedakârlığını andık diyebilirim. 

Evrensel Duygular: Anlamadan da Hissedeceğiniz 8 Şarkı

Dili fark etmeksizin ruhunuza dokunan, evrensel duygusal taşıyan 10 şarkıyı keşfedin. Melodik parçalarla hazırladığımız liste, her anınıza eşlik edecek!

Viktoryen Dönemde Kadın İmgesi: “Evdeki Melek”

Viktoryen dönemde ‘Evin Meleği’ ideali, kadını fedakâr ve itaatkâr bir role hapsetti. Gilman ve Woolf bu miti sorgulayarak özgür kadının sesini aradı.

Jane Austen ve Aşkın Sosyal Eleştirisi

Jane Austen, romanlarında aşkı sadece romantik bir duygu olarak değil; statü ve kadınların konumu üzerinden ele alarak dönemin evlilik anlayışına eleştirel bir bakış atar.

Shirley Jackson’ın Amerikan Gotik Edebiyatındaki Yeri

Shirley Jackson, Amerikan gotiğine modern bir ses getirmiş ve kalıcı bir iz bırakmıştır.

Amerikan Edebiyatında 4 Yalnız Kahraman

Amerikan edebiyat tarihinin en önemli temsilcileri haline gelmiş kahramanlarımızın ne kadar soyutlanmış bireyler olduğunu farketmiş miydiniz?

Tarihi Eser Rotası: Geçmişten Müzeye Serüven

Müzelerde sergilenen her bir eserin yolculuğu o kadar uzun ki... Gelin, sergilenme sürecine kadar rotaya bir göz atalım...

Bir Günde Geçen 5 Roman

Hızlı geçen yirmi dört saatimizi bir de romanlardan okuyup hissedelim. İyi okumalar.

Editor Picks