Sessiz Sedasız Bir Aşk Hikâyesi: Sessiz Gemi

Recep Emirhan Gültekin
Recep Emirhan Gültekin
ruhlarımız buluşur elbet tanrıdağ'ında
spot_img
spot_img

Resimleriyle olduğu kadar güzelliğiyle de tüm İstanbul’un diline destan olan ve dönem sosyetesinin en çok konuşulan kadınlarından biri olan Celile Hanım, 1900 yılında Osmanlı’nın meşhur valilerinden Nazım Paşa’nın oğlu Hikmet Bey’le evlenir. Türk şiirinde önemli izler bırakmış şairlerden Nâzım Hikmet, bu beraberlikten doğacaktır.

Bundan 16 yıl kadar sonra, Celile Hanım’la Hikmet Bey arasında şiddetli bir geçimsizlik başlar. Bu sıralarda da on dört yaşlarında genç bir lise öğrencisi olan Nâzım da içinde Necip Fazıl gibi ileride önemli şahsiyetler haline gelecek gençlerle birlikte Bahriye Mektebi’nde okumakta; hafta sonları da ailesinin yanına gelerek, şiir hocası Yahya Kemal’den ders almaktadır.

Hafta sonları eve sürekli gelip giden Yahya Kemal, Nâzım’a verdiği derslerden arta kalan zamanlarda da Celile Hanım’la birlikte sanat ve edebiyatla başlayan uzunca sohbetler etmeye başlar. Bu sohbetler neticesinde Celile Hanım’la Yahya Kemal arasındaki yakınlık gittikçe artar ve aşka dönüşür. Bu durumda da Celile Hanım, zaten geçimsizlikler yaşadığı evliliğini daha fazla uzatmaz ve boşanma kararı alır.

Annesi ve hocası arasındaki yakınlığın farkına vardığında on beş yaşlarında olan Nâzım, annesinin babasından ayrılma sebebi olarak görür hocası Yahya Kemal’i… Ve gizliden gizliye ona kin ve nefret duymaya başlar.

Bir süre sonra bu ilişkinin kokusu Nâzım’ın ve Necip Fazıl’ın da öğrencisi olduğu Bahriye Mektebi’nde duyulur. Tabii Yahya Kemal’in de kulağına gelir bu dedikodular ve onun geri adım atmasına neden olur: Bir süreliğine küçük Nâzım’a görünmemeye ve öğretmenlik yaptığı Bahriye Mektebi’ne gitmeme kararı alır. Zira ruh sağlığı bozulmaya başlamıştır. Uzunca bir zaman geçtikten sonra okuluna döner Yahya Kemal ancak öğrencilerinden biri olan Necip Fazıl’dan şu alaycı cümleleri işitir:

Hocam, kibrit suyu içerek intihara kalkıştığınızı duyduk… Sınıfın bu durumdan duyduğu derin üzüntüyü size söylemek isterim…

Tabii bu alaycılığın bedelini ödetmek isteyen Yahya Kemal, ona bu cümleleri sarf eden Necip Fazıl’ı kodes adı verilen bir tahta dolaba cezaya gönderir.

Ancak artık Nâzım da dayanamaz annesiyle hocası arasındaki bu ilişkiye… Ve aceleyle yazdığı bir notu hocasının cebine sıkıştırır:

Muallimim olarak girdiğiniz bu eve, babam olarak giremezsiniz.

Nazım’ın bu ağır cümlesi üzerine Yahya Kemal bir adım daha geri çekilir; zaten oldum olasıya korktuğu evlilik fikrinden de iyice uzaklaşır. Oysa Celile Hanım, ortalıkta gezen dedikodulara “evet!” diyecek kadar korkusuzca davranmış ve kocasından boşanmıştır. O, Yahya Kemal’le evlenmek istemekte ve bunu her fırsatta da dile getirmektedir.

O sıralarda Celile Hanım’ın uzaktan akrabası, Berlin sefiri Hakkı Paşa, İstanbul’a gelmiştir. Ve her geldiğinde de yaptığı gibi İstanbul’un en güzel kadınlarının davet edildiği suareler düzenlemektedir. Sevdiği kadını deli gibi kıskanan Yahya Kemal de, Celile Hanım’dan bu davetlere katılmaması hususunda söz alır.

Yahya Kemal; Ada Oteli’nde oturduğu günlerde, yan masasında oturanların Hakkı Paşa’nın İstanbul’da olmasından ve Nişantaşı’nda düzenleyeceği suareden bahsettiklerini duyar ve beyninden vurulmuşa döner. Yazları adadaki evinde, sonbaharla birlikte de Nişantaşı’ndaki evinde olan Celile Hanım’ın o suarelere gittiğini düşünmekten kendisini alamaz.

O günlerde de sert bir lodos esmektedir ve son vapur çoktan gitmiştir. Maşukuna kavuşmak arzusuyla yanıp tutuşan Yahya Kemal; Maltepe’ye geçmek için bir sandal aramaya koyulur ancak hiçbir sandalcı yanaşmaz sert esen lodosta yol almaya. Çok miktarda parayla neyse ki ikna eder bir sandalcıyı. Açılırlar; lodos daha da kuvvetlenir, sandalcı söylenmeye başlar. Yahya Kemal ise duymaz sandalcının söylediklerini, o sadece sevdiği kadının o geceye katılıp katılmadığını düşünmektedir. Kendisi yaşadıklarını şöyle anlatmıştır:

“Sırılsıklam Maltepe’ye gelebildik. Hemen bir kahvehaneye gidip, araba bulmaya çalıştım. Yoktu… Bunun üzerine Maltepe’den Bostancı’ya yürümeye karar verdim. Tren yoluna çıkarak koşmaya başladım. Maltepe-Bostancı arasının bu kadar uzun olduğunu o zamana kadar fark etmemiştim. (…)

Kan ter içinde Bostancı’ya geldim. Vakit hayli geçti. Karakola gittim. ‘Bana bir araba bulunuz, hastam var’ dedim. Aradılar taradılar birini buldular. Yine bir sürü para verdim. Arabayla yola koyuldum. Kadıköy, oradan Üsküdar… Karşıya geçtim. Doğru Nişantaşı! Sevgilimin oturduğu apartmanın kapıcısı ahbabımdı. Penceresini vurarak onu uyandırdım. ‘Benimki evde mi’ diye sordum. Adam halime bakıp şaşırdı: ‘Evde, bu akşam çıkmadı!’ dedi, ‘Ne diyorsun’ diye bağırdım. Bütün kat ettiğim mesafe sanki başıma yıkılmıştı. Eve kaçta geldiğini araştırttım. Sözüne inanamıyordum. ‘Çık bir bak! Evde mi?’ diye adamı zorladım. Adam çarnaçar çıktı. Bir münasebetle hizmetçisine sormuş ‘Uyuyor!’ demiş. Geldi haber verdi. Sanki dünyalar benim oldu…

Apartmanın karşısında bir arabacı meyhanesi vardı. Orada sabaha kadar içtim… Sabahleyin, doğru eve çıktım. Benim halim berbat. Toz toprak içinde olduğumu görünce şaşırdı ve hemen anladı… Sarmaş dolaş olduk…”

O geceden sonra bir mektup yazar sevdiği adama Celile Hanım, kırgındır:

“Bugün Pazar belki gelirsin diye üç vapurunu pencerede bekledim. Gelmedin mahzun oldum. Verdiğin konferansa gelmedim, kalabalıktır memnun olmazsın diye, fakat hep aklım sende idi. Çok çok göreceğim geldi. Beni niye aramadın. Sana gücendim canımın içi, pek göreceğim geldi. Ben o günden beri yani Salı gününden beri evdeyim, dikiş dikiyorum. Evimiz için çalışıyorum. 

Sen ne yapıyorsun benim artık tahammüle sabra mecalim kalmadı. Nikah için annem seni görmek istiyor. Behice Hanım’a gidecek seni bulduracak. Sen ne zaman ararsan evde bulunursun zannediyor. Bize sen gel, mektubumu alır almaz bize gel.

Benim nikah muamelem oldu. Şimdi senin şer’i bir men’in yoktur diye bir kâğıt istermiş. Annem sana söyler. Bir kere nikah olsa bize misafir gelirsin, oturur konuşuruz. Odamız sıcacık, soğuklar oldukça hep seni düşünüyorum. Sana arzu ettiğin gibi ne zaman yuva yapacağım. Canımın içi pek göreceğim geldi hemen gel. Binlerce güzel gözlerinden öperim. Karıcığın Celile”

Ancak hayallerini kurduğu evlilik hiçbir zaman gerçekleşmeyecektir Celile Hanım’ın. Yahya Kemal sürekli ondan kaçmaktadır. Zaten bir evlilik teklifinden ziyade bir veda mektubu gelmiştir kendisine. Yine de asilliğini yitirmez Celile Hanım, Paris’e gidip resim üzerine eğitim alır ve kendini bir süreliğine resme adar.

Aradan aylar, yıllar geçer… İstanbul’a geri döner Celile Hanım.  O sıralarda da oğlu Nâzım kimilerine göre büyük bir şair olmuştur fakat Sosyalist düşüncesi nedeniyle tutukludur. Ancak yaşlanmıştır artık Celile Hanım, o dillere destan olan güzelliğinden eser kalmamıştır. Zaten gözleri de neredeyse görmeme durumuna gelmiştir. O sıralarda da açlık grevine başlayan oğlu Nâzım için kendisi de greve başlar. Galata Köprüsü üzerinde bir pankart açarak eylem yapmaya ve insanları kendilerine destek olmaya çağırır:

“Haksız yere mahkûm edilen oğlum açlık grevindedir. Ben de ölmek istiyorum. Gece gündüz oruçluyum. Bizi kurtarmak isteyenler bu deftere adreslerini yazarak imzalasınlar.”

Bir rivayete göre, bu eylem sırasında Yahya Kemal de oradan geçmektedir, sevdiğini görür ancak ona yaklaşamaz; imzasını vermeden oradan hızlı adımlarla uzaklaşır.

* * *

Yahya Kemal öldükten sonraysa notları arasında, içinde iki kurumuş yaprakla bir not bulunan bir zarf çıkar. Şöyle yazmaktadır o notta:

Bu zarfın içindeki hatıra, 19 Ağustos 1930’da Sirkeci garında gece saat 10’da veda ettiğim aziz bir kadının göğsündeki çiçektendir. Koparıp verdiği bu yaprağı daima muhafaza edeceğim…

Celile Hanım, Yahya Kemal ile olan ilişkisinden umudunu kestiğinde, Paris’e gitmiş ve gitmeden önce de Sirkeci Garı’nda ona veda etmişti. Yahya Kemal de, herkesin ölümü anlattığını düşündüğü, ünlü şiiri Sessiz Gemi’yi büyük aşkı Celile Hanım’la vedalaşıp, İstanbul’daki evine yalnızca dönerken hissettiği duygularla kaleme almıştır…

* * *

Söylenti Dergi olarak, bu şiirin Hümeyra tarafından yorumunu da dinlemenizi tavsiye ediyoruz. Aşkla kalınız.

https://www.youtube.com/watch?v=f5LdCVe608o
spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Frankenstein Canavarının 90 yıllık Evrimi: Sinemada 8 Farklı Görünüm

1931'deki hantal Karloff'tan 2025'in duygusal Jacob Elordi'sine... Frankenstein canavarının sinema tarihinde Gotik edebiyat mirasını nasıl dönüştürdüğünü keşfedin.

Müzik Festivallerinin Peşinde Avrupa Turu

Avrupa'nın önde gelen müzik festivalleri ile yaz boyunca geziyoruz.

S.D.B.D.A. Veyahut Yan Yana Film İncelemesi: Birlikteliğin Birleştirici Gücü

Feyyaz Yiğit ve Haluk Bilginer’in başrolde olduğu Yan Yana, farklı dünyalardan gelen iki adamın mizah ve içtenlikle kurduğu dönüştürücü bağı etkileyici biçimde anlatıyor.

Boyarken Düşünmek: Sanatla Zihinsel Arınma

Modern çağın zihinsel gürültüsünü durdurmanın yollarından biri boyamaktır. Sanatla akışa girmek, kaygıyı azaltıp, derinlemesine odaklanma ile aracılığıyla zihinsel arınmayı mümkün kılar.

Dire Straits – Brothers In Arms: Bir Savaş Eleştirisi

Klavye ve gitarın ikonik ismi Dire Straits'in Brothers In Arms ile sunduğu savaş karşıtı bakış açısını inceledik!

Haunted Hotel Dizi Analizi: Ölüm ve Yaşam Arasında Alaycı Bir İşletme

Korku ile komedi türlerini harmanlayan Matt Roller, izleyicilere yepyeni bir fantastik evren sunuyor.

Frankenstein Filmine Referans Olan Tablolar

Frankenstein filmi yalnızca konusuyla değil, sanatsal yanıyla da bizlere çok şey anlatıyor.

TikTok’un Kütüphanesi: BookTok’ta Popüler Olan 10 Kitap

BookTok, kullanıcıların kısa videolarla paylaştığı bir dijital kitap topluluğu haline gelmiş ve bir kitabın popülerliğini hızla arttıran bir platform olmuştur.

Kayayı Delen İncir Aslında Ne Anlatıyor?

Kayayı Delen İncir, Turgut Uyar’ın 1982 yılında, ilk kez Karacan Yayınları tarafından yayımlanan ve aynı yıl Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazanan şiir kitabıdır.

Julianus: Son Pagan Bizans İmparatoru

Roma'nın dinden dönen imparatoru Julianus’un Paganizmi canlandırma çabaları, askeri zaferleri ve tartışmalı politikalarıyla bıraktığı mirasın izini süren bir portre.