? Bu yazı Gülefşan Çelebioğlu tarafından editörün seçimi arasına girdi ?
Servet-i Fünûn Edebiyatının beyannemesi olarak sayılan ve 19. yüzyılın bitiminde yayımlanan Halit Ziya Uşaklıgil‘in romanı, aynı zamanda Batı roman tekniklerine uygun ilk modern Türk romanıdır. Bu sebeple 19. yüzyıldan beri birçok edebiyat araştırmacısı ve tenkitçisinin dikkatini çekmiş olan kitap, yalnızca bir ‘aşk’ veya ‘hayal’ romanı değil devrin sosyo-kültürel bağlamında ele alınması ve Serveti- Fünûn neslinin yazın gayesini anlamak açısından önemlidir.
Halit Ziya, içinde doğup büyüdüğü; yazın gayesini, topluluk beyannemesi ile ortak hareket ettirdiği Servet-i Fünûn’un psikolojisini, bu eserinde açık ve net bir şekilde yansıtmıştır. İlerleyen satırlarda da görüleceği üzere Mai ve Siyah romanı, Servet-i Fünûn neslinin psikolojisini anlatan, her bir kahramanını yaşayan neslin içinden seçildiği bir romandır. Bundan dolayı Mai ve Siyah’ı anlamak için Servet-i Fünûn’u anlayarak, psikolojisini çözümlemek gerekir. Bu yazımızda Servet-i Fünûn psikolojisi genelinde Mai ve Siyah romanı inceleyeceğiz.
Servet-i Fünûn Nesli veya Bir Hayal Hakikati
Servet-i Fünûn devri, Türk Edebiyatının 1960’tan beri süregelen Batılılaşma mücadelesinin son evresidir. Bu evre, çeşitli nedenler ile Batı edebiyatının lehine gelişmiş, Tanzimat Edebiyatı dönemi ile aralanan batılılaşma kapısı, bu devir ile sonuna kadar açılarak yazarları içine konuk almıştır. Türk edebiyatı bu dönemde zihniyet, tema, sosyo-kültürel bakımdan tamamiyle Avrupai bir zihniyet kazanmıştır.
Bu dönemin zihniyetinin, ‘içine’ kapanık olmasının temel sebebi ise tabii ki devrin siyasi durumudur. Bu devrin yazarlarının içine doğdukları dönem, II. Abdülhamid baskının en yoğun olduğu dönemdir. ‘Jurnalcilik’ adı altında oluşan ihbar mekanizması, tabiri caizse ‘Demokles’in kılıcı’ gibi aydınları hedef almıştır. Bundan dolayı bu nesil; dört duvar arasında kendi zihin dünyasının içerisinde yetişmiştir. Siyasi baskılar bilhassa aydınların üzerinde hastalıklı duygular yaşatmış; ‘kaçma’ ve ‘kaçış’ düşüncelerine sebep olmuş; bu kaçışı fizyolojik olarak gerçekleştiremeyerek ‘sisli İstanbul’da’ kalan aydınlar ise hayali bir kaçış sergilemiştir.
‘Kendi iç dünyalarına’ doğru yürüyen bu aydınlar, teselliyi hayallerde bulmuşlar fakat devrin edebiyatını da geliştirmeyi unutmamışlardır. Bundan dolayıdır ki bu dönem; modern Türk edebiyatı başlangıcı sayılır. Roman ve hikayenin kuruluş tarzları, yazarların kullandığı teknik ve üslûp gelişerek modern edebiyatın öncüsü olmuştur. Bu anlamda da aslında realiteyi kaybetmeyen yazarlar, yaşantıları kadar eserlerinde de ‘hayal hakikati’ ortasında kalmıştır.
“Servet-i Fünûn neslinin yetişmesinde Tanzimat şiirinin kuvvetli rehberliği, divân şairlerinin ihmâl olunmaz hatıraları vardır.” Nihad Sami Banarlı
Banarlı’nın bu sözü ile bu devrin eserlerinin psikolojisini kolaylıkla anlayabiliriz. Yazdığı şiirleri sabah halkın sesinden duyacak kadar heyecanlı ve toplumsal konulara önem veren Tanzimat yazarları ile hayal dünyasının içinde kendi hakikatini bulmaya çalışan Divan Edebi yazarlarının harmanlanışından ortaya çıkan bu nesil; hayatımıza karışmalarını istediği hayali karakterleri eserlerinde yazmıştır.
Hayal ile Hakikat Köprüsünde Yazılan Roman: Mai ve Siyah
Kitabın ilk bölümü, ana kahraman olan Ahmet Cemil’in arkadaşlarıyla birlikte şiir ve edebiyat dolu sohbetiyle başlar. Bu bölüm aslında Servet-i Fünûn Edebiyatının beyannemesidir. Bu bölümde, Ahmet Cemil aslında Halit Ziya; toplulukları ise Servet-i Fünûn’dur. İlk bölümün sonu gece tasviriyle sona erer. Vakit gecedir ancak aydınlıktır. Bağıran bir elmas gibi parıldayan gökyüzünde mavi bir manzara vardır.
‘Ahmet Cemil müsaade istedi, o, aydınlık ve kalabalık bir yere şu gizli ve yarı karanlık ciheti tercih ediyor, buradan ayaklarının altında serilen Haliç’in ve İstanbul’un münevver bir sema altında manzarasına karşı düşünmek istiyordu.’ (sayfa, 15)
Burada yer alan ‘münevver bir sema’ kelimesine dikkat çekmek gerekir. Halit Ziya, kitabın ilk başında hayallerini konuşarak nasıl içsel bir ‘mai’liğe çıkmışsa, realite de bu mavilikte yürümektedir. Kitabın bundan sonraki kısımlarında da belirli bir noktaya kadar “baran-ı elmas” tamlamasını kullanır. Bağıran elmas olarak Türkçeleştirdiğimiz bu kelime ile Halit Ziya, maviliğin göğe yansıyan huzurunu kasteder. Ahmet Cemil göğe bakarken, içinden taşan duyguları da yansıtır. Bu noktada gökyüzü için ‘baran-ı elmas’ tamlamasını kullanmasına şaşırmamak gerekir.
Kitapta şiir ve edebiyat bahsi geçtiğinde Ahmet Cemil’in yanında Hüseyin Nazmi’de vardır. Lise arkadaşı olan bu genç de en az kendisi kadar sanat aşığıdır. Ahmet Cemil bu günlerin hatıralarını aklında canlandırırken, Halit Ziya şu cümleleri kurar: “O kadar hayal arayan gençler olmaktan değil, fakat görünmekten korkuyorlardı. Edebiyat sınıfına geçtikleri zaman hulyaya müsait bir saha aramakla meşgul olan fikirlerine yeni bir pervaz seması açıldı:Şiir.’ Halit Ziya, düşünmekten değil gerçekleştirmekten çekinen bu iki gençten bahsederken şüphesiz ki Servet-i Fünûn gençliğini anlatır. Burada pervaz seması yani ‘uçuş göğü’ olarak sanatı adlandırması da bir yukarıdaki paragrafta bahsettiğimiz ‘gökyüzü ve mai’ kavramı açısından önem taşır.
On dokuz yaşına kadar bu ‘mailikte’ kalan Ahmet Cemil, babasını kaybettikten sonra hayat mücadelesine kapılarak renk değiştirmeye başlar. Annesinin ev geçimi ile ilgili kendisiyle konuşması gerçeklerin farkına varmasına yol açar. Bu felaket ile yıkılmaya başlayan hayaller ardından birçok felaketi doğurur. Hayallerini ne zaman gerçekleştirmek için adım atsa yıkılışına şahit olur. Çevirmen olmak isteyen yazar, istediği kitapları çevirdiğinde karşılığı olan parayı kazanamaz. Bu ise onu, basit ve tasvip etmediği kitapları çevirmeye iter. Öğretmenlik yapmaya kalkıştığında, öğrenmeyi istemeyen bir genç ile karşı karşıya kalır. Bu noktaya kadar Ahmet Cemil’in başına gelenlerde hayal ile hakikat çakışırken, hakikatler üstün gelir. Hayatı bir renk paletiymişçesine siyaha doğru dönmeye başlar.
Ahmet Cemil, Hüseyin Nazmi sayesinde bir gazetede yazarlık yapmaya başlar. Bu noktada ise roman hayal ile hakikat ortasında birleşir. Romanın en dengede gittiği kısım ise burasıdır. Romanın başında hayal noktasında büyüyen Ahmet Cemil, realite ile yüzleştiğinde hakikat safhasına gider. Tabir-i caizse ip üzerinde olan bir cambaz gibi ileri-geri hareketlerle hayatını yaşar. Bu ipin bir ucu hayale diğer ucu ise hakikate bağlıdır.
Romanın sonlarına doğru ise hakikat yeniden galip gelmeye başlar. Gazetenin matbaasından çeşitli sebeplerle uzaklaşır, borçları birikir ve kitabın sonunda annesini alarak İstanbul’dan uzaklaşır. Romanın sonunda yer alan şu kısım ise dikkate değerdir:
“Ah bu denizin zulmetlerinde saklanan hakikatler, asıl hakikat… Bir karar hamlesi yalnız bir küçük hareket, oraya gidebilirdi. Oraya gitmek, bu siyahlığın içine, bir daha çıkılamaz, avdet olunamaz derinliklerine gitmek…” (sayfa 325)
“Evet, bir karar hamlesi, yalnız bir küçük hareket, nasipsiz geçen hayatı ile şu faydasız vücut arasında bir denizin bütün siyah tabakalarını bir set silsilesi gibi bırakarak ta şu ummanın (okyanusun) bir türlü sonu bulunmayan derinliklerine kadar inecekti. Birdenbire silkindi… Ta yanı başından bir ses: “Cemil, niçin karanlıkta yalnız oturuyorsun? diyordu. O vakit titreyerek ayağa kalktı: “Geliyordum, anne!” dedi ve hayatta bir ümidi kalmamış bu çocuk, yavaş yavaş, bu siyah geceden kendisini çekip almak isteyen ademden (yokluktan) ayrılarak, mevcudiyetini (varlığını) daha kuvvetle çeken bu sese uyarak, annesini takip etti… (sayfa 326)
Burada dikkatimizi çekmesi gereken husus, kitabın ilk başında mai sema varken, son satırlarının siyahlığın içinde bitmesi. Kitabın sonlarına doğru Ahmet Cemil’in kütüphanesini yakması ile açıkça belirtilmeden hissettirilen bu dönüş, kitabın başı ve sonunda, aynı bir köprünün baş ve sonu gibi açıkça belirtilmiştir. Bir diğer önemli nokta ise Ahmet Cemil’in tüm hayallerinden ‘anne’ sesi ile realiteye dönmesidir. Nasıl, babası vefat ettiğinde kurduğu gençlik hayallerinden vazgeçtiyse; İstanbul’u bırakırken yine annesinin sesiyle realiteye dönmüştür. Gerçek hayatta ‘anne’ olgusunun hayata getiriş olduğunu hatırlarsak, bu ‘ses’ olgusu, gerçek hayattaki realist kurguya örnek olarak gösterilebilir.
Servet-i Fünûn neslinin ‘göç ve kaçış’ düşüncesi olduğu muhakkaktır. Öyle ki bu düşünce yalnızca ‘hayal’ olarak kalmamış ideal belde tasavvuru gerçeğini ‘Yeni Zelanda’da bulmuştur. Halit Ziya’nın da içinde bulunduğu bu kaçış planını Tevfik Fikret bulmuş; adayı ise Mehmet Rauf keşfetmiştir. Fakat bu girişimlerin hepsi başarısız olur ve aydınlar türlü realitelerden dolayı İstanbul’un karanlığında kalmaya devam ederler.
‘Peki ama böylesine naif, kırılgan, huzursuz santimantal bir nesli teselli edecek, avutacak şey nedir? ‘Melun’ ve ‘menfur’ bir atmosferde bunları kim, nasıl mutlu edecektir? Kuşkusuz bu, son derece güç, neredeyse imkânsız gibidir. Ancak her şeye rağmen onları, nispeten de olsa bir şey teselli edecektir: Sanat ve edebiyat. Gerçekten de Servet-i Fünûncular, yeşil yurt hülyasına düştükten, hatta bu hülya sona erdikten sonra bile sanat ve edebiyatı etkili bir enstrüman olarak görmüşler ve bu çerçevede gitmeyi arzu ettikleri, düşledikleri yeşil yurtları sanatsal düzlemde inşa ederek kendilerini avutmuşlardır.’
(Dersaat’ten Yeni Zelanda’ya: Servet-i Fünûn Neslinin Göç/Kaçış Düşüncesi ve İdeal Belde Tasavvuru)
Alıntıdan da anlaşılacağı üzerine Ahmet Cemil’in hayallerinin maviliği ve daha sonra realite ile karşılaşması, Servet-i Fünûn neslinin realite ile yüzleşerek İstanbul’da kalması ile bağdaştırılabilir. Halit Ziya, kendi hayatlarının hür dolu mavilikten siyahlığa dönüşünü Ahmet Cemil üzerinden kitaba yansıtmıştır. Bu noktada kitabın 22 yılı geçmişte, 2 yılının gerçek zamanda olmasına şaşırmamak gerekir. Halit Ziya, Ahmet Cemil’i konuşturup, roman içinde o olurken; hülyalara dalan bir insan, sanatkare üslubu ile bir aydın, mavilerini elimde sımsıkı tutarken, realite ile karşılaşarak hayallerinin siyaha dönmesini izleyen gerçek bir karakterdir.
Kaynakça:
- Prof. Dr. Yüksel TOPALOĞLU. Dersaat’ten Yeni Zelanda’ya: Servet-i Fünûn Neslinin Göç/Kaçış Düşüncesi ve İdeal Belde Tasavvuru. Geçmişten Günümüze Göç.
- Mustafa YİĞİTOĞLU. Mai ve Siyah Romanında Hayal ve Gerçek Bağlamında Farkındalık Duygusunun Oluşumu. Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi.
- Prof. Dr. Mustafa KARABULUT. Halit Ziya Uşaklıgil’in “Mai ve Siyah” Romanında
Anneye Dönüş İzleği. HİKMET-Akademik Edebiyat Dergisi.