Wachowski kardeşler ve Babylon 5’in yaratıcısı J. Michael Straczynski tarafından tasarlanan Sense8, Haziran 2015’te Netflix’te oldukça karışık eleştirilerle lanse edildi. Hiçbir eleştiri, Sense8’i, gerçekten orijinal olduğunu fark eden ve izleyiciyi yavaş yavaş büyüleyici ve zengin duygusal dünyasına çeken sadık bir takipçi kitlesi oluşturmaktan alıkoymadı. Netflix, ikinci sezonundan sonra diziyi iptal etmeye karar verdi. Fakat dizinin dünyanın dört bir yanında hayranları üzerinde bıraktığı etki öylesine derindi ki, hayranların sayısız uğraşları sonucunda Netflix diziye 2 saatlik özel bir final bölümü çekmeye ikna oldu.
Konusu Ve Karakterleri
Sense8, birbirleriyle zihinsel bir bağ paylaştıklarını keşfettiklerinde yaşamları yavaş yavaş iç içe geçmeye başlayan, dünyanın her yerinden çok farklı geçmişlere sahip sekiz kişiyi takip ediyor. Bu sekiz kişilik küme ise, Chicago’dan polis memuru Will; San Francisco’da yaşayan transeksüel bir bilgisayar korsanı olan Nomi; film kariyeri ile yönelimini açığa çıkarmak arasında kalan İspanyol aktör olan Lito; ailesinin yasadışı iş anlaşmalarına kapılan Koreli bir dövüşçü Sun; Nairobi’de annesinin AIDS ilacını ödemeye çalışan bir matatu şoförü olan Capheus; sevmediği bir adamla nişanlanan Mumbai’li bir kimyager Kala; Alman hırsız Wolfgang ve trajik geçmişini saklayan İzlandalı D.J. Riley’den oluşuyor.
Dünyanın sekiz farklı bölgesinden garip bir zihinsel ve duygusal bağları olduğunu keşfeden sekiz kişi,yani sensates, birbirleriyle telepatik olarak iletişim kurabiliyor ve ayrıca birbirlerinin bilgi, dil ve becerilerini paylaşabiliyorlar. Kümenin bir parçası olan sensates, birbirlerinin duygularını hissedebildikleri gibi, birbirlerinin çevresini de deneyimleyebiliyorlar.
Şanslılar, değil mi? Evet, ama dünyevi bağları da onları küresel bir tehdit olarak algılayan gizemli, köklü ve güçlü bir organizasyonun (BPO) hedefi haline getiriyor. Sensates, nasıl ve neden bağlantılı olduklarını anlamaya çalışırken, BPO’da üst düzey bir sensate olan Whispers tarafından avlanmaya başlıyorlar. Yani kutsanmışlar ama aynı zamanda tehdit altındalar. Birbirlerini hiç tanımayan fakat kimsenin olmadığı kadar da yakın olan bu sekiz kişinin tek umudu, birbirlerine güvenmek. Dizinin akış genelinde işlediği sevginin her şeyden üstün oluşunu burada bir kez daha görüyoruz.
Sensates insanlığın daha iyi bir versiyonunu temsil ediyor. Bireyciliğe, kişisel çıkara ve dar kabileciliğe meydan okuyorlar. Sekiz kişi, eş duyumlarının tam anlamıyla içinde yaşayabilecekleri hatta ihtiyaç duyulduğunda onlar haline gelebilecekleri gerçeğinden doğan bir empatiyle birbirlerine derinden değer veriyorlar. Benlik ve öteki kavramları, aralarındaki sınırlar ortadan kalktıkça çözülüyor. Bunun gücü ve güzelliği, ne olabileceğimize dair bu ütopik vizyonun yalnızca dizinin karakterlerine mahsus olmamasında yatar. Sense8, bu bağlantıları besleyen içgüdüsel ve yoğun empatik bir televizyon görüntüsü stiline sahiptir. Bu sekansları izlemekse kuşkusuz oldukça keyifli. Fakat bu kümeyi izlerken olabilecek her estetik açıdan tatmin olmak bir yana, insanlığın ne olması gerektiğini ve neyi yanlış yaptığımızı da anlamaya başlıyoruz.
Başarısının Sebepleri
Sense 8’in baş görüntü yönetmeni, Legends of the Fall ve Braveheart’taki çalışmasıyla Oscar kazanan efsanevi John Toll’dur. Nairobi, Mexico City, San Francisco, Amsterdam, Londra, São Paulo, Berlin ve Los Angeles dahil olmak üzere şovun göz kamaştırıcı küresel konumlarından en iyi şekilde yararlanıyor. Seyirci, kendini bir Sense8 olarak görüyor ve dünyayı gezerek unutulmaz bir deneyim yaşıyor. Dizi, dünyanın her bir köşesinde geçtiğinden her ulustan karakter görme şansımız oluyor. Yani herkesin temsil edildiğini görebildiğimiz bir yapım. Çok ırklı oyuncu kadrosunun yanı sıra, Sense8 ayrıca LGBTQ+ temsili ve bu tema etrafında dönmesiyle de dikkat çekiyor. LGBT temasını doğallıkla ele alıyor. Şovun ilk sezonu, Üstün Drama Dizisi için GLAAD Medya Ödülü de dahil olmak üzere çok sayıda ödül aldı.
Sense8’in ağ sansürleri konusunda endişelenmesi gerekmediğinden, hikaye anlatımı olması gerektiği kadar cinsel açıdan açık olabilir. Bu, şovun nedensiz çıplaklık veya utanmazca heyecan verici aşk sahneleri içerdiği anlamına gelmiyor. Dahası, yazarlara, karakterleri için samimi ve olağanüstü özgürlükçü bir dünya yaratmaları için ortam sağlıyor.
Bir televizyon programı olarak, Sense8’in yeni izleyiciler kazanmasına engel olan en büyük sebep yavaş hikaye anlatımını tercih ediyor oluşudur. Bunun engel niteliğinde olmasıysa, çağımızın en büyük problemlerinden biri olan dikkat eksikliğinden kaynaklanıyor. Çünkü ilk bölümler, her karaktere tek tek odaklanılıyor. Aslında bu tercih, hem dizinin hem karakterlerin derinliğini göstermek için yapılmış. Yani Sense8 izleyicisine kapsamlı bir bilim kurgu hikayesi sunarken, dünyayı ve karakterleri de aynı ölçüde tanımalarına izin veriyor. Bu yüzden seyirci sabırlı olduğunda, dizi onu ödüllendiriyor.
Böyle bir yapımın günümüzde var olmasının ne anlama geldiğini abartmamak zor. LGBT karakterleri temsili ve dünyanın beyaz erkeklerin etrafında dönmediğini göstermeye olan bağlılığı fazlasıyla cesur bir tercih. Korku yerine ihtiyacımız olan tek şeyin sevgi olduğunun altını çizen bir yapım, daha fazlasına ihtiyacımız olan bir tür. Bazen sanat, esinini harika şeylerden alabilir ve bazen doğru sanat türü tam ihtiyaç anında ortaya çıkar. Sense8 ise tam vaktinde seyircisiyle buluşmuştu.
Unutulmaz Sense8 Alıntıları
- Yaşam ve ölüm her zaman iç içedir, tıpkı bazı başlangıçların son, sonlarınsa başlangıç olduğu gibi.
- Gerçek şiddet, affedilmez olduğunu fark ettiğim şiddet, kendimiz olmaya korktuğumuzda kendimize gösterdiğimiz şiddettir.
- Kafamda tüm bu sesler var, ama seninki onsuz yaşayamayacağım tek ses.
- İmkansız gerçeklikten bir öpücük uzaktadır.
- Sonunda hepimiz yüreğimizdeki cesaretle yargılanacağız.
- O benim kardeşim. Kan gibi tesadüfi bir şeyden ötürü değil, daha güçlü bir şeyden. Seçimden.
- Aşk bir köprüdür, bir duvar değil. Tabi izin verirsek..
- Seçimi mi biz yapıyoruz yoksa seçimler mi bizi biz yapıyor kim bilebilir ki?
- Bilim, inancın bahsettiği mucizeleri anlatmak için kullandığımız başka bir dildir.
- Aşk, kurulan veya ayarlayıp kontrol edebildiğimiz bir şey değildir. Aşk tıpkı sanat gibidir. Hayatımıza giren, kuralsız, beklentisiz, sınırsız bir güç. Aşk da sanat gibi hep özgür olmalı.