Gülenay Börekçi ile yaptığı söyleşide sadakat üzerine şu sözleri söylüyor İnci Aral:
“Talep edilen ya da öngörülen aşırı sadakat anlayışı insanı yalana, ikiyüzlülüğe ve sevgisizliğe sürüklüyor. Aşkın kurumlaşması ve alışkanlık heyecanı öldürüyor, bıkkınlıklar, yıpranmalar doğuruyor. Genç yaşta artık birbirini arzulamayan insanlar çoğalıyor. Oysa cinsel enerji yaratıcıdır ve yeniliğe gereksinme duyar. Yokluğu insanı ruhen sakatlar. Birçok insan yasağı bu yüzden deliyor. Çözüm yok. Aile, sadakat, bağlılık gibi kavramlar insanları var oldukları günden bu yana uğraştırmış konulardır.”
İnci Aral; çoğu romanında olduğu gibi, hırpalanmış hayallerden, yıpranmış kadın figürlerinden ve yaşamlardan dem vurur bu romanında da. Pek çok farklı döngünün mahkûmu olan, psikolojik ikircilliklerle sarmalanmış, belki de en bayağı hakikatlerle içini yatıştıran kurbanların romanıdır bu. Yani bizim hayatımızın ve gerçek dünyanın.
Yaşam dış ve iç faktörlere bağlı olarak devinim halindedir. Her insan yaşamın ona taktığı çelmelere takılıp afallamış ya da onun için kazdığı kör kuyulara mutlaka düşüp varoluşunu sorgulamıştır. Alışılagelmiş kuralları ve normları efendimiz yapıp itaat ettiğimiz bu devinimde, her birimizin gölgesinin altında soluklandığı ağaç farklı olmaya mecburdur.
Bu yazımızda solmuş yaprakların, kırık dalların altında ayakta tutulmaya çalışılan bir “Sadakat” öyküsünün bütün çıplaklığıyla karşımıza serdiği karakterlerin bilinç dışına bir akış mevcut olacaktır.
Kanatları Ateşe Tutulan Bir Kadın: Azra

Soğuk bir hapishanenin duvarları arasında başlar bu hikâye. Kocasını öldürdüğü şüphesiyle tutuklanan Azra’ya hatırladıklarını yazması için verilen bir not defterinden okuruz romanı. “Boş sayfayı doldurmaya nereden başlanır, derin bir kırığın hangi ince çatlağından?” . Azra romanın devamında, bize onun hayatındaki ince çatlakları doldurmamız için bir yol açmaya başlayacaktır aslında.
Hayatın duruluğunu kabul ettiğini iddia eden, sevilmeye ve sevmeye bağımlı bir kadın olarak karşımıza çıkar Azra. “Huzurlu bir yuva” vaadiyle kandırdığı benliğini, her seferinde tersi akıntılara sürükler. Psikolojik teorilerin çoğunu incelediğimizde ya da çıkış noktalarını düşündüğümüzde “Neden?” sorusu karşımıza dikiliverir. Bu noktada Azra’nın hayat seyrinde de bütünlüğünü oluşturacak “nedenlere” rastlamamız kaçınılmazdır.
Azra yaşamına sert bir anne ve yumuşak kalpli bir baba korumasında başlar. Annesi hemşirelik okulu kazanmasına rağmen hamile kalmasıyla hayalleri sekteye uğramış bir kadın olarak karşımıza çıkarken babasını annesinin hafifselediği ve sürekli reddettiği, aynı zamanda annesini aldatmış bir figür olarak resmeder Azra. Aile dinamiklerini Bowlby’nin oluşturduğu Bağlanma Teorisi perspektifinden incelediğimizde mesafesini daima koruyan, nadir koşulda sıcaklığını hissettiren anne ile Azra’nın ilişkisi kaygılı güvensiz bağlanma üzerine kurulmuştur diyebiliriz.
Kaygılı-Güvensiz bağlanmanın etkili olduğu ilişkilerde çocuk, ebeveyninin ilgisini geri kazanmak için büyük bir çaba harcar, aşırı bağımlılık ve terk edilme korkusu geliştirir. Azra’nın da annesiyle arasında olan bu bağlanma stili, bütün hayatı boyunca izini bırakmayı sürdürür. Annesinin gözdesi olan erkek kardeşi Korkut’un küçük yaşta hayatını kaybetmesiyle, “Ben ölürsem eğer…” tiradlarının kurbanı olan ana karakterimizde mahrum edilmiş yasın izlerine rastlamak mümkündür. Kardeşinin ölümünden sonra annesinin ona yüklediği roller, Azra’nın yaşaması gereken yas sürecine büyük bir ket vurmuş ve onu büyük bir sorumluluk yığınının altında bırakmıştır. Bu nedenle Azra, yas sürecini nasıl yaşaması gerektiğini ya da ölen bir kişiye nasıl veda etmesi gerektiğini sağlıklı bir biçimde öğrenememiştir. Bu durum, intihar eden kocası Ferda’nın bedenini 10 gün olarak iddia edilen bir süreçte küvette muhafaza etmesinde, hiçbir şey olmamış gibi kahvaltı hazırlayıp onu sofraya çağırmasında ve ölen bedeniyle hesaplaşmasında kendini göstermiştir.
Üniversite dönemlerinde hamile kalan Azra, hem annesinin hayal kırıklığıyla yüzleşmiş hem de hamile kaldığı tıp asistanı Demir’in öfkesinin bir parçası olmuştur. Terk edilmekten korkarak hamile kaldığını da erteleyerek artık kürtaj yapılamayacak bir duruma geldiğinde söylemekten ve Demir’i bu korku sarmalının bir parçası haline getirmekten kaçınmaz. Benmerkezci olan Demir’in tavırları ve zeminde yatan aile ilişkisi de Azra’nın bir sonraki seçimlerinde bağımlı kişilik bozukluğu göstermesine sebebiyet vermiştir.
Hem kitabın hem de sadakatsizliğin ana karakterlerinden biri olan Ferda’nın hayatına girmesiyle de Azra için bütün dengeler sarsılmıştır. Çoğu zaman Ferda’nın manipülasyonlarını görmezden gelir. “Onun beni fırsat buldukça aldattığı kuşkusundan sıyrılmış değildim ama bunların gelip geçici flörtler, seyrek gecelik ilişkiler olduğunu düşünerek aldırmıyordum.” Azra’nın bu anlatımı, kitabın devamında da göreceğimiz Freud’un insanın egosunu koruması için oluşturduğu savunma mekanizmasının bir parçası olan inkardır.
“Huzurlu bir yuva” için bütün fedakârlıkları yapmaya hazır bir kadındır o aslında ama kitap boyunca onun bu fedakârlıkları bencilce bir tutsaklık olarak mı yoksa çaresizce bir mutluluk arayışında olduğu için mi yaptığını okuyucu daima sorgular.
İhanetin Sorumlusu Bir Erkek: Ferda

Ferda, ihanetin öznesi olarak ortaya çıkar kitapta. Manipülasyoncu ve narsistik kişilik bozukluğuna sahip olduğunu hareketleriyle hissettirmekten kaçınmaz. Kitabın ilk başlarında Azra’ya onu ilk defa görüyormuş gibi yaklaşması ve tanımak istemesi de bu kişilik yapısının kanıtı olarak gösterilebilir. Aslında Ferda, Azra ile tanışmadan önce Azra hakkında sahip olduğu arsada olmak üzere çok fazla bilgiye sahiptir. Ferda’nın nasıl bir insan olduğunu tamamen çözümlemek istediğimizde çocukluğuna inmek yeterli olacaktır. Ferda, benmerkezci ve yetersizlik duygusu uyandıran bir babanın olduğu bir aileye doğar. Ferda’nın öz annesi, babasına bağımlı olmasına karşın sürekli eşinin onu aldattığını düşünerek kendi hırpalar ve bu durumda genç bir yaşta vefat eder. Aldatan bir baba figürüne sahip olan Ferda, daha sonrasında üvey annesi ve babasının baldızı ile kurulan yeni düzende ana bakıcıya bağlanmakta ve onun anne olup olmadığını anlamakta zorluk çeker.
Albert Bandura’nın Sosyal Bilişsel Davranışçı Teorisi’nde, çevresel etkenlerin ve gözlemlenenlerin seçimlerimizi oluşturduğuna ve ilerleyen yaşamlarımızda bize yön vermeye devam ettiğine değinilmiştir. Bu teoriden yola çıkarak Ferda’nın babasına hissettiği ikircilli duygular ve aynı zamanda aldatmanın yaşandığı bir ortamda büyümüş olması, onun bireysel zeminini hazırlamakta önemli bir etkiye sahip olmuştur.
Ferda, babası, üvey annesi ve üvey annesinin kardeşi arasındaki ilişki üçgeni ile ilgili Azra’nın “Bunun seni etkilemiş olduğunu inkâr etme” demesi üzerine şunları söyler:
“Ahlaki anlamda değil. O üçünün erotik imgeleri ilk gençliğimde bana acı veriyordu.”
Bu durumun, Ferda’ya etkisini sadece zihinsel erotik bir imge olarak görmüyoruz. Kitabın ilerleyen kısımlarında, Azra’nın sorunlu olan kardeşi Aliye’nin onların evine geçici bir süre gelmesiyle birlikte, Ferda’nın kendini çocukluğundakine benzer bir aşk üçgeninin içinde bulmasına şahit oluyoruz. Aliye ile aldattığı karısı Azra’ya karşı herhangi bir suçluluk duygusu hissetmemesi, onun narsistik ve yetersizliğini kabul edemeyen yapısının bir uzantısı olup karşımıza çıkmaya devam etmiştir.
Romanın devamında geçirilen bir kaza sonrasında bacağını kaybeden Ferda, Aliye’nin de onu terk etmesiyle beraber koşulsuz sevildiğini düşündüğü tek yere geri dönmekte çareyi bulurak eve geri döndüğünde karşısında bu sevgiyi ona veremeyen bir Azra ile karşılaşmıştır. Babasının ona yaşattığı yetersizlik duygusunun güvenli limanında yer bulması ile büyük bir hayal kırıklığı yaşayan Ferda, Azra’nın evinde küvette boğazını keserek yaşamına son vermiştir. Aslında Ferda’nın ölümündeki izlere baktığımızda bile onun bencilce bir tutum içinde olduğunu söyleyebiliriz. Azra’nın ona tutkunluğunun ve ondan vazgeçmeyişinin farkında olan Ferda, aylar sonra geri dönerek intihar eylemi gerçekleştirmesiyle intikam almaya çalışmaktan öteye geçememiştir.
Acımasız Bir Kadın: Aliye

Aliye Azra’nın küçük kız kardeşi ve ihanetin ortağı olan bir kadın olarak çıkıyor karşımıza. Aliye’nin ablasına karşı haset duyguların pençesinde acımasızlığa ve hoyrat davranışlara sahip olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ablasının mutsuzluklarından çok da etkilenmeyen annesinin kendi gençliğini onda yaşattığı bir kadın olan Aliye, tutku ile bağlı olduğu Şevki ile evlenmesine rağmen onu statü için başka bir adamla aldatmaktan geri kalmamaktadır.
Aliye’nin bu davranışları altındaki sebep onun da aldatan bir baba figürü ile büyümüş olmasından kaynaklanıyor diyebiliriz. Aliye toksik bir ilişkinin kurbanı olmakla birlikte yine de Şevki’ye olan aşkını sürdürmüş ve her ihtimalin sonucunda onu seçmiştir. Bu izlenimden yola çıkarak diyebiliriz ki aslında Aliye de ablası Azra’nın “Huzurlu bir Yuva” ideallerinin yansımasına sahiptir. Aliye’nin Ferda ile olan yasak ilişkisi boyunca ablasına karşı hiçbir suçlululuk duygusu hissetmemesi ve Ferda’nın tercihinin o olduğuna yönelik üstten bakışları onun narsist kişilik bozukluğuna sahip olabileceğini gösterebilirir. Aliye’yi kitap boyunca ikili idare ettiği ilişkiler ve yalanların ortak çemberinin ortasında buluruz.
Kaynakça
- Aral, İnci. Sadakat. 3. baskı, Kırmızı Kedi Yayınları, 2010.
- Simply Psychology. “Albert Bandura’S Social Cognitive Theory.” Simply Psychology, 2 Feb. 2024, Web.
- Börekçi, Gülenay. “Sadakat Üzerine Söyleşi.” Habertürk Pazar Eki, 2010, Web.
- Simply Psychology. “John Bowlby’S Attachment Theory.” Simply Psychology, 24 Jan. 2024, Web.
- Restivo, Jenette. “Narcissistic Personality Disorder: Symptoms, Diagnosis, and Treatments.” Harvard Health, 8 Jan. 2024, Web.
- Soysal, Gizem C. “Mahrum Edilmiş Yas.” Kayıp ve Yas Psikolojisi, editör Emrah Keser, Nobel Akademik Yayıncılık, 2023 .


