Yeni Dünya’da birbirinden güzel bir çok hikâye var. Bunlar: Asfalt Yol, Hanende Melek, Çaydanlık, Ayran, Isıtmak İçin, Uyku, Selam, Bir Mesleğin Başlangıcı, Bir Konferans, Yeni Dünya, İki Kadın, Sulfata, Hasanboğuldu.
Benim etkilendiğim ve en sevdiğim iki öykünün yeri farklı: Ayran ve Çaydanlık.
Her bir öykünün hikâyesi ve betimlemesi çok çok güzel. Hüzünlü ve düşündürücü bir kitap olan Yeni Dünya’da birkaç alıntı:
Bir kayadan duman duman,
On yedi metre atlayan
Dağ kokusu ile yüklü su
Akması tel tel ince saç,
Düştüğü yerde üç kulaç
Mavi su, ak köpüklü su!
Köy bir sırtın üzerine set set sıralanmış evlerden ibareti ve alt taraftaki evin damı üst taraftakinin önünden geçen sokaktı. Bütün bu damların üstü genç, ihtiyar kadınlarla dolmuştu. Bir kısmı öbek öbek olmuş konuşuyor, bir kısmı kucağındaki yahut yanındaki bebeklerle uğraşıyor, onları emziriyor, bir kısmı da, aşağıda davulcuların etrafında itişip kakışan biraz daha büyükçe çocuklara bağırıyordu.
Yüzlerce, belki binlerce senelik zeytin ağaçlarının arasında uzanan çukur, iki yanı böğürtlen ve hayıtlarla örülü yolda ağır ağır yürüyordum. Arkamdan yükselen güneş, gölgemi arabanız arabaniz tarafından yüzüme doğru esen hafif, fakat serin bir bahar toprak ve taze çimen kokusu etrafı kaplamıştı. Tarla kuşlarıyla, serçeler. Ötüşe ötüşe ağaçtan ağaca sıçrıyor, güneşin vurduğu yerlerden dalgalı bir buğu yükseliyordu.
Yatağın içinde dönerek güneşin yüzüme vurmayacağı bir köşeye kaçtım. Faydasız!Bir kaç dakika sonra keskin bir ışık beni olduğum yerde buluyor ve yüzümü, ensemi yapışkan bir tere boğuyordu. Bu sırada yatığım otelin altında ki kahvenin gramafonuda uykuya devam yolundaki son irademi kırdı. Boğuk sesli bir hanende avaz avaz:
Sarp dağlara getirdiğim
Kavuşmadan yitirdiğim
Ak kefensiz yatırdığım
Hasan’ın ardından geldim
Emine’yi yaslı eden
Kerem olup Aslı eden
Dağı taşı sesli eden
Hasanım ardımdan geldim
İki tarafı çıplak dağlarla çevrilen bu upuzun ovanın tam orta yerinde yapayalnız duran ve etrafındaki yapraksız akasyalarla daha zavallı görünen bu soğuk bina, oraya rastgele atılmış bir taş parçasını andırıyordu. Günde iki defa geçen posta treni bile, ne diye bu manasız yerde duruyorum diye hayret eder gibiydi ve birkaç dakika durduktan sonra kalkarken, çaldığı düdükte keyifli bir ıslık edası vardı.
Hayvan sesleri daha yakınlaşmış, yolun ilerisinde karların arasında, bir rakım karaltılar belirip tekrar kaybolmaya başlamıştı. Küçük hasan dizlerinin artık kendisini taşıyamayacağını hissetti. Korku her tarafını bağlamıştı. Çıplak ayaklarının cıvık çamura her basışında çıkardığı ezik ses, sırtına bir kamçı gibi iniyor ve korkusunu birkaç misli artırıyordu. Boğazına bir şeyler tıkanmıştı. Çatlak elleriyle gözlerini silerek ileri bakmak isterken dizlerinin üstünde yuvarlandı. Kalktı, fakat beş altı adım sonra tekrar düştü. Boğazından fırlayan sesler daha vahşi bir şekil almıştı. “Ana… Ana!”
Gece kapladı her yeri,
Keder sardı dereleri,
Esmerim vay vay,
Düşman değil, sevda açtı,
Sinemdeki yareleri.
Bir dame düşürdü beni iki bahtı siyahım,
Billahi bu sevdada benim yoktur günahım!