Roma İmparatorluğu’nda halkın konuştuğu dil ve Orta Çağ’da şövalyelik temasında halkın ilgi duyduğu tabiat güzelliklerini anlatıldığı şiir ve nesir türü olan romans kelimesinden türeyen Romantizm, yaklaşık olarak 40 yıl (1789-1832) boyunca etkisini edebiyatta hissettirmiştir. Romantizm akımı; Hümanizm, Neoklasisizm ve Aydınlanma gibi insan aklını, rasyonel düşünceyi ve belli bir düzeni savunan akımların ardından ve Fransız Devrimi‘nin ulusçuluk, hürriyet, bireysel özgürlük ve başkaldırı gibi temaları dünyaya tanıtması sonrası edebiyata şahsına münhasır ve sübjektif bir soluk getirir.
Romantik Edebiyat: Bir İçe Dönüş Serüveni

“Romantizm ne bir konu seçiminde ne de kesin bir hakikatte değil, bir duygulanım biçiminde yer alır.”
Charles Baudelaire
İnsanın kendisini ve çevresini anlamlandırması yolunda süregelen aklın öneminin yanında hislerin, duyguların ve bunlardan sağlanan tecrübenin bir dünya görüşü olarak kabul edilmesine önayak olan Romantizm, bireysel bir temayla tarih sahnesine çıkar. Şairlerin kendi dünyalarına inerek tecrübe ve düşüncelerini paylaşması ile bireysel duygu ve düşüncenin değeri vurgulanır. Daha önce edebiyatta pek değer bulmamış konulardan olan insanın ölümle ilişkisi, melankoli ve hayal kırıklıkları da romantizm akımının bir parçası olarak bireyin iç dünyasına daha yakından bir bakış sunar.
Şairler, doğayı yalnızca bir arka plan olarak değil, içerisinde yaşadıkları ve ifade etmeye çalıştıkları duygu durumunu aktarmak amacıyla betimlemelerle ele alırlar. Betimlemenin önem kazandığı akımda tasvirler bireyin iç dünyasına ışık tutmada önemli bir pozisyondadır. Boyut kazandırılmadan belli bir amaca hizmet eden tipler, romantizmle kendi benliklerini oluşturması bakımından yerlerini karakterlere bırakırlar. Manzara betimlemelerinin yanında karakter betimlemeleri de eserlerde ağırlık gösterir. Karakterlerin iç çatışması duygu haritalarına ve bireyselliklerine derinlik kazandırır.
Yeni Bir Sayfada Yazmak

“Sonsuz dünyalara ulaşma çabamdan; insanoğlunun ölümsüz gözlerinin düşünce dünyalarının derinliklerini, Tanrı’nın bağrında genişleyen sonsuzluğu, yani insanın hayal gücünü görmesini sağlamaya çalışmaktan yılmayacağım.”
William Blake
Romantizm, edebiyat dünyasında yeni bir bağlam oluşturmak noktasında farklı özelliklerle okuyucuyla buluşmuş ve eski olanı değiştirmenin yanında taptaze fikirlerle yazın dünyasını zenginleştirmiştir. Sosyopolitik teorilerden ilham alan yazarlar, bireyin değeri üzerine düşmüş ve soylu kişilerin göz kamaştırıcı hayatları yerine halktan herhangi birinin sıradan bir gününden kesitleri edebiyata dahil etmiştir. Yazın dünyası halka yaklaşmış, kullanılan dil sadeleşirken halkın dilinin kullanımı yaygınlaşır.
İhtilalin ardından ortaya çıkan bireysel özgürlük fikirleri, edebiyatta yazın formunu da etkiler. Şiirde kalıplaşmış formları reddeden şairler, özgürlük bağlamında bireysel olarak benimsenen formları kullanmışlardır. Doğa, dönem içerisinde sıkça kullanılan bir motif olarak insan algısında olağanüstü bir etki uyandırarak bireyin doğa karşısında duyduğu korku, şaşkınlık ve büyülenmeyi ifade eder şekilde metinlere aktarılır. Yazarlar, doğanın içinde olağanüstü ve fantastik unsurları iç dünyalarının bir ürünü olarak mistik ögelerle sıklıkla kullanmışlardır. Gotik edebiyat da bu bağlamda romantizmin bir alt başlığı olarak yerini alır.
Romantik Edebiyat Okuma Rehberi

Ağırlıklı olarak edebiyatın en üst formu olarak kabul edilen şiir biçiminde eserler barındıran Romantizm akımı, birçok eseri ile edebiyatın bir parçası haline gelir. Bu eserlerden özellikle okurun gözüne pek de ilişmeyen ama bir o kadar önemli olan bazılarını okuyucuyla buluşturmak isterim.
Alfred De Musset – Marianne’in Kalbi

“Boğazımda ne var bilmem; bir cenaze alayındaymış gibi hüzünlüyüm.”
Yazarın kendi içinden iki insanı (Octave ile Célio) kelimelere döktüğü tiyatro metni, döneminin en çok oynanan oyunlarından biridir. Musset, karşılıksız aşk temasının Marianne ve Octave çemberinde döndüğü, sade fakat derin anlatımıyla karakterlerin duygularının içtenlikle aktarıldığı bir solukta akacak bir eserle okuyucuyu buluşturur.
Alexander Dumas – Siyah Lale

“Bazen insan kendisinde çok mutluyum deme hakkını asla bulamayacak kadar çok acı çeker.”
Dönemin siyasi ve sosyal olaylarının ışığında Hollanda’da yaşanan Lale Çılgınlığı’ndan esinlenerek yazılan roman, azmin nasıl yücelten bir erdem olup hırsın ve kıskançlığın bir çöküşün ilk kıvılcımları olabildiğini ana karakterler olan lale yetiştiricisi iki bahçıvanın özelinde anlatır. Monte Cristo Kontu gibi yazın dünyasında önemli başyapıtlara imza atan Dumas, bu eserinde insanın duygu çetelesindeki birçok noktaya dokunan ve bu duyguların insan hayatı ve toplumundaki dengesini satır aralarından okuyucunun bilinçaltına sızdıran bir kurgu ortaya çıkarır.
Lord Byron – Don Juan

“Herkes satılıktır nasıl olsa,
Tutkularını bilirseniz eğer.
Satın alabilirsiniz kimini güzellikle,
Kimini mal mülk, çoğunu da parayla,
Kraldan soytarıya dek herkesin bir fiyatı vardır nasılsa…”
Romantizmin kurucularından sayılan Lord Byron, Don Juan efsanesinin ardından adeta genç bir adamın sürgünle başlayan serüveninin gölgesi ardına savurur. Yazar yarım kalan bu eserinde Homeros’tan Cervantes’e, Dante’den Goethe’ye birçok önemli isme atıfta bulunuyor. İronik bir dille dünyanın adaletsizliğine, krallara ve onların taraftarı şairlere de isyan eder.
Percy Bysshe Shelley – Azade Prometheus

“Mavi ayazda kristal mızraklarıyla delip geçer beni
Çatırdayan buzullar; iliklerime işler
Yakıcı soğuğuyla parlayan zincirler.”
İngiliz Romantizminin önemli temsilcilerinden olan Percy Bysshe Shelley‘nin dört perdeden oluşan lirik draması, yazarın klasik mitoloji geleneğini Romantizm biçeminde aktardığı başyapıtıdır. Aiskhylos‘un edebiyat haznesine kazandırdığı bir anlatı olan Prometheus mitinin, Shelley’nin kaleminden tüm insani duyguların fışkırdığı, acının ve neşenin karakter kazandığı bu hikayeyi okurken insanın doğuştan özgürlüğe tutkun bir varlık olduğunu yeniden keşfederiz.
Novalis – Geceye Övgüler

“Tek bir düşünce vardı yalnızca, tek bir korkunç sanrı…
Ölümdü, bu neşeli şöleni”
Yazarın aşık olduğu nişanlısı Sophie von Kühn’ün ölümün üzerine kaleme aldığı Geceye Övgü, yas ve melankolisinin sayfalara kavuşması sonucu okuyucuyla buluşur. Gece ve gündüzün iki baş unsur olduğu kurguda Novalis tüm hislerini geceye döker, gece onun için hem yaşam hem de ölümün yansıması olur. Yazar, imgesel diliyle içindeki ağıtları tercüme ederken toplumsal ve bireysel acıları eserine harmanlar.
Zweig, Novalis’in ölümünün ardından yazdığı denemesinde şu satırları karalar: “Kendimizden kaçmak. İnsanın elinden dünyada bireysel olanı kurtarmak gelmez, insan sadece kendi içindeki bireyi savunabilir. Düşünce insanın en büyük edimi, her zaman özgürlüktür, düşünceler karşısında, nesneler karşısında, kendi kendisinin karşısında özgür olmaktır. Ve bizim de görevimiz işte budur. Başkaları gönüllü olarak kendilerini bağımlı kıldıkları ölçüde, kendimizi daha özgür kılmak.”
Puşkin – Yevgeni Onegin

“Haklarında bir yargıda bulunmayacağım
Zira içlerinden biri olduğum insanların.”
Puşkin‘in şaheseri olarak tanımlanan bu eseri trajik bir aşk hikayesi etrafında derinleşen manzum bir romandır. Detaylara girildikçe okuyucuya çok daha farklı kapılar açmaktadır. Protagonist Onegin’in kentteki Batı insanının yaşam tarzından bunalıp amcasının ölümü sebebiyle Rusya’nın kırsalına kaçışı ile başlayan hikayesi Onegin ve Tatyana arasındaki karşılıksız aşk meselesini irdelerken Onegin çerçevesinde Puşkin’in içi boş aristokrat bireye göndermesi de göze çarpar. Puşkin’in sürgündeyken yazdığı Yevgeni Onegin, bireysel çatışmaları ele aldığı kadar Rus toplumunun da nabzını tutarak Rus edebiyatının önemli bir parçası olmayı hak etmektedir.
Kaynakça:
“Romantizm Akımı ve Edebiyat: Büyük Şairler ve Eserleri”. okuyanpanda. web. Erişim Tarihi: 29.10.2024
“Romanticism”. theartstory. web. Erişim Tarihi: 29.10.2024