Amerikan edebiyatının en önemli yapıtlarından biri olan Martin Eden, usta yazar Jack London‘ın kaleminden hayat bulmuş aynı zamanda sinemaya da uyarlanmış kült bir eserdir. Roman kurgu ve gerçeğin karışımı olarak görülür. Yazarın hayatından yer yer izler taşıması sebebiyle yarı otobiyografik bir eser olarak değerlendirilir.
Bir Yazarın Doğuşu ve Kayboluşu: Martin Eden’in Hikâyesi

“Haritası ve dümencisi olmayan, varacağı limanı bilmeyen bir gemi gibiydi ve kendini yaşamın akışına bırakmıştı; zaten acı veren de yaşamaktı.” (s.419)
Eser bize, romanın ana karakteri olan genç ve yoksul denizci Martin Eden‘ın kendini gerçekleştirme yolculuğuna Martin’in penceresinden tanıklık ettirir. Martin’in hikâyesi kendinden daha üst bir sosyal sınıfa ait olan Ruth ile tanışmasıyla başlar. Görür görmez hayran kaldığı ve aşık olduğu Ruth ile aralarındaki sosyal sınıf farkını kapatmak amacıyla kendini gece gündüz demeden okumaya ve geliştirmeye adar karakterimiz. Başlarda ana dili olan İngilizceyi dahi düzgün konuşamayan Martin, kendini dil bilgisi öğrenmeye, kitaplara ve makalelerin içine gömer. Böylelikle, bu kendini gerçekleştirme yolculuğunda yazma tutkusunu keşfeder. Yazar olma hayalinin peşinden inatla giden Martin bu uğurda aşık olduğu Ruth da dahil birçok tepki ve başarısızlıkla karşılaşır. Ruth ve ailesi, Martin’in kendi kafalarındaki ideallere uygun bir meslekte çalışıp para kazanmasını beklerler. Martin ise kendisini yazarlıktan başka hiçbir mesleğe ait görmez ve tutkusunun peşinden gider.

“Eğer kızla aynı havayı solumayı hak edecekse öyle biri olmalıydı.” (s.64)
Başarıya giden yolda hiçbir zaman çabalamaktan vazgeçmeyen ve takdire şayan bir azim gösteren Martin, zamanla yalnızca ait olduğu işçi sınıfını değil aynı zamanda dahil olmaya çabaladığı burjuva dünyasını da aşar ve toplumun maskesinin ardındaki gerçek yüzünü keşfeder. Böylelikle dahil olmaya çalıştığı entelektüel dünyanın kafasında canlandırdığı gibi olmaması onda derin bir yıkıma sebebiyet verir. Yıkımla birlikte kendini hiçbir yere ait hissedemez ve varoluşsal sancılar çekmeye başlar. Onun kendini gerçekleştirme serüveninde gösterdiği bu olağanüstü çaba ve bu süreçte yaşadığı çöküş, yalnızca toplumsal sorunlarla değil bireysel ve psikolojik zorluklarla da ilişkilidir. Martin serüveniyle bize, bir bireyin var olmaya çabalarken psikolojik olarak nasıl yok olduğunu gösterir. Bu bağlamda ele aldığımızda roman, bireyin psikolojik gelişimi, kimlik arayışı, sınıf çatışması ve ruhsal çöküşü gibi derin temalar barındıran çarpıcı bir yapıttır.
Kimlik Arayışı ve Bireyselleşme

“Böylesine bir sürüye eşlik ederek nasıl o kıza layık biri olabilirdi? Yüzleştiği bu sorun onu dehşete düşürüyor, işçi sınıfına mensup biri olmanın ağır yükü altında bunalıp eziliyordu.” (s.59)
Martin’in kimlik arayışı yolculuğundaki psikolojisini Erik Erikson‘un psiko-sosyal gelişim kuramına göre değerlendirecek olursak; psikolojide bir bireyin kimlik arayışı ve bireyselleşme süreci genç yetişkinlik döneminde yoğunlaşır. Romanın ilerleyişi, Erikson’un söylediği bireyselleşme sürecinin Martin’in kimlik arayışıyla örtüştüğünü net bir şekilde gözler önüne serer. Düşük sosyal sınıfa ait genç bir birey olan Martin’in Ruth ile olan ilişkisinden sonra yüksek sınıf tarafından kabul görme ve sınıf atlamak amacıyla hareket ettiğini görürüz. Hayran olduğu bu genç kız onun burjuva dünyasıyla tanışmasına olanak sağlamıştır. Böylelikle kendisinin de dahil olduğu işçi sınıfı gözünde bayağı ve aşağılık bir boyut kazanmıştır.
Martin, etkisinde kaldığı burjuva sınıfına girmek amacıyla gösterdiği çabalar sonucunda farkında olmadan giderek kendi öz kimliğinden uzaklaşır ve bunun sonucunda da bir nevi “benlik kaybı” yaşar. Ancak, bir kimlik oluşumu sırasında bireyin toplumsal beklentilerle kendi arzuları arasında bir denge kurması gerekir. Ne yazık ki Martin bu dengeyi sağlayamayarak kendi çöküşüne doğru sürüklenir. Psikolojik olarak konuyu bir de Freud’un psikanalitik bakış açısıyla inceleyecek olursak, Martin’in bilinç dışında toplumsal kabul görme arzusunun yattığını söyleyebiliriz. Onun için edebiyat ve bilgi, sosyal yükselişin aracı olmaktan çıkıp adeta bir saplantı halini alır. Bu bakımdan ele aldığımızda Martin’in kimlik arayışı onun iç çatışmalara girmesine yol açarak psikolojik dengesini alt üst eder.
Sınıf Çatışmasının Yarattığı Yabancılaşma

“Aşk, yayımlanmış kitaplar ve şöhretten beslenecek kadar berbat bir şey mi? Görünen o ki öyle. Oturup başım dönene kadar bunun üzerine düşündüm” (s.471)
Martin Eden’in hikâyesi, sosyal çevrenin birey üzerindeki etkisini ve sınıflar arası geçişin psikolojik sonuçlarını da oldukça çarpıcı bir şekilde gözler önüne serer. Pierre Bourdieu, habitus kavramında bireyin doğup büyüdüğü sosyal çevrenin, düşünce yapısını ve davranışlarını nasıl şekillendirdiğini açıklar. Bu şekilde düşünecek olursak Martin de, okuduğu kitaplar ve eğitim yoluyla her ne kadar burjuvazinin kültürel sermayesini edinmeye çalışsa da kökeninden gelen alışkanlıkları nedeniyle hiçbir zaman tam anlamıyla burjuva sınıfına ait olamaz. Bu durum, Martin’in ruhsal dünyasında yabancılaşmaya neden olur. Kendi geçmişini ve sınıfını geride bırakmak istemesi, ancak tam anlamıyla burjuva dünyasına da kabul edilmemesi onda hem kimlik bunalımına hem de yalnızlaşmaya sebebiyet verir. Ruth’un Martin üzerindeki etkisi de bu yalnızlaşmanın hızlanmasında önemli rol oynar. Ruth romanın başlangıcında Martin için bir ilham kaynağı olsa da zamanla burjuva dünyasının yüzeyselliğinin farkına varan Martin için onun sınıfsal önyargılarını yansıtan bir figüre dönüşür. Ruth’un Martin’i yalnızca başarıyla ölçmesi, Martin’in psikolojik olarak tükenmesine sebebiyet verir.
Martin, defalarca denemenin ve gösterdiği olağanüstü çabanın sonucunda yazarlık kariyerinde her ne kadar yükselişe geçmiş olsa da bu durum onun ruhsal durumundaki iniş ile ters orantı gösterir. Edindiği başarılara rağmen, kendisini hâlâ bir yere ait görmez ve toplumun dışında hisseder. Özellikle yazar olarak arzu ettiği başarıya ulaştıktan ve belirli bir üne kavuştuktan sonra zamanında onu küçük gören herkes tarafından kendisine gösterilen ilgi, bir zamanlar hayranı olduğu burjuva dünyasının ne kadar sığ ve ikiyüzlü olduğunu ona göstermiş ve üzerinde büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştır.
“Beni ben olduğum için istemediklerine şüphe yok; zira ben, o eskiden istemedikleri insanla aynı kişiyim. O halde beni başka bir şeyden ötürü istiyor olmaları lazım. Benim dışımda olan bir şey için, ben olmayan bir şey için! Sana o şeyin ne olduğunu söyleyeyim mi? Elde ettiğim tanınmışlık için. Ben o tanınmışlık değilim. Diğer insanların zihinlerinde var olan bir şey o. Ayrıca bir de kazandığım ve kazanmaya devam ettiğim para için. Fakat ben paradan ibaret değilim. Para bankalarda ve herkesin cebinde olan bir şey. Ve şimdi sen de beni şöhret ve para için istiyorsun değil mi?” (s.470)
Romanın sonlarına doğru söylediği bu alıntılardan da anlaşıldığı gibi kendisini herhangi bir yere konumlandıramayan Martin, zamanla psikolojik olarak yalnızlaşır ve toplumla bağlarını koparmaya başlar. Böylelikle onu sona götürecek olan depresyonun yolu da açılmış olur.
Depresyon ve Varoluşsal Çıkmaz

“O, ilk başta halk kütüphanesindeki binlerce kitap karşısında afallamış, ardından onlardan nasıl faydalanacağını öğrenip kitaplara hakim olmuştu; o, gecesini gündüzüne katarak çalışmış, uykuya dalmamak için yatağının kenarına mahmuz çakmış ve kitaplar yazmış biriydi. Olmadığı tek şey, tüm o güruhun üzerine eğilip beslediği o muazzam iştahtı.” (s.463)
Martin Eden’ın yaşadığı psikolojik çöküşü varoluşsal psikoloji bağlamında da ele alabiliriz. Viktor Frankl‘ın “İnsanın Anlam Arayışı“ adlı eserinde; insanın anlam bulamadığında boşluk hissine kapıldığını vurgulamış olduğu gibi Martin’in anlam arayışı da, Ruth’a ve onun da dahil olduğu üst sınıfa olan hayranlıkla başlar. Fakat sonunda bu hayallerine ulaştığında beklediği tatmini ne yazık ki bulamaz ve psikolojik olarak çöküntüye uğrar. Özellikle de Martin’in yazar olarak başarı elde etmesinin ardından yaşadığı ruhsal boşluk, varoluşsal psikolojinin temel problemlerinden biri olarak görülür. Kierkegaard ve Sartre gibi varoluşçu filozoflar, bireyin özünü kendi seçimleriyle oluşturduğunu, ancak bu süreçte anlamsızlık duygusuna kapılabileceğini belirtirler. Martin de yolcuğu boyunca burjuva dünyası tarafından kabul görmek ve aşkını elde etmek için yoğun çaba sarf etse de sonunda öz benliğini kaybettiğinin farkına varır.
“İşin içindeki paradoks da buydu. Yemeğe ihtiyacı olduğunda kimse yardımına yetişmemişti ve şimdi, yüz bin öğün yemek satın alabilecek durumdayken, iştahını yitirmişken sağdan soldan yağmur gibi yemek daveti yağıyordu.” (s.451)
Martin’in hikâyesi son bulmaya yaklaşırken ve seçtiği trajik sona sürüklenmeden önce yaşadığı depresyonu klinik psikolojinin bakış açısıyla irdelemek gerekirse, majör depresyon belirtileri gösterdiğini söylemek doğru bir tanım olur. Gösterdiği yeme bozukluğu, enerji kaybı, hayattan zevk alamama ve ölüm düşünceleri gibi belirtiler okuyucuya onun psikolojik çöküşünü gösterir niteliktedir. Sonunda, hayatındaki hiçbir şeyin onun öz benliğini yansıtmadığını düşünür ve yaşadığı varoluşsal çıkmaz onu karanlık bir sonuca götürür. Martin’in içinde bulunduğu ruh halinden çıkış yolu olarak intiharı seçmesinin onun ruhsal çöküşünün bir sonucu olduğunu söyleyebiliriz.

“Martin’e göre yaşam, hasta bir insanın gözlerini acıtan güçlü, beyaz bir ışıktan farksızdı.” (s.488)
Jack London, Martin Eden romanı ile bireyin kimlik arayışı, sosyal çevrenin kişi üzerindeki etkisi ve varoluşsal krizleri derinlemesine ele alan unutulmaz bir eser ortaya koymuştur. Romanda her ne kadar psikolojik terimlere rastlamasak da Martin’in hikâyesi bireysel çabaların ve toplumsal baskıların insan psikolojisi üzerindeki etkilerini çarpıcı bir şekilde okuyucuya yansıtmıştır. Öyle ki London, Martin’in içerisinde bulunduğu psikolojiyi o kadar başarılı bir şekilde aktarmıştır ki; bireyin uzun süre hayalini kurduğu bir şeyi azimle çalışıp başardıktan sonra, mutluluk ve tatmin duygusu yerine boş ve yorgun hissetmesine psikoloji literatüründe Martin Eden Sendromu adı verilmiştir. Sonuçta Martin Eden romanı bize, başarının ve toplumsal kabulün bireyi tatmin etmeye yetmediğini, asıl önemli olanın kişinin kendi kimliğine ve öz değerlerine sadık kalması gerektiğini vurgular. Bu açıdan eser, yalnızca bir bireysel dönüşüm hikâyesi değil, aynı zamanda insanın ruhsal yolculuğuna dair evrensel bir anlatıdır.
Kaynakça:
London, Jack,”Martin Eden” İstanbul: Can Yayınları, 2014
Frankl, Viktor E. “İnsanın Anlam Arayışı” İstanbul: Okyanus Yayınları, 2022
Daştan, İrem “Martin Eden: Film ve Kitap Üzerine Bir İnceleme” themagger.com Web. 31.03.2025
Demirağ, Öykü “Konusu, Özeti, Okuyucu Yorumları: Tüm Yönleriyle Martin Eden Kitap Analizi” listelist.com Web. 31.03.2025
Kaya, Uğur “Erik Erikson ve Psiko Sosyal Gelişim Kuramı” antalyaozelegitim.com Web. 31.03.2025
Bilen, Burak “Psikolojik Bir Başyapıt: Martin Eden” rengarenkdergisi.com Web. 31.03.2025
H. Anna, “Martin Eden: the Nietzschean tragedy” medium.com Web. 31.03.2025
Gillespie, Liam, “Pierre Bourdieu: Habitus” criticallegalthinking.com Web. 31.03.2025
Karadağ, Ahmet, “Genç Martin Eden Sendromu” edebiyathaber.net Web. 31.03.2025
“Jack London’s ‘Martin Eden’: The Development of the Existential Hero” scrapsfromtheloft.com Web. 31.03.2025