Hollywod yıldızlarıyla, yazarlarla, politikacılarla çalışan Philippe Halsman için gerçek kişiliği yakalamaya çalışmak büyük bir çelişki olmalı. Bu insanların iç dünyalarına inerken denenmemiş yollara ihtiyacı vardı. Yenilikçi tarzıyla çağdaş fotoğrafçılığı etkileyen Halsman’ı merak edenler için kısaca anlattık.

Philippe Halsman kimdir?
“Kamerama bakan insanların en içteki benliklerinin koleksiyoncusu oldum.”
Birçok ikonik fotoğrafa imza atan fotoğrafçı Philippe Halsman, 2 Mayıs 1906 yılında Letonya’nın Riga kentinde doğmuştu. Riga; müzeleri, operası, üç repertuar tiyatrosu ve balesi bulunan uygar bir şehirdi.
Philippe Halsman, yaz tatillerinde ailesiyle Avrupa’yı gezerdi. Avrupa’nın önemli müzelerinin çoğuna aşina olan sanatçı, özellikle portrelerden etkilenmiştir. Küçük yaşta etkilendiği portreler, sanat hayatında büyük bir yere sahip olacaktı. On beş yaşındaki Halsman’ın tavan arasındaki eski bir kamerayı keşfetmesi onun yeni bir hobi edinmesini sağladı. İlk çektiği fotoğraf kız kardeşinin portresi idi. Kız kardeşini pencerenin yanında fotoğraflarken, herhalde geleceğin en önemli portre sanatçısı olacağını tahmin etmemişti.
Yeni hobisine çok bağlı olmasına rağmen Halsman’ın aklında fotoğrafçı olmak yoktu. Babası tıp okumasını istemişti ama o elektrik mühendisliğinin geleceği parlak bir meslek olduğunu düşündü. Almanya’nın Dresden kentinde mühendislik okumaya başladı. Bu süreçte yolu bir gün Paris’e düştü ve şehrin canlılığından çok etkilendiği için eğitimine orada devam etmeye karar verdi. Sanat ve edebiyatla diğer öğrencilerden daha çok ilgileniyordu. Mühendislik ona mekanik ve kuru görünüyordu. Düşüncelerinde sürekli fotoğraflar bulunuyordu. Hissettiği fotoğraf çekme, deneme, yaratma dürtüsünün etkisiyle fotoğrafçı olmaya karar verdi.
“Hayata olan büyük ilgim insanlar oldu. İnsan yaşamı boyunca sürekli değişir. Düşünceleri ve ruh halleri değişir, ifadeleri ve özellikleri değişir.”
Halsman, insan yüzünü fotoğraflanacak en ilginç konu olarak görüyordu. Tolstoy ve Dostoyevski’nin kitaplarını inceleyerek, insan doğasının psikolojisini keşfetmeye koyuldu. Aynı zamanda, kendisine fotosel lambasıyla bir büyütücü aldı ve ışığın resmin ruh halini nasıl etkilediğini inceledi. Bu tek ışıkta aylarca çalıştı ve denedi. Bu tür deneyler sayesinde sanatçılığını oluşturan bir anlayış kazandı.

Paris’te küçük bir otelde kalıyordu. Bir gün aynı otelde yaşayan Claude Delacroix adındaki genç bir Fransız, Halsman’ın yanına uğradı. Claude sinema oyuncusu olmak istiyordu ve fotoğraf portföyüne ihtiyacı vardı. Halsman’ın çektiği fotoğrafların etkisiyle genç Fransız, filmdeki ilk rolünü aldı. Bu olayda Halsman bir fotoğrafçının insan hayatını etkileme ve değiştirme gücünden çok etkilenmişti.
Küçük bir otel odasında çalışmak ve yaşamak kolay olmadığı için kendisine bir stüdyo buldu. O zamanlar bile insanların ilgisini çekiyor, çalışmalarını görmek isteyen insanlar oluyordu. Fakat bu Halsman için yeterli değildi. Ünlü insanlarla çalışmak istedi. Fotoğrafını çekmek için yanına gittiği ilk ünlü isim Fransız yazar Andre Gide’di. Halsman, teklifi kabul edilince yazarın evine gitti. İyi bir portre çekmek için en uygun açıyı yakalamıştı. Fakat Andre Gide sabırsız davranıyordu. O dönemde günümüzdeki gibi saliseler içinde fotoğraf çekilemiyordu. Gide her defasında resim çekilmeden hemen önce pozu değiştiriyordu. Halsman fotoğrafların çekilmesinden önceki üç saniyenin sıfıra indirilmesi gerektiğini anladı. Mühendislik eğitiminden faydalanarak bütün gece çalıştı ve saniyeleri yarıya indirebilecek bir alet tasarladı.
Halsman kısa sürede Fransa’nın en popüler portre sanatçısı olmuştu. Aktörler, yazarlar, Vogue gibi dergiler onunla çalışmak istiyordu. Fakat 2. Dünya Savaşı başlayınca, Fransa’yı terk etmek zorunda kaldı. Halsman, Albert Eistein’ın müdahalesiyle acil vize alarak Amerika Birleşik Devleti‘ne gitti. Orada pek tanınmıyordu, bu yüzden ilk aylar maddi zorluk yaşadı. Bir an önce ailesinin geçimini sağlayabilmek amacıyla tanınmak istiyordu. Halsman için bu zor olmadı. Kısa sürede Amerika’daki insanlar tarafından yeteneği fark edildi ve ünlülerin portre fotoğraflarını çekmeye devam etti. Bu insanlardan biri de 1940’ların başında tanıştığı Salvador Dali oldu. Birlikte gerçekleştirdikleri çalışmalar o döneme kadar yapılmamış işlerdi ve bu yenilikçi ruhları ikilinin dost olmasını sağladı. Aralarındaki iletişimi Halsman şöyle açıklıyordu;
“Birlikte ilk fotoğraf setimiz, aramızda alışılmadık bir fotoğraf akışıyla sonuçlanan bir dostluk başlattı.”

Sanatı: Modellerin En Saf Halini Yakalayan Portre Fotoğrafçısı
Philippe Halsman, edebiyata ve psikanalize ilgi duyan biriydi. Fotoğrafını çektiği modellerin iç dünyasını yansıtmayı amaç edinmişti. Modelinin en saf halini yakalayabilmek için mühendislikteki teknik bilgilerinden yararlanıyordu. Bu özellikleri ve sürrealizm akımından etkilenmesi, onun özgün ve yaratıcı bir sanatçı olmasını sağladı.
Halsman’a göre portrede poz vermek son derece yapay bir durumdu. Poz veren kişiler sıkça gözlendiğini, bir teste tabi tutulduğunu hissederler. Utangaç, beceriksiz veya yapmacık görülebilirler. Bu sorunu çözmek adına Halsman, modellerini rahatlatmak için diyalogdan yararlanıyordu. Onlarla uzun sohbetler ederek aralarındaki samimiyeti güçlendiriyordu. Böylece poz veren kişi bir yabancıyla değil, arkadaşıyla çalışıyordu. Halsman’a göre gerçek kişilik, modeli belli bir pozisyona iterek açığa çıkarılamıyordu. Fotoğrafı çekilen kişiyi kışkırtarak, şakalarla eğlendirerek veya sessizlikle teskin ederek, küstah sorular sorarak, onun samimi haline ulaşıyordu. Halsman bunun için Freud’un ‘serbest çağrışım modelin’ den yararlanıyordu. Freud bu yöntem ile, hastaları uyanıkken düşünce düzenini ve ahlak kurallarını gözetmeksizin özgürce konuşmaya yöneltmiştir.
Kişinin iç dünyasına girebilmek için yaptığı yenilikçi çalışmalardan biri, Fransız aktör Fernandel ile yaptığıdır. Bu çalışmada Halsman, Fernandel’e Amerika hakkında sorular sormuş ve aktörün bu soruları yüz ifadesiyle yanıtlamasını fotoğraflamıştı. Sonrasında çektiği fotoğraf serisini kitap haline getirip yayımlanmıştı. Diğer çalışması ise zıplama bilimi olarak kabul gören Jumpology’dir. Halsman’a göre portresi çekilen kişi zıpladığı zaman eyleme konsantre olduğu için üzerindeki bütün baskılardan kurtuluyordu. Jumpology serisinde yer alan aktrislerden biri Marilyn Moroe olmuştu. Diğer fotoğrafçılar, Hollywod’un ikonik yıldızını cinsel meta olarak görüntülemeyi tercih etmişlerdi. Halsman ise Jumpology aracılığıyla Marilyn Moroe’un çocuksu yönünü fotoğraflamıştı.
Kısacası Halsman‘ın ikonik bir fotoğrafçıya dönüşmesini sağlayan en önemli etken, küçüklüğünde keşfettiği kameranın bir tutkuya dönüşmesi olmuştur. Birçok alana ilgi duyup araştırması ve sınırları konusunda kendisini sürekli zorlaması, onu rakipleri karşısında öne çıkarmıştır. Deneysel çalışmaları ise yenilikçi tarzını yaratmıştır. Bu yarattığı tarz ile kendisinden sonra gelenler için önemli bir rol model olmuştur.
Halsman‘ın Salvador Dali ile gerçekleştirdiği ünlü “Dali Atomicus” çalışmasını merak ederseniz, dergimizde yayımlanan “Tarihe Tanıklık Eden 10 Önemli Fotoğraf” yazımıza göz atabilirsiniz.
Kaynak
“Otobiyografi”. Philippe Halsman. Web. 01.08.2022
Erciyeş Tosun, A. (2021). Fotoğraf, Sürrealizm ve Psikanaliz İlişkisi Çerçevesinde Portre Fotoğrafçılığı: Philippe Halsman ve Dali Atomicus. Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Yeni Düşünceler Hakemli E-Dergisi, (15), 131-135.