OTOBİYOGRAFİNİN MİTOLOJİK HARMANLANMASI
Simurg, ölümsüz olduğuna inanılan efsanevi kuştur. Diğer adı ise Phoenix, Kerkes, Zümrüdüanka’dır. Karakterimiz Tuğrul, kendini Simurg ile özdeşleştirir. Okuyacağınız hem mitolojik, hem de otobiyografik bir romandır.
Üstkurmaca, postmodern romanların yapı taşıdır. Dünyevi gerçeklik değil, hayali ögeler içerir. Peki, SİMURG?
HER ŞEY DİZ YARASIYLA BAŞLADI
Bir çocuğun dizindeki ilk yara nasıl açılır? Kalbine ilk dokunuşu kim yapar? Ebeveyni öğretmen olan küçük bir çocuk için mahalle kavramı nasıl olmalıdır? Okurken bir Emrah Serbes havası hissedeceksiniz. Kitabın en büyük özelliği sizi geri dönüşler ile çocukluğunuza götürmesi… Tüm bunların yanında mitoloji ile ilgileniyorsanız size bir karakter bunalımı da yaşatabilir.
“Belki en büyük yaramazlık aşık olmaktı.”
Satır aralarında hepimizin oynadığı tasolar yatıyor, hepimizin ilk aşkı beliriyor her harfinde. Yazarımız çocukluğunu oldukça başarılı anlatmış.
İlk sevgilisinin öpüşünü vişne çürüğü olarak tasvir eden yazar, müziği de eklemeyi unutmamış aralara. Başkarakterimiz Tuğrul, hayata adapte olmaya çalışıyor. Adapte olurken mitleşen bir roman aslında…
“Asla kaybolmuş hissetmemiştik, çünkü hiç çıkmazda kalmamıştık” s.82
Tuğrul’un dizindeki ilk yara bisikletiyle açılıyor, kalbindeki ilk yara ise sevdiği küçük kız ile… Her küçük adamın başına gelen bu hisleri çözmek için uğraşan çocuğun romanıdır Simurg…
İYİ VE KÖTÜ BİR AKŞAMIN BAŞLANGICI
Yazar, her bölüm başında mevsim ve havalardan dem vuruyor. Mekanın yapısal kökenini ve rengini okuyucuya başarılı bir şekilde sunmak, belki de hissettirmek için bölüm başlarını ele almış. Siz her mevsimin karakter üzerindeki etkisini okuyorsunuz. Simurg, beyninizde kanatlanırken rüzgar saçlarınızı okşamakta gecikmiyor bu romanda.
Şüphesiz mekanın işlevsel özelliği olan duygu/durum etkilerini de yazar, başarılı bir şekilde ele almış. Bunun en büyük özelliği belki de romanın durağan noktası bir Ankara kışı.
BİR KÜÇÜKLÜK TRAVMASI

Yer ve mekan bir kasabadan öte, bir küçüğün kalbi olarak giriyor romana. Tuğrul, bıçkın bir delikanlı. Hepimizin olduğu gibi ilk aşkı ve bir “ilk düşman” argümanı ile devam ediyor roman. Tuğrul, o kadar hayalci ki, aşkı ile arasına Yunan mitolojik karakteri Ares’i bile sokuyor. Karakterimiz savaş verirken, kızımız ise “Sakın yanıma yaklaşma” diye bağırıyor romanın içinde. Herkesin başına gelebilir aşk denen illet. Leyla’lar, Yıldız ile yapılan evlilikler.
“Enginlerde gezen bir serçe değildim artık; bir süredir yükseklerden izleyip durduğu avına yönelmiş korkusuz bir kartaldım.” S.17
“Seni görmek güzeldi, her zamanki gibi.”
YAZARDAN POSTMODERNİZM ÇIKIŞI
Postmodern romanların ve üstkurmacanın birinci kuralıdır hayal ürünleri. Aslında hayal demek yanlış olur. Biz, buna mitoloji diyelim. Roman, ortalardan sonra adeta bir üstkurmaca/üstmetin ile ilerliyor. Yani aslında bunun gerçek olmadığını biliyorsunuz lakin, bu zaten postmodern romanın ilk özelliğidir.
Romanın için de bir de mitolojik kahramanlarımız var. Artemis. Bu şüphesiz bize postmodern romancımız Oğuz Atay’ı hatırlatıyor. Çünkü oradaki hayal ürünü -belki de şizofreni- Olric, Simurg romanında bizim karşımıza Artemis olarak çıkmış. Yazar, şüphesiz bunu çok başarılı gerçekleştirmiş, ortalardan sonuna kadar gayriihtiyari seviyorsunuz Artemis’i.
“GERİ DÖNMEK İÇİN BİR BAHANE BULANA KADAR SOĞUKTA YÜRÜDÜM.”
Simurg, karakterimiz üzerinde kanatlanıp uçarken, roman devam ediyor. Biraz otobiyografik özellikler de barındırdığı için belki, içinizde Tuğrul’u çoktan tanımış olduğunu hissi gecikmiyor.
“Ne bekliyorsun?!, diye bağırdı kalbim aynı heyecanla.”
YILDIZ VE GÜNEŞ TUĞRUL’UN GECESİNİ AYDINLATIYOR
Yıldız ile evlilik yapan karakterimiz için olaylar şimdi başlıyor. “Ben ölümsüz müyüm?” diye kendine hunharca sorular soran Tuğrul, bu bölümde hücrelerinin adeta anında yenilendiğini ve kocaman kazaları çok rahat atlattığının farkına varıyor. Güneş ise onun biricik kızı. Yıldız ve Güneş isimleri, bence de tesadüf değil…
Bu bölümde Tuğrul’un hücreleri olası bir insana göre çok daha hızlı gelişip ilerliyor. Bunun da sonu ölümsüzlük oluyor. İşte, postmodern bir çıkış daha!
“İş işten geçtiğinde hiç başlamamış olmayı dileyeceğimiz kötü bir alışkanlık gibiydi ölüm”

Ölümsüz karakterimizin ölümlü arkadaşları roman sonlarına doğru ölmeye başlıyorlar. Yaprak dökümü adeta… Küçüklüğünden beri duygusal olan Tuğrul, burada etkilense de yıkılmıyor. Çünkü o bir Simurg. Yıldız ve Güneş ise ilk tapınaklar.
YAPRAK DÖKÜMÜ BAŞLIYOR: İLK GİDEN ARKADAŞLAR
Tuğrul, belki de ölümsüzlüğü üzerinden ilerleyerek, çizdiği otobiyografik hikayesinde herkesi yavaş yavaş gömüyor. Arkadaşları, doktoru, dostları… Hepsi tek tek yaşlanarak ölüyor hikayemizde.
O ise, tüm bu hengamenin bir ağacı. Her yaprak onun gövdesinden düşüyor. Hikayenin sonunu merak edenler için ise Simurg’u ellerine almalarını tavsiye ediyoruz… Çünkü o bir Simurg.
SON OLARAK KÜLLERİNDEN DOĞMAK
“Bir gün, dedi. Zamana yenilen vücudum ve yorgun gözlerimle, karşımda bir heykel gibi aynı tazelikle dikilen sana bakacak, neden hala yanımda olduğunu sorgulayacağım.”


