Kompleksler: Toplumun Bize Dayattığı Psikolojik Kalıplar

Editör:
Berfin Dağaslan
spot_img

Yaşamımız boyunca toplumun bize dayattığı birtakım normların etkisi altında yaşarız. Bu kalıplar hayatımızın bir parçası olmuş ve istesek de istemesek de nesilden nesle süregelmiştir. İnsan dediğimiz varlık; doğar, büyür ve sonunda da ölür. Bu süreçte insan, önce anne ve babasının kontrolü altında iken sonraları kendi hayatını kurduğunda kumanda ona geçmesine rağmen birey kendince hala tam kontrolünü sağlayamamıştır. Çünkü hepimizin yaşamını kontrol eden bir uzak kumanda mevcut olmakla birlikte bu kumandanın adı da toplumdur.

Toplum, bireyi belirli bir kaba sokma eğilimi içerisinde olup bireyin her davranışını eleştirir. Bu durum bireyin aile ortamından çıkıp eğitim ve iş hayatına, aynı zamanda sosyal hayatındaki konumuna kadar devam eder. Buna en basit örnek, toplum içerisinde güldüğümüzde veya yüksek sesle kahkaha attığımızda, çok konuşan bir insan gördüğümüzde “Aman ne geveze bir insan! Bir türlü susmak bilmiyor!” veya içine kapanık, yüzü asık ve neredeyse tek kelime etmeyen kişilere “Ne suratsız, ağzından bir kelime çıksa ölür sanki!” gibi yine insanı aşağılayan bu tarz sözlere toplumda karşılaşmamak mümkün değildir. Bu örneklerin haricinde birçok örnek var.

Bu yazımızda bahsetmek istediğimiz aslında şu; ne yaparsanız yapın, toplumun gözüne girmek neredeyse imkansızdır. Bu durum genellikle toplumsal cinsiyet eşitsizliği üzerinde yoğunlaşmakta olup toplum tarafından kadın ve erkeğe biçilen roller ve birtakım kalıp yargılardan oluşmaktadır. Bu yazımızda da doğruluğu tam anlamıyla ispat edilemeyen fakat hepimizin sorgusuz sualsiz itaat ettiği bu kalıpları açıklamaya çalışacağız.

Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Nedir?

Toplum İçerisinde Stigma, Kaynak: shutterstock.com

Toplumsal hayatta kadınlar ve erkekler hem biyolojik hem sosyal hem de kültürel açıdan cinsiyete dayalı birçok farklılıklara sahiptir. Toplum, kadın ve erkeğe cinsiyetlerine göre farklı sorumluluklar ve beklentiler yüklemekte olup her iki tarafı da cinsiyete dayalı farklı alanlara yönlendirir. Bu roller toplum tarafından çocukluktan itibaren belirlenir. Oğlan veya kız çocuklarının oynayacağı oyuna veya giyeceği kıyafetin rengine dahi toplum karar verir.

Şurası bir gerçektir ki çocukluk yaşlarında kız çocukları genellikle evcilik, yemek yapma gibi oyunları oynamayı tercih ederken oğlan çocukları daha çok arabalarla oynamayı tercih etmektedir. Bu durum toplumun kadına biçtiği en önemli rolünün yalnızca yemek yapmak veya çocuk bakmak olduğunu ileri sürmektedir. Bu tarz yaklaşımlar özellikle ataerkil toplumlarda dikkat çekmekle beraber kadın ve erkek arasında inanılmaz derecede uçurumlara yol açar. Bu uçurumlar da toplumsal alanda cinsiyet eşitsizliğine sebep olmaktadır.

Toplum Tarafından Kadın ve Erkeğe Dayatılan Roller

Pinterest

Çağlar boyunca ataerkil toplumlarda erkeğe çok fazla misyon yüklenmiştir. Toplumda erkeğin kadından üstün tutulduğu birçok alan vardır. Erkeğin gereksiz kas gücüne dayandırılan bu düşünceyle erkekler çoğunlukla iş ve sosyal hayatta daha aktif olur, evin reisliğini elinde tutar ve kadınların yok sayılmasına sebep olur. Günümüzde pek çok kadın iş yaşamında en az erkekler kadar söz sahibi olmasına rağmen iki taraf da tam anlamıyla eşit değildir.

Kadınların çalışma hayatından başka bir de ev hayatı vardır. Tüm ataerkil toplumlarda erkeklerin temizlik, bulaşık, çamaşır, yemek yapma gibi ev işlerini yapma zorunluluğu yoktur. Bu konuyu erkeklerin geneline kıyaslamak doğru olmaz belki ama toplumun yarısından fazlası ev işlerini kendi arzu ve isteklerini tatbik etmek için yaparlar. Bir erkeğin yemek yapmadığı için veya evini temizlemediği için insanlar tarafından yargılandığına şahit oldunuz mu? Tabi sadece bununla da bitmiyor, bir kadın bir gün eve geç gelse, o kadının ne namusu ne de edepsizliği kalır. Bir erkek eve gecenin bir yarısı da gelse, ne eleştirilir ne de herhangi bir söz söylenir. İşte toplumsal cinsiyet eşitsizliği burada başlıyor.

“Kadınlarını geri bırakan toplum, geride kalmaya mahkumdur.”

Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk 

Erkeklere hitaben birçok atasözü ve deyimlerde bile kadınları aşağılan sözler mevcuttur. En yaygın deyimlerden bir tanesi olan Elinin hamuruyla erkek işine karışmak” deyimi, kadının yetemeyeceği veya beceremeyeceği bir durumda özellikle kadınlara hitaben söylenmektedir. “Erkek ağlamaz” veya ”Karı gibi ağlamak” gibi toplumsal cinsiyet eşitliğine aykırı deyimler de toplum içerisinde oldukça yaygındır. Erkeklerin ağlaması toplum tarafından hoşça karşılanmayan bir durumdur. Bu durum toplumun erkeklere biçtiği en acımasız rollerden bir tanesidir. Güçlü olmak yalnızca erkeklere has bir özellik değildir. İnsana özgü bir özelliktir. Kadın olsun erkek olsun fark etmez, bu dünyada yaşayan her insan güçlü olmak zorundadır fakat ağlamak da bir insanı güçsüz ve aciz yapmaz.

Günümüzde kadınların olduğu kadar erkeklerin de giyim tarzı tartışılmaktadır. Küpe takmak, saç uzatmak yalnızca kadınlara özgü olmamakla birlikte erkeklerin de en doğal hakkıdır. Toplum tarafından kadın ve erkeğin nasıl yaşayacağına henüz doğmadan önce karar verilir. Bunun en temel özelliği onlara biçilen renklerdir. Mavi renk erkekleri, pembe renk ise kızları temsil eder. Neden erkekler pembe giyemez? Bunu hiç düşündünüz mü? Tabi sadece renkler değil aynı zamanda oynayacağı oyuncaklara da karar veriliyor. Kız çocuklarına bebek alınırken erkek çocuklarına araba alınır. Bir erkek çocuğunun bebekle oynadığı çok fazla görülmez. Böylelikle daha o yaşlardaki çocukların kaderi toplum tarafından zihinlerine kazınmaktadır.

Microfon Blog

Bu dünyada kadın olmak zordur. Her türlü eleştiriye maruz kalmak zorundasınızdır. Toplum tarafından kadına dayatılan roller, yemek yapma, temizlik, çocuk bakma olmakla birlikte çalışan bir kadının sorumluluğu daha fazladır. Şimdi size bir hikaye anlatacağız. Dünya tersine dönse, kadın ve erkek yer değiştirirse nasıl olurdu?

Anadolu’nun küçük bir kasabasında evli çift vardı. Çiftlerden yalnızca kadın çalışmakta olup evin reisi kadındı. Kadın sabah 8’de evden çıkıp akşam 5.30 veya 6 gibi eve giriyordu. Evin erkeği ise bütün gün evde olup yemek, bulaşık, çocuk derken akşamı anca ediyordu. Arada dışarı markete vesaire gidiyor veya komşu ziyaretine gidiyordu. Bütün gün çalışan, yorgun argın eve gelen kadın ise eşinin ona hazırladığı sofraya oturur, birlikte yerlerdi. Yemek sonrasında masadan birkaç tabak veya bardağı mutfağa götürür veya götürmez ve direk koltuğa geçip otururdu. Bu sırada evin erkeği ise bulaşıkları yıkar, çay koyar; belki karısına kahve yapar ve onun ayağına getirirdi. (Tıpkı daha önce kadınların yaptığı gibi.)

Hikayede abartılacak bazı yerler olabilir. Fakat Anadolu’nun küçük şehirlerinde durum neredeyse bu şekildedir. Büyük şehirlerde kadının sosyal hayata katılımı, iş yaşamındaki aktifliği oldukça fazla olduğundan hem iş hem de ev işlerini aynı anda yürütmek mecburiyetinde kalıyor. Hikayede vermek istediğimiz konu ise şuydu: Ev hanımı oluyor da neden ev erkeği olmasın? Öyle değil mi?

Başarı Tek Bir Puan ile Ölçülebilir mi?

Başarılı İnsanların 50 Alışkanlığı – Social Business Türkiye
Social Business

Toplumun bize dayattığı bir diğer nokta ise akademik başarıdır. Başarı sınavlardan alınan bir puan değildir. Bir öğrencinin başarısı sınavlardan aldığı puanlarla ölçülemez olduğu gibi aynı zamanda sınavlar öğrencinin yeteneğini köreltmesine de sebep olmaktadır. Günümüzde sınav kaygısı yaşayan birçok öğrenci var ve bu öğrencilerin en büyük hedefi iyi bir üniversiteyi kazanıp meslek sahibi olmak.

Yaşamımızın her alanına hakim olan toplum, bizim ömür boyu yapacağımız mesleğe de el uzatmaktadır. Toplum tarafından hoşça karşılanan birkaç meslek var. Doktorluk, eskiden beri toplum arasında oldukça popüler olmakla birlikte birey, yeteneği olmasa da sırf toplum tarafından değerli görüldüğü için doktor olmaya karar veriyor. Bir insan kendisini kan tutmasına rağmen atamasının çok fazla olmasından dolayı hemşire oluyor. Bununla ilgili daha çok örnek var.

Çoğu devlet okullarında sanata, resme, müziğe gereken önem verilmiyor. Çocuğun çok iyi bir müzik kulağının olması veya çok iyi yağlı boya veya karakalem çizimler yapıyor olması neredeyse kimsenin umurunda olmuyor. Okullarda edebiyat dersi bile yalnızca bir dersten ibaret. Kalemi güçlü olan bireyler, belki de şu an ait olmadıkları bir işte çalışmakta.

Toplum; basit, düz bir memur olmayı bir ressam olmaktan daha çok önemsiyor. Toplum için en iyi birey, mezun olduktan sonra bir an önce iş hayatına atılmış ve oldukça yüksek bir mesleki konum ve maaşa sahip bireydir. Halbuki asıl başarı kişinin hayata karşı ne kadar güçlü olduğu, kendi karakterinden ödün verip vermediği, hayallerinden, baş koyduğu davasından vazgeçmediği; bu yolda azimle ve büyük bir kararlılıkla yürüyüp amacına ulaşmasıdır.

Herkes Evlenmek Zorunda mı?

Pexels

Toplumun bize dayattığı bir diğer kalıp ise evliliktir. Kadın veya erkek belli bir yaşa geldikten sonra toplum tarafından evlenme şartı koşuluyor. Evlilik sanki ideal bir yaşam için hayatın en önemli yapı taşlarından biri olup belli bir yaştan sonra evlenmeyenler toplum tarafından yoğun baskı ve eleştirilere maruz kalmaktadır.

Kimi insanlar, evliliği yaşamının bir parçası olarak görür ve evlenmek, çocuk sahibi olmak belki onlar için yaşamının en değerli hazinesidir. Kimi insanlar da kariyerine odaklanarak, alanında en iyisi olmayı hedefler ve gözleri işinden başka hiç kimseyi görmez. Onlar için varsa yoksa işidir.  Aynı zamanda bazı insanlar özgürlüğüne düşkün olmakla birlikte evliliğin onlar için bir pranga olduğunu düşünmeleri oldukça normaldir ve bunun için o insanları yargılamak  yanlıştır.

Evlilik konusundan hareketle tarih boyunca kadını doğurgan bir araç olarak gören toplum, kadının esas görevinin çocuk doğurmak olduğunu söyler. Kadınlara sadece bunun için dünyaya gelmişler gibi misyonlar yüklemek kadının yeteneklerini sınırlandırmaktan öteye gidemez. Bir kadın bekar bir hayatı tercih edebilir veya günün sonunda kendine bir eş seçse bile anne olmamayı tercih edebilir. Bu, kadının en doğal hakkıdır. Kadın olmak, anne olmaktan ibaret değildir. Bir kadın anne olmak istemiyorsa, bu konuda hiç kimseye söz düşmez.

Geç Kalma Hissi

Suçluluk Hissi Her Zaman Tehlikeli mi?| evrimağacı.org

“Geç kaldım, her şeye biraz, kendime çok…”

Didem Madak

Nedir geç kalmak? İnsan nereye geç kalır? En basit ifadeyle derse, işe, belki arkadaşlarıyla buluşmaya; ya sonra… Hayatımız boyunca geç kalma duygusuyla yaşıyoruz. Yaşam bir yarış pisti, biz de o pistin koşucularıyız.

Toplum hiçbir zaman bize “Geç kaldın!” demekten yorulmaz. Geç kaldın okumaya, çalışmaya, bir meslek sahibi olmaya; evlenmeye. “Bu yaştan sonra okuyup da ne yapacaksın! Okuyup da neleri değiştirebileceksin sanki!” Bunun gibi toplum tarafından söylenen daha birçok kalıplaşmış sözler vardır. Halbuki hiçbir şeye geç kaldığımız yok. Belki zaman ilerliyor ve biz yaşlanıyoruz fakat ne kadar zaman geçerse geçsin hayallerimizi gerçekleştirmekten aciz değiliz.

İlkokuldan sonra okuyamayan bir kadının 40 yaşında yeniden okula başlaması, aşağılanacak bir hareket değil tam aksine alkışlanacak bir harekettir. Okumanın yaşı yoktur. İnsan tüketen bir varlık olduğu gibi üretkendir de. Yaşım geçti, bu saatten sonra ne yapabilirim demek diri diri mezara girmek demektir.

Toplum, bireyin başarılı olmasını istemez; onun başarısını kıskanır, onun kendini yetersiz ve değersiz görmesi için her türlü psikolojik baskıyı uygular. Boşuna dememişler; “İnsan insanın kurdudur” diye. Kim ne derse desin, her şeye ve herkese rağmen bu hayatta kendimiz ve kendi hayallerimiz için çalışacağız.

Yetersizlik duygusu neden kaynaklanır? - İndigo Dergisi
İndigo Dergisi

Sonuç olarak toplum, birey üzerinde daha sayamadığımız birçok etkiye sahiptir. Toplumun gelenek ve adetlerine göre şekillenen bu kalıplar, zamanla bireyde yetersizlik duygusunun ortaya çıkmasına yol açar. Sürekli toplum tarafından eleştirilen bir birey, kendini yetersiz ve değersiz görmeye başlar.


Kaynakça

ASLAN, Hivda. “Toplumsal Cinsiyet Nedir?”. Fırat Üniversitesi İletişim Fakültesi Uygulama Gazetesi, 08.03.2022. Web

ÇOŞKUN, Melisa. “Üstünlük Kompleksi”. Elazığ Fırat Haber, 15 Ocak 2025. Web

ERDOĞAN, Azra. “Geç Kalmadın” Manifesto Dergi, 28 Ekim 2024, Web.

ÖZMETE, Emine-Melek ZUBAROĞLU YANARDAĞ. “Erkeklerin Bakış Açısıyla Toplumsal Cinsiyet Rolleri: Kadın ve Erkek Olmanın Değeri” Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi, 10.06.2016, Cilt 20, Sayı 1, S. 91-107. Web

Kapak Görseli: Typelish

spot_img

2 YORUM

  1. Bahar hanım çok önemli ve değerli konuları ele almışsınız. Her bir başlık kendi içinde uzunca tartışılmaya muhtaç konular. Ayrı sayılarda da yayinlanabilirdi diye düşündüm okurken. Yüreğinize, kaleminize ve emeğinize sağlık. Teşekkürler ❤️

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Frankenstein Canavarının 90 yıllık Evrimi: Sinemada 8 Farklı Görünüm

1931'deki hantal Karloff'tan 2025'in duygusal Jacob Elordi'sine... Frankenstein canavarının sinema tarihinde Gotik edebiyat mirasını nasıl dönüştürdüğünü keşfedin.

Müzik Festivallerinin Peşinde Avrupa Turu

Avrupa'nın önde gelen müzik festivalleri ile yaz boyunca geziyoruz.

S.D.B.D.A. Veyahut Yan Yana Film İncelemesi: Birlikteliğin Birleştirici Gücü

Feyyaz Yiğit ve Haluk Bilginer’in başrolde olduğu Yan Yana, farklı dünyalardan gelen iki adamın mizah ve içtenlikle kurduğu dönüştürücü bağı etkileyici biçimde anlatıyor.

Boyarken Düşünmek: Sanatla Zihinsel Arınma

Modern çağın zihinsel gürültüsünü durdurmanın yollarından biri boyamaktır. Sanatla akışa girmek, kaygıyı azaltıp, derinlemesine odaklanma ile aracılığıyla zihinsel arınmayı mümkün kılar.

Dire Straits – Brothers In Arms: Bir Savaş Eleştirisi

Klavye ve gitarın ikonik ismi Dire Straits'in Brothers In Arms ile sunduğu savaş karşıtı bakış açısını inceledik!

Haunted Hotel Dizi Analizi: Ölüm ve Yaşam Arasında Alaycı Bir İşletme

Korku ile komedi türlerini harmanlayan Matt Roller, izleyicilere yepyeni bir fantastik evren sunuyor.

Frankenstein Filmine Referans Olan Tablolar

Frankenstein filmi yalnızca konusuyla değil, sanatsal yanıyla da bizlere çok şey anlatıyor.

TikTok’un Kütüphanesi: BookTok’ta Popüler Olan 10 Kitap

BookTok, kullanıcıların kısa videolarla paylaştığı bir dijital kitap topluluğu haline gelmiş ve bir kitabın popülerliğini hızla arttıran bir platform olmuştur.

Kayayı Delen İncir Aslında Ne Anlatıyor?

Kayayı Delen İncir, Turgut Uyar’ın 1982 yılında, ilk kez Karacan Yayınları tarafından yayımlanan ve aynı yıl Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazanan şiir kitabıdır.

Julianus: Son Pagan Bizans İmparatoru

Roma'nın dinden dönen imparatoru Julianus’un Paganizmi canlandırma çabaları, askeri zaferleri ve tartışmalı politikalarıyla bıraktığı mirasın izini süren bir portre.