Çizer: Öykü Temelkuran
Janis Joplin, tüm zamanların en saygı duyulan ve başarılı psychodelic rock ve blues şarkıcılarından biri, 27 yaşında ölmeden önce milyonlarca dinleyiciyi heyecanlandıran ve yeni yaratıcı yollar açan trajik ve yanlış anlaşılmış bir kadın. 1960’ların müzikal ve kültürel devrimi sırasında ortaya çıkan sanatçılardan biriydi. Hayatı buna bağlıymış gibi şarkı söylerdi.
Şarkı söylemek birini sevmek gibidir. Bu üstün bir duygusal ve fiziksel deneyim.
Ocak 1943’te Teksas’ta doğdu. Port Arthur’lu orta sınıf bir anne babanın kızıydı. Kendisinden küçük iki kardeşi vardı.
Lisedeyken popüler değildi. Kıvırcık saçları, yüzünde yara izlerine neden olan sivilceleri vardı, aşırı kiloluydu ve ellilerin Teksas okulundaki çoğu çocuğun aksine Siyahilerle iyi geçiniyordu. Öğrenciler ona ‘ucube’ veya ‘domuz’ diyerek onunla dalga geçiyordu. Son sınıfta, içmeyi seven sert bir kız olarak biliniyordu.
“Uyumsuz biriydim. Okudum, çizdim, düşündüm. Siyah insanlardan nefret etmedim.”

Katı ırk ayrımı olan bir kasabada ırksal bütünleşme için konuşuyordu. Giyiminde veya konuşmasında ağırbaşlı değildi, bu da kasabalıları onu hizaya sokmaya çalışmak için zorladı.
1962’de Austin’deki Texas Üniversitesi’ne kaydoldu. Transparan kıyafetleriyle, gününü şarkılar söyleyerek geçirmesiyle, eşitlikçi düşünceleriyle burada da öne çıktı. “Kampüsün En Çirkini” seçildi. Austin’de bluegrass müzik konserleri verdi ve yıl sonunda üniversiteyi bıraktı. Yaşına göre çok fazla içiyordu. Bunun müziğini de etkilediğini görünce alkolü azalttı.
1963’te küçük kasaba hayatından uzaklaşıp otostopla San Francisco’ya gitti. Jorma Kaukonen (sonradan Jefferson Airplane) ve eşiyle demolar kaydetti. Uyuşturucular hayatına aynı zamanlarda girdi.
1965’in sonunda ayrıldığı nişanlısı Peter de Blanc‘a yazdığı bir mektupta şöyle dedi:
Ödevimi yaptığım masamda senin resmin var ve ailedeki herkes onu en az üç kez gördü. Yakışıklı olduğun konusunda herkes hemfikir. Seni gerçekten seviyorum. Hayatımda bir örüntüye benzer bir şekil bulmaya çalışırken, her seferinde büyük bir güçle dışarı çıktığımı ve gerçekten kafayı yediğimi görüyorum. Tek yaptığım vahşi olmak, sürekli içmek, insanları becermek, şarkı söylemekti. Tanrı aşkına, lanet olasıca mutlu olmak istiyorum.
1965 yılına gelindiğinde uyuşturucu kullanımından yıpranmış, neredeyse 40 kiloya düşmüştü. De Blanc ve arkadaşları onu iyileşmesi için evi Teksas’a göndermek amacıyla aralarında para topladı. Ona bir otobüs bileti aldılar. Sahip olduğu her şeyi ayakkabı kutularına koyarak Teksas’a döndü. Ailesiyle yaşıyor, uyuşturucu ve alkolden arınıyor ve kendine yeni bir hayat planlıyordu.
Ancak Kaliforniya’nın parlak ışıklarından uzun süre uzak kalamadı.
Sonraki yıl Joplin’e, eski bir Teksaslı ve Big Brother & Holding Company yöneticisi olan arkadaşı Chet Helms, grubun yeni solisti olmak için seçmelere katılmak üzere Kaliforniya’ya dönmesini teklif etti. İlk çıkışını psychodelic-acid rock grubu olan Big Brother and the Holding Company ile yaptı.
Büyük başarısı uyuşturucu ve alkolle gelmişti. Bu durum grubu kötü yönde etkiledi. 1968’in son aylarında Big Brother & the Holding Company’nin bir üyesi olarak son kez sahne aldı.
Chet Helms’in dediği gibi, “hızlı kalabalığın içine doğru yürüdüler. Ve Janis blues söylemek için borcunu ödemek zorunda olduğunu, bir anlamda yeterince acı çekmediğini hissetti.”
Blues‘un yanında caz müziğine de her zaman ilgi duymuştu. “Kozmic Blues Band“i kurdu. Nisan – Mayıs gibi Avrupa turnesine çıktılar.
Joplin ve arka grubu Kozmic Blues Band, 1969’da Woodstock’a geldiklerinde, yaklaşık 10 saat sahne arkasında oturdular. Joplin’in bu zamanın çoğunu sarhoş geçirdi. Büyük beğeni topladı. Ancak iyi olmadığını düşünüyordu. Festivaldeki performansının gelecek nesiller için korunacak kadar iyi olduğunu düşünmedi ve performansının festivalle ilgili belgeselin bir parçası olmasına izin vermedi.
1970’e gelindiğinde grupla yolları ayrıldı. Kariyerine tek başına devam etme kararı aldı. Eylül’de ilk solo albümü I Got Dem Ol’ Kozmic Blues Again‘i (Mama) yayınladı.
Kasım’daki konseri sırasında kalabalık kendinden geçti. Polis, insanları sakinleştirmesi için ondan yardım istedi. Janis polise bağırdı, küfretti ve müstehcen sözler söyledi. Sonunda kalabalık gerçekten de sakinleşti. Gösteri bittikten sonra soyunma odasında tutuklandı. Geceyi hapiste geçirdi, ancak bir yargıç onun sadece konuşma özgürlüğünü uyguladığına karar verdiğinde tüm suçlamalar düştü.
Southern Comfort viskisine o kadar düşkündü ki, sık sık elinde bir şişeyle fotoğraflanırdı. Hatta o kadar ki, içki fabrikası ona teşekkür etmek için kürk manto göndermişti.

Tükettiği uyuşturucu ve alkol miktarı her geçen gün artıyordu. Yeni bir başlangıç yapmak istedi, Full-Tilt Boogie Band‘i kurdu.
Ağutos 1970’te lise buluşmasına katılmak için Teksas’a döndü. Janis’e domuz ve tuhaf diyen, onun görünüşünden sivil haklar konusundaki açık sözlülüğüne kadar her konuda alay alay eden sınıf arkadaşlarıylaydı. Birçoğu kasabadan hiç ayrılmamıştı. Oysa Janis, dalga geçtikleri o genç kız değildi artık. Rock yıldızı, karşı kültür ikonu, zengin bir kadındı. Zihninde tatlı bir intikamla ve kabul görme umuduyla oradaydı. Ünlü hippi tarzında geldi. Bol beyaz bir bluz, saçında mor ve pembe tüyler, büyük boy renkli gözlükler ve her bir bilekte sallanan bir sürü bilezik. Yine de hayalini kurduğu kabulü görmedi, küçümsendi.

Tam altı kez aşırı dozun eşiğinden döndü. 18 Eylül’de Jimi Hendrix’in ölüm haberini aldı. Ölümü hakkında şunları söyledi:
“Şoka uğradığımı söyleyemem, çünkü uğramadım. Sıra kimde diye bekliyordum. Korkuyorum. Çok fazla uyuşturucu almış olmalı, biliyorum. Ve ben merak ediyorum… acaba ben öldükten sonra arkamdan ne diyecekler?”
3 Ekim’de “Buried Alive in the Blues” adlı şarkının enstrümantal parçasını dinlemek için Sunset Sound Recorders Stüdyolarını ziyaret etti. Ertesi gün vokal parçasını kaydedecekti.
Şarkıda şöyle diyordu: “All caught up in a landslide / Bad luck pressing in from all sides / Just got knocked off my easy ride / Buried alive in the blues.”
4 Ekim’de, Los Angeles’taki Landmark Otel’de aşırı dozda uyuşturucudan ölü bulundu. Çoğu müzisyenden oluşan ve 27 yaşında trajik bir şekilde ölen bir grup sanatçıdan oluşan meşhur “27 Kulübü“ne katılmıştı. Ölümü hayranlarını hayrete düşürdü ve müzik dünyasını şok etti.
Üzücü bir cenaze istememişti. Vasiyetinde, ölümünü kutlamak için parti vermelerini istemiş, bunun için para bırakmıştı. Cenazesine katılanlar olabildiğince sarhoş oldu ve kutlama yaptı. Ancak ailesi cenaze töreninin daha sade olması gerektiğine karar verdi. Sadece üç kişi katıldı: ebeveynleri ve teyzesi. Külleri Pasifik Okyanusuna saçıldı.
Ölümünden dört ay sonra Janis Joplin’in son stüdyo kayıtları, ölümünden sonra Pearl albümü olarak yayınlandı. Albüm haftalar boyunca listelerin zirvesinde kaldı. Ölümünün ardından yayınlanan albümünde yer alan “Me and Bobby McGee” ve “Mercedes Benz” gibi şarkıları ile haftalarca listelerde üst sıralarda yer aldı.
Ölümünden yıllar geçmişti. 1973’te Janis Joplin’in Greatest Hits‘i albüm listelerine girdi, 2 milyondan fazla kopya sattı. 1995 Rock and Roll Onur Listesi‘ne alındı. 2004’te Rolling Stone dergisi, Tüm Zamanların En Büyük 50 Sanatçısı listesinde Janis’e yer verdi. 2005’te ölümünden sonra Yaşam Boyu Başarı Grammy‘si ile ödüllendirildi.
Bugün, Florence and the Machine’den Florence Welch, Alicia Keys, Pink ve Joan Jett de dahil olmak üzere sayısız müzisyen hala Janis’i ilham kaynağı olarak gösteriyor. Yaşadığı zamanda olduğu gibi günümüzde de gelmiş geçmiş en iyi kadın blues şarkıcılarından biri olarak kabul ediliyor.


