İngiliz Edebiyatında Modern Kadın Yazarlar

Editör:
İclal Yaka
spot_img

İngiliz edebiyatında, diğer edebiyatlarda olduğu gibi kadın yazarların sesi, tarihsel olarak uzun yıllar bastırılmış, gölgede bırakılmış ya da erkek merkezli anlatılar içinde ilerlemiştir. Ancak 20. yüzyılın başından itibaren kadın yazarlar, yalnızca edebî anlamda değil, toplumsal ve düşünsel olarak da merkezde yer almaya başlamış; kimlik, beden, cinsiyet, sınıf ve aidiyet gibi kavramları kendi bakış açılarıyla sorgulamışlardır. Modern dönem ile de bu sesler daha da çeşitlenmiş, anlatılar kadınların bireysel özgürlük mücadeleleriyle birleşmiş, feminist ve queer kuramların da etkisiyle zenginleşmiştir.

Kadın yazarların İngiliz edebiyatında yükselişi, yalnızca edebî bir değişim değil aynı zamanda tarihsel ve toplumsal bir dönüşümün de yansıması olmuştur. Modern dönemin başlamasıyla kadın kalemler, edebiyat sahnesine adım atmakla kalmamış; anlatıyı, dili ve karakterleri baştan şekillendirmiştir. Bu dönüşüm, 20. yüzyılın başlarından itibaren de sadece bireysel deneyimlerin değil, bununla birlikte sınıfın, cinsiyetin, bedenin ve kimliğin de edebî alanda görünür kılınmasına öncülük etmiştir.

Virginia Woolf‘un başı çektiği bu edebî yolculuk, Doris Lessing‘in içsel derinlikleriyle, Angela Carter‘ın yeniden yazdığı masallarla, Jeanette Winterson‘ın queer bakış açısıyla, Zadie Smith‘in çok kültürlü kimlikleriyle ve Bernardine Evaristo‘nun kolektif kadın anlatılarıyla zenginleşmiştir. Bu metinler yalnızca yazınsal değil; politik, kültürel ve varoluşsal birer manifesto niteliği taşır.

Her bir yazar, kadınlığı anlatırken onu sabit bir kimlik olarak değil; dönüşen, direnen, çoğalan bir deneyim olarak kurgulamış; edebiyatı kadınların sesiyle yeniden oluşturmuştur. Bu sesler, artık yalnızca satırlarda değil; tarihin, toplumun ve düşüncenin merkezinde yankılanmaktadır.

1. Virginia Woolf (1882-1941)

Virginia Woolf| humanidadescom

Modern İngiliz edebiyatının kurucu isimlerinden biri olan Virginia Woolf, hem anlatı tekniklerindeki hem de kadın kimliğine dair derinlikli çözümlemeleriyle edebiyat tarihinde ileri bir yere sahiptir. Bilinç akışı tekniğini ustalıkla kullanan Woolf, bireyin zihinsel süreçlerini romana taşıyarak, özellikle kadınların içsel çatışmalarını, toplumsal baskılar karşısında yaşadıkları görünmez kırılmaları ustalıkla işler. Kadın karakterleri; toplumun çizdiği rollerin çok ötesine geçerek, iç dünyalarıyla baş başa kalır.

Woolf’un 1929 tarihli feminist başyapıtı Kendine Ait Bir Oda (A Room of One’s Own), kadınların yazabilmesi için ekonomik özgürlük ve fiziksel mahremiyet gerekliliğini vurgular.

“Bir kadın eğer kurmaca yazacaksa, parası ve kendine ait bir odası olmalıdır.”

Bu kısa ama sarsıcı cümle, yalnızca o dönemin değil, edebiyat tarihinin tamamının kadınlara sunduğu kısıtlı imkânlara doğrudan bir gönderme niteliğindedir.

Kendine Ait Bir Oda| eksiseylercom

Romanlarında da bu gerici zihni bozguna uğratmayı kendine görev edinmiş Woolf, Mrs. Dalloway (1925) adlı eserinde yalnızca bir günü anlatmasına rağmen, kadın karakterinin iç dünyasında onlarca yıl süren bir yolculuk yapmaktadır. Clarissa Dalloway‘in toplumsal kimliği ile ruhsal varlığı arasındaki kopuş, roman boyunca derinleşen bir bilinç akışıyla aktarılır. Bu çelişkili bilinç hâli, Woolf’un kadınlığa dair yarattığı edebî evrenin en çarpıcı yansımalarından biridir.

Mrs. Dalloway| yokyerkitapkulubucom

Tanınmış edebiyat eleştirmeni Elaine Showalter, Virginia Woolf’un kadınların edebî ifade biçimlerini dönüştürerek, onların yalnızca ne söylediklerini değil, nasıl söylediklerini de yeniden şekillendirdiğini belirtir. Woolf’un dili, kadının sesini bastıran geleneksel yazınlara bir alternatif yaratmıştır. Kadınların bir nesne olmaktan çıkıp yazan özneye dönüşmesinin önünü açan isimlerden biridir.

Bugün ise, Jeanette Winterson‘dan Margaret Atwood‘a, Rachel Cusk‘tan Ali Smith‘e kadar pek çok çağdaş kadın yazar, Woolf’un açtığı bu yolda yürümektedir. Onun yazdığı yalnızlık, sessizlik, içe dönüş ve direniş anlatıları, İngiliz edebiyatında kadın bakış açısının temellerini atmıştır.

2. Doris Lessing (1919-2013)

Doris Lessing| milliyetsanatcom

20. yüzyıl İngiliz edebiyatının en cesur ve politik seslerinden biri olan Doris Lessing, bireyin iç dünyası ile dış dünyasının çatışmasını; kadın olmanın zihinsel, sosyal ve tarihsel yüklerini romanlarına taşıyarak güçlü kadın anlatılarının kapısını aralayan bir yazardır. 2007 yılında Nobel Edebiyat Ödülü‘ne layık görülen Lessing, “kadın deneyiminin bölünmüşlüğünü ve modern zihnin parçalanmış yapısını olağanüstü bir sezgiyle işlediği” gerekçesiyle bu ödüle değer görülmüştür.

Lessing’in başyapıtı olarak kabul edilen Altın Defter (The Golden Notebook, 1962), kadın karakteri Anna Wulf‘un hayatındaki çeşitli temaları (aşk, yazarlık, annelik, politik aidiyet, ruhsal çöküş gibi), farklı renklerdeki defterlerle anlatmıştır. Bu yapı bireyin dağınık kimliğini simgelemesinin yanı sıra klasik roman formuna yönelik de bir eleştiridir.

Altın Defter| kitapyurducom

Eser boyunca Anna’nın yaşamış olduğu zihinsel çözülme, onun hem kendi benliğiyle hem de bir kadın olarak dünyayla kurduğu ilişkinin ne kadar kırılgan olduğunu gösterir. Lessing’in anlatımı, Virginia Woolf’un bireysel içe dönüşünü politikleştirir; yalnızlığı, deliliği ve suskunluğu yalnızca içsel değil, tarihsel ve ideolojik bir sonuç olarak sunar.

Lessing’in eserlerinde kadın karakterler sıklıkla toplumla bir çatışma yaşayan hem anneliğin hem de bireyselliğin yükünü aynı anda taşımaya çalışan figürlerdir. Özellikle Beşinci Çocuk (The Fifth Child, 1988) romanında da orta yaşın, kadın bedeni üzerindeki dönüşümün ve toplumun beklentilerinin nasıl bir baskıya dönüştüğünü çarpıcı bir şekilde işler.

Beşinci Çocuk| kayiprihtimcom

Doris Lessing, kadın karakterlerinin içsel çözülüşlerini yalnızca bir zayıflık olarak değil, aynı zamanda yeniden doğuşun bir biçimi olarak ele alır. Lessing’in kadınları, baskılanma, çatışma ve parçalanma aşamalarından geçip kendilerine yeni bir benlik inşa ederler. Onun bakış açısından bu çözülmeler, bireysel ve toplumsal dönüşümün önünü açan yaratıcı kırılmalardır.

Lessing, İngiliz edebiyatında kadınlığı sadece toplumsal normlarla değil, tarihsel-politik bağlamla da var olduğunu gösteren ilk yazarlardandır. Yazarlığı yalnızca kurgu değil, aynı zamanda etik bir eylemdir. Eserlerindeki kadın karakterler, dağınıklığın ve çatışmanın içinden doğan yeni bir bilincin taşıyıcılarıdır.

3. Angela Carter (1940-1992)

Angela Carter| prospectmagazinecouk

Angela Carter, 20. yüzyılın ikinci yarısında İngiliz edebiyatında kadın anlatısını kökten dönüştüren ve masalları feminist bir bakışla yeniden kurgulayan sıra dışı bir yazardır. Onun dünyasında gerçeküstücülük, grotesk ögeler ve edebî parodi iç içe geçmiştir; kadın karakterler ise klasik anlatıların edilgen figürleri değil, arzularını keşfeden, dönüştüren, dönüşen ve dönüştükçe güçlenen özneler olarak karşımıza çıkmaktadır.

Carter’ın en çok ses getiren eseri Kanlı Oda (The Bloody Chamber, 1979), halk masallarının kadınları bastıran yapısını yeniden yazmayı amaçlayan bir öykü derlemesidir. Bu kitaptaki öykülerde kadınlar kurban konumunda değildir, arzularını tanıyan, kötülüğe direnen ya da kendi karanlık taraflarıyla yüzleşen kahramanlardır. Carter bu süreçte erkek anlatının iktidarını kadın anlatının ironiyle bozduğu bir alan yaratmıştır.

Kanlı Oda| kitapyurducom

Kanlı Oda’nın baş öyküsünde, Mavi Sakal masalı yeniden anlatılmaktadır; ancak bu kez anlatıcı sessiz bir kurban değil, kendi kaderinin iplerini eline almış bir genç kadındır. Hikâyede geçen şu cümle, Carter’ın kadınlığı nasıl konumlandırdığını açıkça ortaya koyar:

“Yavaş yavaş öğreniyordum; merak yalnızca kadınlara yasaklanmış bir şeydi.”

Bu söz, ataerkil kültürün kadınların bilgiyi ve arzuyu sahiplenmesine yönelik tarihsel baskısını simgelemektedir.

Ayrıca Carter’ın feminist yaklaşımı yalnızca temaya değil, biçime de yöneliktir. Onun dilinde gotik, barok ve erotik unsurlar iç içe geçmiştir; böylece klasik masal estetiği, beden politikalarıyla yeniden şekillenir. Bu nedenle Carter’ın yazıları hakkında yalnızca “kadın merkezli” demek doğru olmaz, onun yazıları aynı zamanda kadın bakışıyla yazılmış, kadın duyumsayışıyla biçimlenmiş metinlerdir. Bu açıdan Carter, yalnızca klasik anlatılara alternatif sunmaz; aynı zamanda kadının dil, beden ve arzu ile ilişkisini radikal bir biçimde dönüştürür.

Angela Carter, İngiliz edebiyatında kadın yazınının mitlerle hesaplaştığı, kültürel anlatıları dönüştürdüğü ve yeni bir dişil estetik yarattığı dönemin öncülerinden biridir. Onun mirası, yalnızca masal yazımında değil, feminist postmodern anlatının tamamında hissedilmeye devam etmektedir.

4. Jeanette Winterson (1959 – Günümüz)

Jeanette Winterson| alumnioxacuk

Jeanette Winterson, 1980’lerden beri İngiliz edebiyatında hem cinsiyet kimlikleri hem de aşk üzerine yazdığı metinlerle çığır açan bir yazardır. O eserlerinde kadınlığı, queer kimlikleri, toplumsal normları ve edebî yapıların sınırlarını sürekli sorgular. Winterson, hem feminist hem de postmodern edebiyatın tam kalbinde yer alırken aynı zamanda edebiyatı da bir tür içsel keşif alanına dönüştürür.

İlk romanı Tek Meyve Portakal Değildir (Oranges Are Not the Only Fruit, 1985), otobiyografik ögeler taşıyan, eşcinsel bir genç kızın dinî baskı altındaki büyüme hikâyesini anlatır. Roman, İngiliz edebiyatında LGBTQ+ kimliğini merkezine alan ilk önemli metinlerden biri olmuştur. Romanın başkarakteri Jeanette, heteronormatif dünyanın dışına çıkarken, okuyucuya sarsıcı bir dille ulaşmaya çalışır.

Tek Meyve Portakal Değildir| selyayincilikcom

Winterson’ın bir diğer başyapıtı olan Bedende Yazılı (Written on the Body, 1992), ise cinsiyeti asla söylenmeyen bir anlatıcı üzerinden aşk, arzu ve beden üzerine şiirsel bir dil ile bize aktarılmıştır. Bu eser, cinsiyetin sabitliğini, aşkın tanımlarını ve arzunun sınırlarını derinlemesine sorgulayan, kurgusal bir meydan okumadır.

Bedende Yazılı| selyayincilikcom

Yazar, bu eserinde şöyle der:

“Aşk doğal değildir. Biz onu icat ederiz. Aşk, bizim kendi mitolojimizdir.”

Bu cümle, Winterson’ın sadece aşkı değil, toplumsal cinsiyet rollerini ve kimlik inşasını da nasıl sorguladığını açıkça gösterir.

Jeanette Winterson’ın kullandığı dil; lirik, parçalı ve felsefidir. Romanları yalnızca bize bir hikâye anlatmaz, aynı zamanda okuyucuyu kimlik, beden ve aşk üzerine yeniden düşünmeye iter. Onun metinleri, özellikle queer kuramı açısından önemli birer başvuru kaynağı hâline gelmiştir.

Winterson’ın çalışmaları hakkında cinsiyetin edebî bir kurgu olarak yeniden kurulabileceğini gösteren deneysel anlatılardır diyebiliriz. Bu yaklaşım, Winterson’ı yalnızca bir edebiyatçı değil, çağdaş cinsiyet politikalarının modern edebiyattaki sesi hâline de getirir.

Jeanette Winterson, İngiliz edebiyatında aşkı, arzuyu ve kimliği tekrar tekrar yazmıştır. Onun edebiyatı, sabit kimliklerin değil, sürekli dönüşen benliklerin peşindedir. Bu özelliğiyle hem klasik kadın anlatılarını yıkar hem de yeni bir queer kadın edebiyatının öncüsü olur.

5. Zadie Smith (1975 – Günümüz)

Zadie Smith| economistcom

Zadie Smith, 21. yüzyıla geldiğimizde, İngiliz edebiyatının en parlak ve etkili seslerinden biridir. Jamaika kökenli bir anne ve İngiliz bir babanın kızı olarak Londra’da büyüyen Smith, romanlarında sık sık çok kültürlü İngiltere’nin sınıfsal, etnik çatışmalarını, kadınların bu karmaşık toplumsal yapılarla ilişkisini ve kimlik inşasını sorgulamıştır. Romanları yalnızca bireysel hikâyeler değil; sosyal, kültürel ve tarihsel bağlamlarla örülmüş metinlerdir.

İlk romanı İnci Gibi Dişler (White Teeth, 2000), İngiliz toplumunun göçmenler, kadınlar ve genç kuşaklar üzerinden geçirdiği dönüşümü ironik ve çok sesli bir anlatımla işler. Smith bu eserinde, farklı etnik kökenlerden gelen karakterler aracılığıyla hem aile ilişkilerini hem de kadının toplum içindeki yerini derinlemesine sorgulamıştır. Romanın kadın karakterlerinden biri olan Clara, göçmenlik, annelik ve bastırılmışlık gibi temaların ana karakteridir. Smith onun içsel çelişkilerini şu cümleyle özetler:

“Clara ağzını açıp kendi hikâyesini anlatmak istediğinde, kelimeler ya annesinin diline benziyordu ya da eşinin.”

Bu cümle, kadının özne olma çabasında karşılaştığı dilsel ve kültürel ikilemleri ortaya koyar.

İnci Gibi Dişler| 8ekizblogspotcom

Smith’in 2012’de yayımlanan NW Londra (NW London, 2012) romanı ise Londra’nın kuzeybatısındaki işçi sınıfı mahallelerinde büyüyen kadın karakterler üzerinden sınıf atlama, kadınlık kimliği ve arkadaşlık ilişkilerini işler. Romanın merkezindeki iki kadın karakter — Leah ve Natalie — aynı mahalleden çıkmış olmalarına rağmen farklı sosyal ve kültürel yönlere savrulmuşlardır. Zadie Smith, bu farklı yönlere savrulmayı sınıf temelli yapısal eşitsizliklerin, kültürel sermaye farklarının ve sistematik ayrımcılığın bir sonucu olarak vurgular.

NW Londra| antennaworks

Smith’in dili, Woolf ve Lessing gibi öncüllerinden miras aldığı psikolojik derinliği post modern bir yapı ve sosyal analizle birleştirir. Romanlarındaki kadın karakterler sadece bireysel varlıklar değil, aynı zamanda küreselleşmenin, göçün ve çok kültürlülüğün dayattığı kimlik müzakerelerinin merkezindedir. Smith’in kadın karakterleri, tek bir kimlik değil, çelişkili aidiyetlerden oluşan çok sesli kimlikler taşımaktadır. Bu da Smith’i postkolonyal feminist bir yazar olarak tanımlar.

Zadie Smith, bugünün İngiltere’sinde kadın olmayı anlatırken yalnızca cinsiyete değil; ırka, sınıfa, kökene ve dile de bakar. Onun edebiyatı hem anlatı tekniğiyle hem de tematik derinliğiyle çağdaş kadın yazınının en güçlü temsilcilerinden biridir.

6. Bernardine Evaristo (1959 – Günümüz)

Bernardine Evaristo| mixedmessagessubstackcom

Bernardine Evaristo, İngiliz edebiyatında hem biçim hem içerik açısından radikal bir dönüşüm yaratan yazarlardandır. Nijeryalı bir baba ve İngiliz bir annenin çocuğu olarak Londra’da dünyaya gelen Evaristo, siyahi kadınların ve queer bireylerin edebiyattaki görünmezliğine karşı politik ve poetik bir anlatı geliştirmiştir. Onun romanları yalnızca temsiliyet açığını kapatmakla kalmaz, aynı zamanda edebî formu da dönüştürür.

En çok ses getiren eseri Kız, Kadın, Öteki (Girl, Woman, Other 2019), on iki farklı siyah kadının ve queer bireyin iç içe geçmiş yaşamlarını çok sesli ve şiirsel bir dille anlatır. Bu roman, İngiltere’nin tarihsel, kültürel ve toplumsal yapısına alternatif bir bakış sunar.

Kız, Kadın, Öteki| parsomenfanzincom

Bu eserindeki karakterlerden biri olan Amma, queer bir tiyatro yönetmenidir ve feminist olduğu kadar anarşist de bir ruh taşır. Onun üzerinden Evaristo hem geçmiş kuşakların mücadelesine hem de bugünkü kadın hareketlerinin dönüşümüne ışık tutar.

“Onların hikâyeleri tarih kitaplarında yer bulamadı, bu yüzden kendi hikâyelerini kendileri yazmak zorundaydılar.”

Bu satır hem tarihsel sessizliğe hem de edebi kanonun dışlayıcılığına karşı yazılmış bir manifesto gibidir.

Evaristo eserlerinde noktalama işaretlerini sınırlı bir şekilde kullanır; cümleler arasında akışkanlık kurar, anlatıcı seslerini iç içe geçirir. Bu teknik, kadınların yaşamlarının bölünmüşlüğünü, yasaklarını ve kolektif hafızasını yansıtır. Romanlarında kadınlar yalnızca kimlikleriyle değil; bedenleri, dilleri, kuşakları ve miraslarıyla da anlatılır.

Evaristo sadece bireye odaklanmaz, kolektif anlatılar da kurar. Onun eserlerinde kadınlar birbirine görünmeyen bağlarla bağlıdır; hikâyeleri kesişir, yankılanır ve birbirini tamamlar.

Bernardine Evaristo, modern İngiliz edebiyatında kimliklerin çoğulluğunu, tarihsel suskunlukların direnişe dönüşmesini ve kadın anlatılarının kolektif gücünü temsil eden bir yazardır. Onun kalemiyle kadınlar yalnızca görünür değil, edebî anlamda da öznedir.

Kadınlar Yazıyı Kırar, Yeniden Yazar

Jane Austen| englishpath.com

20. yüzyılın başından günümüze İngiliz edebiyatında kadın yazarlar, yalnızca bireysel değil, toplumsal ve kültürel eşitsizliklerin de anlatıcısı olmuşlardır. Virginia Woolf’tan Bernardine Evaristo’ya uzanan çizgide bu yazarlar, kadınlığı, bedeni, kimliği ve belleği edebiyatın merkezine taşıyarak anlatının sınırlarını genişletmiş; kimi zaman teorik sorgulamalarla, kimi zaman masalsı ya da deneysel dillerle, kadın sesini güçlendiren çok katmanlı bir edebî zemin oluşturmuşlardır. Ortak yönleri ise yazıyı bir temsil ve direniş alanına dönüştürmeleri, edebiyatı daha kapsayıcı ve özgür bir anlatıya çevirmeleridir.


Kaynakça

Öne çıkarılmış görsel: englishpath.com

Carter, Angela. Kanlı Oda (The Bloody Chamber). Çev. Zeynep Çetinbaş. Sel Yayıncılık, 2024.

Lessing, Doris. Altın Defter (The Golden Notebook). Çev. Özden Arıkan. Can Yayınları, 2017.

Pérez Fernández, Irene. “Exploring Hybridity and Multiculturalism: Intra and Inter Family Relations in Zadie Smith’s White Teeth.” Odisea 10 (2009): 143–154.

Smith, Zadie. İnci Gibi Dişler (White Teeth). Çev. Mefkure Bayatlı. Everest Yayınları, 2018.

Winterson, Jeanette. Bedene Yazılı (Written on the Body). Çev. Süheyla Mathews. Sel Yayıncılık, 2013.

Woolf, Virginia. Kendine Ait Bir Oda (A Room of One’s Own). Çev. Ezgi Taboğlu Özkülahçı. İndigo Yayınları, 2017.

spot_img

1 Yorum

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Frankenstein Canavarının 90 yıllık Evrimi: Sinemada 8 Farklı Görünüm

1931'deki hantal Karloff'tan 2025'in duygusal Jacob Elordi'sine... Frankenstein canavarının sinema tarihinde Gotik edebiyat mirasını nasıl dönüştürdüğünü keşfedin.

Müzik Festivallerinin Peşinde Avrupa Turu

Avrupa'nın önde gelen müzik festivalleri ile yaz boyunca geziyoruz.

S.D.B.D.A. Veyahut Yan Yana Film İncelemesi: Birlikteliğin Birleştirici Gücü

Feyyaz Yiğit ve Haluk Bilginer’in başrolde olduğu Yan Yana, farklı dünyalardan gelen iki adamın mizah ve içtenlikle kurduğu dönüştürücü bağı etkileyici biçimde anlatıyor.

Boyarken Düşünmek: Sanatla Zihinsel Arınma

Modern çağın zihinsel gürültüsünü durdurmanın yollarından biri boyamaktır. Sanatla akışa girmek, kaygıyı azaltıp, derinlemesine odaklanma ile aracılığıyla zihinsel arınmayı mümkün kılar.

Dire Straits – Brothers In Arms: Bir Savaş Eleştirisi

Klavye ve gitarın ikonik ismi Dire Straits'in Brothers In Arms ile sunduğu savaş karşıtı bakış açısını inceledik!

Haunted Hotel Dizi Analizi: Ölüm ve Yaşam Arasında Alaycı Bir İşletme

Korku ile komedi türlerini harmanlayan Matt Roller, izleyicilere yepyeni bir fantastik evren sunuyor.

Frankenstein Filmine Referans Olan Tablolar

Frankenstein filmi yalnızca konusuyla değil, sanatsal yanıyla da bizlere çok şey anlatıyor.

TikTok’un Kütüphanesi: BookTok’ta Popüler Olan 10 Kitap

BookTok, kullanıcıların kısa videolarla paylaştığı bir dijital kitap topluluğu haline gelmiş ve bir kitabın popülerliğini hızla arttıran bir platform olmuştur.

Kayayı Delen İncir Aslında Ne Anlatıyor?

Kayayı Delen İncir, Turgut Uyar’ın 1982 yılında, ilk kez Karacan Yayınları tarafından yayımlanan ve aynı yıl Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazanan şiir kitabıdır.

Julianus: Son Pagan Bizans İmparatoru

Roma'nın dinden dönen imparatoru Julianus’un Paganizmi canlandırma çabaları, askeri zaferleri ve tartışmalı politikalarıyla bıraktığı mirasın izini süren bir portre.