19.06.2020 tarihinde Netflix platformundan yayınlanan ve Türkiye’nin ilk Netflix filmi olan “Yarına Tek Bilet” yayımlandığı saatler içerisinde geniş kitle tıklanmasına ulaşarak merak edilen bir yapım olduğunu kanıtladı. Senaristliğini, Faruk Özerten ve Ozan Açıktan’ın yaptığı filmde yönetmenliği ise yine Ozan Açıktan üstlendi.
Dikkat! Yazının buradan sonrası Spoiler içerir.
Sekiz bölüm ve son bölüm şeklinde ayrılan dakikalarla seyirciye bölük ve hızlı geçişler tattıran yapım, ilk sahneye Leyla’nın (Dilan Deniz Çiçek) bilet gişesinde beklerken yansıttığı aceleci tavrıyla hızlı bir giriş oluşturuyor. Yapımın; Pemra’ya.. şeklinde başlaması ise isim üzerinde dikkat çekerken, anlamına ve etimolojik alt yapısına dair pek çok bilgi mevcut. Bir tren yolculuğunda karşılaşan iki karakter Ali (Metin Akdülger) ve Leyla koltuk numarası azizliğine uğrayarak “atışma” şansı yakalıyorlar. Leyla’nın ve Ali’nin ters gidemiyor olmasıyla, Ali’nin ısrarcı sohbet havası, Leyla’nın ters ve sohbet etmekten pek hoşlanmayan biri olduğunu ortaya çıkıyor. İlk sahnelerde ufak gerginlikler yaşayan ikili, Leyla’nın yanlış tarihe almış olduğu bilet ve Ali’nin bu durumu düzeltmek için vagon görevlisiyle görüşmesine objektif yansıtırken, ikili arasındaki sohbet oluşmaya başlıyor. Leyla’nın ilerleyen dakikalarda ters oturarak gitmesinden kaynaklı rahatsızlanmasıyla ilerleyen diyaloglar, yapımın uzun konuşmalar ile aşk yüklemelerine yaptığı göndermelerle devam ediyor. Telefon konuşmalarına kulak kabartan ikili, kendileri hakkında az çok fikir sahibi olurken, ikisinin de düğüne gidiyor olması olayları farklı bir boyuta taşıyor. Ali’nin kendi hikayesini anlatmasıyla devam eden yolculuk, eski sevgilisi Burcu’nun evleniyor olması ve Ali’ye göre bunun bir nispet izlenimi vermesiyle bağdaşırken, hikayesini kendi hayatına benzeten Leyla, detayları öğrenmek için Ali’ye ısrar ediyor. Bu ısrarla birlikte uzun zamandır içinde biriktirdiği aşkı bir yabancıya anlatma şansı bulan Ali, eski sevgilisinin Cemal Süreya’yı çok sevdiğini söylerek “Özür” adlı şiiri okumaya başlıyor. Urla’ya giderek düğünde korsan konser verme planları yaptığını söylemesi ve Leyla’nın şiirin devamını getirmesiyle oluşan diyalog, Ali ve Leyla’nın aynı düğüne gittiklerini ve hatta evlenenlerin eski sevgilileri olduğunu ortaya çıkarıyor. Bu durumu başlarda anlamayan Ali’nin Leyla’yı Burcu’nun arkadaşı sanıp trenden inmesiyle ikili arasında sahneleri devam ettirecek bir bağ oluşturuyor. Leyla’nın eski sevgilisi hakkında verdiği detaylardan dolayı ona inanan Ali, uzun zamandır aklında oluşan soru işaretlerine yanıt bulurken, olayları da artık tamamen birbirine bağdaştırıyor. Leyla’nın trende kalan kemanı için taksiye binerek trene tekrar yetişmeye çalışan ikili, taksi sahnesinde izleyiciyi samimi konuşmalara tanık ediyor. Leyla’nın eski sevgilisi Berke’ye olan öfkesi, argo dil ve fiziksel hakaret ile yansıtılırken, günlük hayat jargonundan beslenen yapım her ne kadar yanlış olsa da izleyiciye birebir havası sunuyor.
Trene yetişip geçmiş izleri konuşmaya başlayan iki karakterin gözlerine taktıkları kırmızı ve renkli gözlükleri bir “kandırmaca” olarak değerlendirmek mümkün. Gözlükler varken gönülden söylenen ve bahanelerle dolu aşk cümleleri, gözlükler yokken kendini gerçek ve acı cümlelere bırakıyor. Leyla’nın Ali’ye gerçekleri anlatmasıyla çıkan “gözlük”, Ali’nin aldatılmış olduğu gerçeğiyle devam ediyor. Üstelik sadece Ali değil, iki karakterin geçmişlerinde kalan sevgililerinden “arkadaş” sıfatı altında aldatılmaları, uzun hesaplaşmalara konu oluyor. Kendi yaralarını açan karakterler, Ali’nin eski sevgilisini geri kazanmak için “şiir okumaya giden çocuk” olarak sıfatlandırılması, Leyla’nın hayatının uzun bir bölümünü başka birine göre yaşaması şu replikle ezberleri bozuyor;“Hayatta bir şeyi o kadar çok istemek iyi değil biliyor musun? Hayatı ondan ibaret sanıyorsun sonra. Yani, elinde çekiç olan biri her şeyi çivi olarak görür.” Günlük hayat duygularını gerçekçi ve samimi bir dille anlatan yapım, seyircinin izlerken kendi hayatından örnekler alabileceği bir konuya parmak basıyor. Ali’nin, Leyla’nın kolunda olan izin geçmişini biliyor olmasıyla, Leyla geçmişiyle bir kere daha yüzleşiyor. Bu sırada oluşan duygu karmaşası ve trenin arıza yapması Leyla’nın içini dökmesine fırsat tanıyor. Boş bir arazide geçmişinde söyleyemediklerini söyleyen Leyla, uzun zamandır kabuk bağlayan yarasını bu sayede kabul ediyor. Kompartmanlarına döndüklerinde, geçmişlerinin sadece bir yalandan ve acıdan ibaret olduğu fark eden ikili, karşındaki insanı nasıl görmek istersen ona çeviriyorsun. Kusursuz olan bütün unsurları ona yüklüyor ve kusur gördüğünde kendine kızıyorsun farkındalığı ile, geçmiş izleri kapatarak yakınlaşma yaşıyorlar.
İlerleyen zamanla birlikte trenin İzmir’e gelmiş olması iki karakterin şaşkın ve ne yapacaklarını bilmeyen bir tavır izlemesine yol açarken, ikisi de farklı yollara giderek hayatlarını değiştiren trende 14 saati düşünüyorlar. Tam bu sırada, eski sevgilisi Berke’nin yerine sürekli birini ya da bir şeyleri koymaya çalışan Leyla, hayatının bundan ibaret olmadığını ve sadece aynı şiir dizesinde bulaşabileceği insanın Ali olduğunu düşünerek, taksiden iniyor ve Ali’nin yanına dönüyor. Ufak dans sahnesini “birbirini anlama” olarak gösteren yönetmen Ozan Açıktan, son bölümde karakterlere yüklemiş olduğu diyaloglar ve özellikle Ali karakterinin “aşk” kavramı üzerinde söylediği süreklilik vurgusuyla; anlamak, konuşmak, ve kalmak ögelerine dikkat çekerek, izleyiciye enfes bir yapım hediye ediyor.
Bu yapım her ne kadar yabancı kaynaklı seri filmlerine benzetilse dahi, iki yapım arasında oldukça fark olduğunu ve bu filmin daha çok, kafa karıştıran duygular üzerine kurulu olmasıyla, Netflix platformuna ait bir yapım oluyor.
Güzel bir inceleme olmuş, ellerinize sağlık