Din ve müzik, insanın duyguları ve his dünyası yoğunluğuyla yaratılmış iki olgu. Dinin yapı taşı inanıştır. Duygular sonucu ortaya çıkan inanış, sistematikleştirilirse ve toplumsal bir hâl alırsa dine dönüşür. Müzik ise belki de duyguların en benzersiz ve sihirli ifade şeklidir. Çünkü hiçbir sanat dalının ana elementi olmayan bir şey kullanır, ses. Ve gerek duyguları anlatmak gerekse uyandırmak için görsel sınırlar barındırmaz.
Günümüzdeki yedi temel sanat arasında, kuramsal olarak her ne kadar resim-heykel ilk sanat olarak kabul edilse de felsefi olarak müzik ilk sıradadır diyebiliriz. Çünkü resim-heykelin ilk sırada sayılmasında tarihsel olarak en eski ürüne bakılmıştır, ilk insanların duvarlara çizdiği resimler gibi. Müzik ise insanın bir ürününe ihtiyaç duymadan, hatta çıkardığı seslerin ilkel bir müzik olabileceği bilinmeden de var olmuştur. Ancak, o görsel değildir ve izi kalmaz. Dolayısıyla, müzik olarak sayılabilecek bir sürü ilkel melodi sonsuzluğa karışmıştır belki de. Hatta müzik en basit formu içerisinde, insana bile ihtiyaç duymaz. Aynı ritimde damlayan su, üzerine tekrarlayan döngüsünde ses çıkartan bir hayvan, belki de en ilkel hâliyle bir melodi yaratmıştır. Hatta bazı din ve hikâyelerde, Evren’in müzikten yaratıldığı teması da onun benzersizliğini gösterir.
Din ve Müzik İlişkisi

Din ve müzik arasında ise her zaman iki ayrı uçta bulunan bir ilişki olmuştur. Bunlardan ilki, çok yakın oldukları, müziğin dinin etkisini bir katalizör gibi arttırdığı ve ondaki ruhani etkiyi inanılmaz biçimde zenginleştirdiği bir ilişkidir. İkincisi ise bunun tam tersi, müziğin adeta dinin düşmanı olduğu, insanı ve dini yozlaştırdığı biçimde kabul gören bir karşıtlık. Ancak çok önemli bir konudur ki bu iki durum için de temel belirleyici müzik değil, din olmuştur. Sayısız dinin özellikleri ve temel dinamikleri doğrultusunda (insanın belirlediği) ve dolayısıyla insan faktörünün de yadsınmaz etkisiyle müzik ya amaca hizmet etmiş ya da etmemiştir, dolayısıyla da din için ya iyidir ya da kötü. En azından din, daha doğrusu dinlerin başındakiler tarafından her daim böyle kabul görmüştür.
Ulvî bir sükûnet ve içselliği öngören dinler ile hareket ve eğlenceyi getiren, dolayısıyla içsellikten uzak sayılan müzik, genellikle ayrı düşmüş hatta düşman sayılmıştır. Ne yazık ki bu durum çoğunlukla geliştirilmiş, sistematikleştirilmiş ve toplumsallaştırılmış dinlerde görülür. Çünkü bu noktaya gelen dinlerin amaç ve hedefleri, çıkarları, insanlar üzerinde olması gereken etkileri vardır. Daha doğrusu, bu dinleri kendi silahları hâline getirenlerin vardır. Bu noktada dinler, konservatif bir hâl almış ve sınır belirleyici görevi görmüşlerdir. O sınırlara doğası gereği hiçbir biçimde uymayacak olan müziği ise dışarda bırakmışlardır.
Tüm bunlara karşın müziğin dinler içinde bir araç olarak kullanılması, içsel ve ruhanî anlamda inanılması güç bir etki yapar. Özellikle ayin ya da ritüel olarak bahsedebileceğimiz yapılarda insanın dinsel tefekküre dalması, dini bir içselliğe yoğunlaşması yani kutsal olanı deneyimlemesini sağlar. Hatta bazı uç durumlarda, müziğin kendi öz yapısı ve dinlerde kullanıldığı durumlardan kaynaklı trans hâli içerisinde, inanılan ya da tapınılana en üst düzeyde yakınlaşılmasını sağlar.
Din ve Müzik İlişkisine Dair Analiz

Yukarıda bahsettiğimiz gibi müziğin düşman adledilmesi, sistematikleştirilmiş dinlerde ne kadar fazlaysa, ilkel dinlerde daha doğrusu, bir din hâline getirilmemiş inanışlarda da bunun tersi, yani söz konusu inanışla uyum içinde olması o kadar fazla rastlanılan bir durumdur. Sanırız ki bunda sistemleştirilmiş dinlerdeki kadar amaç, çıkar ve çatışmanın olmaması, dolayısıyla inanışın özündeki manevi doğruluk ve doyumun tek önemli nokta olarak kalabilmesi en önemli sebeptir.
Müziğin Kapsayıcılığı

Tarih boyunca tüm dini söylevler, özel bir tarzda, melodik bir biçimde okunmuşlardır. En eski kabile inanışlarından, günümüzdeki büyük dinlere kadar bu durum dikkat çekicidir. Örnekler çoğaltılabilir, ancak sadece bu anlamda bile, tüm dinler içerisinde müziğin yeri, hayati önem taşır diyebiliriz. Örnekler, tarih boyunca ve yeryüzündeki farklı kültürlerin sayısı kadar çoktur. Dolayısıyla, konu bir ansiklopedi oluşturabilecek kadar derin olduğundan, müziğin farklı dinlerdeki yeri ve yansımasını gösteren, birbirinden olabildiğince farklı ya da uzak din ve inanışlardan bazı örnekleri, tarih, müzik ve din araştırmaları ışığında verebiliriz.
Yerel Dinler, İnanışlar ve Müzik

Kızılderili kabilelerinden Navaro rahipleri şarkıcıdırlar. Sri Lanka yerli halkı Sinhala’ların geleneksel dininin ayin yöneticileri dansçılar ve davulculardır. Orta Asya şamanları ruhsal dünya ile iletişim kurmak için müziği ve davullarını kullanırlar. Fijili rahipler, midye kabuklarından yaptıkları vurmalı çalgılarını, kurban merasimlerinde kullanırlar. Malezyalılar, yerel çalgılarını, ruhları dualarına ortak etmek için kullanırlar. Aborjinlerde ise şarkılar direkt olarak kutsaldır. Hatta bazıları gizli ve tehlikelidir ve herkese öğretilmez. Azteklerde ise enstrümanları kutsaldır. Müziğin henüz var olmadığı zamanlarda, bu enstrümanlar güneşin sarayında şarkıcı olarak yaşamaktadır ve yeryüzüne gelme sebepleri onlara tanrılarla nasıl iletişime geçeceklerini öğretmektir.
Büyük Dinler ve Müzik

Büyük dinlere geldiğimizde ise Yahudilikte müziğin yeri, tarih boyunca ve farklı gruplar arasında değişkenlik göstermiştir. İlk dönemlerinde, müziğin ibadetlerinde önemli bir rol oynamadığı görülmektedir. Buna rağmen daha sonraki dönemlerinde, kendi özel çalgıları olan “Şofar”a kutsal derece önem atfettikleri de görülür. Müzik denildiğinde, günümüz dinlerinden en dikkat çekicisi Hristiyanlıktır kuşkusuz. Kilise ibadetinin içine müziği sokmuş ve kilise müziği denilen bir tür yaratmıştır. Din ve müzik ilişkisi konusunun belki de en ilginç bölümü, İslam ve müzik ilişkisidir. Bir kısım Müslüman tarafından müzik, neredeyse haram kabul edilmişken Tasavvuf inanışında müzik, dinin ayrılmaz bir parçasıdır. Yine de İslam dünyasının müziğe karşı temkinli bir duruşu vardır. Doğu dinlerinde ise müzik, önemli olmaktan da öte derin kökleri olan bir olgudur. Hinduizm’e göre evren sesle oluşmuştur. Zaten bu yüzden “mantra” denilen kutsal sesler vardır. Budizm ise Çin’deki dört bin yıllık müzik geçmişinin izlerini taşır ve önemi tartışılamaz.
Sonuç

Din ve müzik arasındaki ilişki ele alındığında yapabileceğimiz en önemli çıkarım, tüm dinlerin müzikle ilgili olduğu şeklindedir. Dinler içerisinde müzik, doğruya ve hakikate erişme, temizlenme, içselleştirme gibi birçok amaca hizmet etmiştir. Ancak tüm bunlar dışında, manevi bir inanışa sahip olanlar için müzik, tarih boyunca o maneviyata ya da inanılanın kutsallığına ulaşmak için eşsiz bir boyut oluşturmuştur.
Kaynakça
- Batuk, C. (2013). Din ve müzik: dinler tarihi bağlamında din-müzik ilişkisine genel bir bakış denemesi. Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 35(35), 45-70. Erişim: 29.05.2024
- Öne çıkan görsel: plakmecmuasi.com