Sonbaharı iyiden iyiye hissetmeye başladığımız Ekim ayında, 1 Ekim Uluslararası Müzik Günü‘nü kutluyoruz! Müziğin evrenselliğini keşfedeceğimiz bu hafta sizlerle, sözlerini anlamasak da melodilerin nasıl ruhumuza işlediğini hissedeceğiz.Hem yavaş hem de enerjisi yüksek parçalarıyla her duyguyu hissedebileceğiniz, müziğin evrenselliğini yöresel melodilerle sunan büyülü listemizi sizler için derledik!
1. В последний раз (For the Last Time) – Vesyolye Rebyata
For the Last Time yani Rusça adıyla В последний раз, sözlerini bilmeden dinlediğimizde bizi anılara götürebilmenin gücünü taşıyan bir eser. Ritmi, şarkının tempolu yapısına eşlik eden trompet tınıları ve vurmalı çalgı grubuyla her dinleyene özel bir nostaljik duygu yaşatıyor. Şarkının melodileriyle hissettirdiği yalnızlık, geçmişe duyulan özlem ve pişmanlıkların hüznü acı tatlı hatıralara dönüşüyor.
Şarkının sözlerindeki anlam ne diye biraz sözleri çevirdiğimizde, bizi şarkının adı ile bağlantılı bir tema bekliyor: Son kez. Geçmişin izleri, ayrılık, umutsuzluk ve kabullenme. Zaman geçecek ve insanlar unutacak, her şey silinecek. Ama şarkıyı söylerken istemsizce bu düşünceye karşı çıkıyoruz. Kabullenme duygusunu tam anlamıyla reddetmeden şu dizeleri söylüyoruz:
“Пусть ничто не вечно под луной
(Ayın altında hiçbir şey sonsuza kadar sürmez)
Но ни на час
(Ama bir saat bile,)
Я не забуду дня, когда ты был со мной”
(Seninle olduğum günü unutmayacağım)
Listemizdeki bu parça özelinde, İspanyolca bir şarkının farklı bir kültürü etkileyerek yeniden uyarlanması da çok kültürel bir katman oluşturmuş. Yalnızca Rusça değil, İngilizce, Fince, Korece, Almanca, Fransızca ve Portekizce uyarlamaları da yapılmış. Şarkının hem farklı dillerde hem de modern uyarlamalarında, müziğin ruhuna her kuşak ve topluluğun kendi dokunuşunu katabileceğini gözlemleyebiliyoruz.
“Время пройдёт и ты забудешь, всё что было
(Zaman geçecek ve sen her şeyi unutacaksın)
С тобой у нас, с тобой у нас
(Seninle birlikte yaşadıklarımızı, seninle birlikte yaşadıklarımızı)
Нет, я не жду тебя
(Hayır, seni beklemiyorum)
Но знай, что я любила
(Ama bil ki seni sevdim)
В последний раз”
(Son kez)
Şarkının orijinali Jeanette‘nin 1974 yılında seslendirdiği ve Cría Cuervos filminde kullanıldıktan sonra tüm dünyada tanınan parçası ¿Porqué te vas?. Sanatın kolektif etkileyiciliği ve evrenselliğini düşündüğümüzde müziğin yankılarını da daha derinden dinleyebiliyoruz aslında.
В последний раз parçasının aksine ¿Porqué te vas? bizi trompet ve perküsyonun dışında yaylı grubu ve flüt ile birlikte anılara doğru bir yolculuğa çıkarıyor. 70’lerin tipik Latin pop tınılarıyla ve sade altyapısıyla dinleyicide nostaljik bir his bırakıyor. Jannette’nin kırılgan sesi, duyguları taşıyan bu minimal düzenlemenin içerisinde rahatlıkla öne çıkıyor. Dramatik ama yumuşak doku dinleyenin içini sarıyor ama derinliği koruyan bir hüzünle dibe doğru sürüklüyor.
“Todas las promesas de mi amor se irán contigo
(Aşkımın tüm vaatleri seninle birlikte gidecek)
Me olvidarás, me olvidarás
(Beni unutacaksın, beni unutacaksın)
Junto a la estación yo lloraré igual que un niño
(İstasyonun yanında bir çocuk gibi ağlayacağım)
Porque te vas”
(Çünkü gidiyorsun)
Şarkı adı Türkçede Neden Gidiyorsun? anlamına geliyor. İki şarkıda da aynı duyguların farklı kültürlerdeki yankısına odaklanıyoruz: biri Akdeniz’in sıcak, melankolik tınısıyla, diğeri ise Kuzey Avrasya’nın soğuk nostaljisiyle kalplerimize işliyor. Aynı melodi Rusça söylendiğinde bambaşka bir iklime bürünür ama his aynı kalır. Çünkü müzik, duyguların evrensel dilidir.
2. Mayonaka no Door / Stay With Me
Japonya’dan tüm dünyaya yayılan Mayonaka no Door, Miki Matsubara‘nın Stay With Me sözüyle hepimizin zihninde yer edindi. City pop tarzındaki parça aslında bahsedeceğimiz evrensel yapıya ve üne, kullandığı altyapı ve müzikal tercihleri sayesinde ulaştı demek yanlış olmaz.
70-80’ler pop ve batı müzik etkileriyle ortaya çıkan city pop aslında kültürel bir harmanlanmış yapı sunuyor. Sözlerde Stay With Me ifadesinin yer alması ve şarkının başlığında da kullanılması, dil bariyerinin aşılmasını ve parçanın tüm dünyada ses getirmesini sağlıyor.
“私は私 貴方は貴方と 昨夜言ってた そんな気もするわ”
(Ben benim, sen sensin, dün gece böyle demiştik sanırım, en azından öyle hissediyorum)
Sözlere bakacak olursak evet hissettirdiği gibi bir aşk şarkısı fakat bitmek üzere olan, belirsizliklerin olduğu bir ilişkinin buruk hikâyesini anlatıyor. Ayrılığın hüznünü, anıların zihnindeki üzücü hissini ve “yanımda kal” diyerek ayrılmayı değil devam etme isteğini paylaşıyor. Bu hislerin kültürler üstü yapısı, müziğin evrenselliğini şiirsel bir anlatımla sunuyor.
Şarkının Japonca ismi Mayonaka no Door, gece yarısının kapısı anlamına geliyor. Bu “gece yarısı kapısı” metaforu aslında herkesin anılarında yer edinen biri ya da bir yer olarak düşünülebilir. Herkesin hayatında bir “midnight door“u vardır. Bu metafor, herkesin içindeki birine dokunur. Hatta bazen çaldığımız bir kapının, içten içe hiç açılmamasını bile dileriz.
“真夜中のドアをたたき 帰らないでと泣いた あの季節が 今 目の前”
(Gece yarısı kapıyı çalıp, “Gitme” diye ağladığım o mevsim şimdi gözlerimin önünde)
3. We Are The People – Empire Of The Sun
Luke Steele ve Nick Littlemore‘un mistik oluşumu Empire of the Sun, rüya estetiğini, elektronik tınıları, simgesel bir hikaye anlatıcılığını benimsemiş bir grup. We Are The People parçası başlangıçta bir synth-pop marşı gibi hissettirse de, özellikle nakaratı ilk kez dinlediğiniz andan itibaren içinizi büyük bir keşif ve dans hissiyle dolduruyor.
Önce bir aşk veya dostluk üzerine bir anlatı olduğunu düşünüyorsunuz. Ama aslında hem fiziksel hem de ruhani bir yolculuğu hem de ait olmanın büyük arzusunu haykırıyor. Empire of the Sun, We Are The People’ı sıradan bir pop şarkısı olarak değil, insan olmanın ortak hazzını ve titreşimini anlatan bir yolculuk olarak yarattı.
Meksika çöllerinde, Laz Pozas’ın düşsel bahçelerine uzanan bu serüven, kültürler ve sınırlar arasında kaybolmayan bir duygunun, “bir arada olma isteğinin” peşindeydi. Tıpkı müziğin dili gibi, bu şarkı da dünyanın neresinde, hangi yolculuğun içinde olursak olalım, ortak bir histe buluşabileceğimizi hatırlatıyor.
“We can remember
(Hatırlayabiliriz)
Swimming in December
(Aralık ayında yüzmeyi)
Heading for the city lights in 1975
(1975’te şehir ışıklarına doğru yol almayı)
We share in each other”
(Birbirimizle paylaşırız)
Nereli olduğun, hangi dili konuştuğun insan olduğunu hissettiğin an önemsiz hale gelir. Geriye yalnızca ben insanım ve onlar da hissi kalır. Bu yüzden “A force running in every boy and girl (Her erkek ve kızda akan bir güç)” sözleriyle, kolektif ruhu ve umut aşılayan birliğin gücünü anlatır.
Şarkı sözlerindeki imgeler de biraz hayal biraz gerçek, tıpkı bir rüyada ardı ardına gördüğümüz tuhaf sekanslar ve biçimler gibi gelip geçiyor. Dünyaya yabancılaştığımız rüya anlarında, hatta dünyaya yabancılaştığımız içsel buhranlarımızda hâlâ kendimizi bulabileceğimizi ve birbirimizi hatırlayabileceğimizi söylüyor. Bu anlamlarıyla şarkı müziğin insan olma halini bize hatırlatan yönünü dinleyenlere aktarıyor.
“We lived an adventure
(Bir macera yaşadık)
Love in the summer
(Yazın aşk)
Followed the sun till night
(Güneşi geceye kadar takip ettik)
Reminiscing other times of life
(Hayatın diğer zamanlarını anımsayarak)
For each every other”
(Birbirimiz için)
4. Je te laisserai des mots – Patrick Watson
Je te laisserai des mots yumuşak tınısı ve vokalin uyumlu sesiyle adeta bir ninni hatta belki bir aşk masalı dinler gibi içimize işliyor. Piyano melodileri, Patrick Watson‘ın kırılgan, sanki bir mektup okur gibi samimi ve çıplak bir fısıltıyla aktardığı parça hisleri siz anlamlandıramadan zihninize ve kalbinize aktarıyor.
Bu sadelik şarkıyı, evrensel bir romantizme ve yumuşak bir dokunuşa açılan kapının anahtarı haline getiriyor. Özlem, sevgi, dingin bir kabulleniş belki vazgeçilemeyen bir alışkanlık, notalarla beraber duyguların yoğunluğuyla sizi baş başa bırakıyor.
“Je te laisserai des mots
(Sana sözler bırakacağım)
En dessous de ta porte
(Kapının altında)
En dessous des murs qui chantent
(Şarkı söyleyen duvarların altında)
Tout près de la place où tes pieds passent
(Ayaklarının geçtiği yerin hemen yanında)
Cachés dans les trous de ton divan
(Kanepenin deliklerinde saklı)
Sözlerin anlamına bakarsak eğer, “Sana sözler bırakacağım” dizesinde iletişimin yavaşça koptuğunu ve konuşmanın yerini hüzünlü bir sessizliğin aldığını hissediyoruz. Söylenemeyen ne varsa, beraber yaşadıkları evin her köşesine işleyen birinin mektubundan okuyoruz.
Naif, içten ve huzurlu bir kabullenişin hakim olduğu satırlar büyük bir hüznü içinde saklıyor. Fransızcanın buğulu sesi, şarkıyı daha da etkileyici kılıyor ve dinleyen herkes parçanın büyüsüne kapılmadan edemiyor.
Et quand tu es seule pendant un instant
(Ve bir an yalnız kaldığında)
Ramasse-moi quand tu voudras
(İstediğin zaman beni al)
Embrasse-moi quand tu voudras
(İstediğin zaman beni öp)
Ramasse-moi quand tu voudras”
(İstediğin zaman beni al)
5. Dönence – Barış Manço
Mistik girişi, psikedelik tınıları, kozmik sesleri, alışılmışın dışındaki ritmi ve efsanevi Kurtulan Expres düzenlemesiyle, belki de Barış Manço‘nun en şiirsel ve felsefi eseri Dönence‘den bu listede bahsetmeden olmaz.
Türkçe bilmeyenler ve anlamayanlar için en etkileyici Türkçe şarkılar arasında yer alan Dönence, hangi tepki videosunu izlesem her detayıyla dinleyenleri şaşırtıyor. Aynı zamanda bana da her zaman ilk dinlediğim zamanı ve ilk hislerimi hatırlatıyor. Hayatınızın hangi döneminde dinlerseniz dinleyin, size farklı anlamlar ve boyutlar katabilen bu şarkı, sözlerini bilmeyenler için adeta bir bilmece ve etkileyici bir ruhsal deneyime dönüşüyor.
“Gün çoktan döndü buralarda
Ve ben simsiyah bir gecenin koynunda yapayalnız bekliyorum
Duyuyorum, görüyorum
Bir gün gelecek dönence, biliyorum”
Sözleri anlamayan dinleyiciler, insanı oldukça geren ama bir o kadar da ilgi çekici bir anlatıyı başka bir boyuttan dinleme deneyimi kazanıyor. Bu kozmik ve uzamsal yapı yoğun synthesizer kullanımı, etkileyici perküsyon ve elektro tınılarının birleşimiyle elde ediliyor.
Bu ses yapısı sayesinde Dönence, dünya müzik tarihinde diğer örnekleriyle yarışabilecek bir progresif rock manifestosu görevini üstleniyor. Aynı zamanda sanki başka bir evrenden gelmişçesine dinleyeni büyüleyen, içsel bir yolculuğun da ilk adımına davet özelliği taşıyor.
Barış Manço‘nun sesi burada bir anlatıcıdan çok içsel bir rehber özelliği taşıyor. Sesini hem güçlü hem de yer yer yumuşak tonlarda kullanıyor, bu da dinleyicide bir bilgeden duyduğu mistik bir efsaneyi yaşayarak öğreniyormuş gibi efsunlu bir etki yaratıyor. Dönence parçasında müziğin ruhu sonsuzluk hissini kulaklarımızdan zihnimize işlerken, gelin biz bir de sözlere göz atalım!
“Kupkuru bir ağacın dalıyım yapayalnız
Uzaklarda bir yerlerde bir şeyler kök salıyor
(Görüyorum, dönence)”
Aslında dönence ifadesi astronomiden gelir, güneşin en yüksek ve en düşük noktasına ulaştığı hatları simgeler. Fakat Manço bu ifadeyi metaforik olarak kullanarak, aslında kendi ekseni etrafında dönen ama hiçbir yere varamayan bir insanın ruhani döngüsünü anlatıyor.
Barış Manço’nun Dönence’si, müziğin evrensel dilini Türkçe’nin derinliğiyle sarıp sarmalar. Zamanın döngüsünü belirtir ama uzun melodik kısımlarla da bazen zamanı durdurmayı başarır. Yalnızlık, zamanın karmaşık akışı, insan olmanın gelip geçiciliği aynı zamanda da var oluşun umudunu bir insanlık hikâyesi olarak ustaca anlatır.
İnsanın içsel dünyasının karanlığını duyumsadığımız sözler, aynı zamanda büyük bir tezatlıkla uzaklardan gelen yaşamın izlerinden ve hayatın parıltısından da söz ediyor. İçerde ne olursa olsun hayat döngüsü devam ediyor. Bu zıtlıkta, yaşam ve ölüm gibi birbirini tamamlayan dönence ise sürekli tekrar eden yapısıyla, zaten hayatın kendince ilerleyişini dinleyenlere sunuyor.
6. Nei mirę, nei gyvi – Jazzu, Vaidas Baumila
Nei mirę, nei gyvi tam bir dans şarkısı. Temposu, minimal ritmi ve biraz melankolik yapısıyla dinleyenleri kucaklıyor. Elektronik pop ve romantik vokaliyle siyah beyaz bir film müziği gibi nostaljik bir film müziği hissi veriyor. Litvanca parça tüm içtenliğiyle sizi rahatlatıyor ve zihninizi ele geçiriyor.
İki uyumlu sesin ruhunuza işlediği o yumuşak hava sizi bir dansa ve aşkla ilgili kurulacak hayallere sürüklüyor. Sözlerinin çevirisine bakmadan dinleyip çok beğendiğim ve üzerine birkaç gündür de düşündüğüm bu parçayı, bu listede sizlerle paylaşmak ve size hissettirdiklerini de duyabilmeyi istedim.
“Sustok ir pagaliau, pradėkime gyventi
(Dur ve sonunda yaşamaya başlayalım)
Neturime bijoti, juk nežinome, kas bus rytoj”
(Korkmamalıyız, sonuçta, yarının ne getireceğini bilmiyoruz)
Şarkının ismi Ne ölü, ne de diri olarak çevriliyor. Başta bunu düşününce ilişkinin biraz mesafeli, belki de geçmişte yaşanıp bitmiş bir halinden söz edildiğini düşünebiliriz. Biraz belirsiz ama duygular belli ki değişmiş, biz özlem ve umut da hakim. Tüm sözlere baktığımda bu tahminlerimin doğru olduğunu da fark ediyorum. Yazın yaşanan ve sönümlenen aşkın ardından bir geri dönüş, duygusal bir atmosfer bu şarkının melodilerinde sizi bekliyor.
“Dabar pažadėkim viens kitam atleist
(Şimdi birbirimize affetmeyi vaat edelim)
Vėjas plaukuose, kalbėjo apie tiesą
(Saçlarımızdaki rüzgar, gerçeği söyledi)
Nubudome nakčia, palikom šitą miestą
(Geceleyin uyandık, bu şehri terk ettik)
Ir kopų vidury žydėjo mūsų meilė”
(Ve kum tepelerinin ortasında aşkımız yeşerdi)
7. Komet – Udo Lindenberg, Apache 207
Almanya’dan bizlere ulaşan Komet, Udo Lindenberg ve Apache 207‘nin jenerasyonlarını, tarzlarını ve ses dünyalarını birleştiren güçlü bir düet. Dili Almanca olsa da, ritmi, melankolik melodisi ve duygusal anlatımıyla dinleyicinin kalbine doğrudan sesleniyor.
Şarkının teması melankoliyle umut arasında gidip geliyor. Apache’nin gençliğe, kaybolan dostluklara ve içsel mücadelelere dair sözleri; Udo’nun karakteristik, yorgun ama bilge sesiyle birleştiğinde zamansız bir his yaratıyor. Bu iş birliği, kuşak farkını değil, duyguların ortaklığını öne çıkarıyor. İkilinin parçada dile getirdiği gibi “zamanla insan arasındaki o gerilimli ilişkiyi” simgeliyor.
“Ja, wenn ich geh’
(Evet, gittiğimde)
Dann so, wie ich gekommen bin, wie ein Komet
(Geldiğim gibi, bir kuyruklu yıldız gibi)
Der zweimal einschlägt vielleicht tut es weh
(İki kez çarpan belki acıtacak)
Doch will auf Nummer sicher geh’n, dass ich für immer leb'”
(Ama sonsuza kadar yaşayacağımdan emin olmak istiyorum)
Parçanın atmosferik prodüksiyonu gece klubü veya şehir hayatının atmosferini oluşturuyor. Ritmik altyapı “parti devam etsin” hissini desteklerken, synth pad’ler ve gitarlar şarkının hüzünlü, melankolik yanını güçlendiriyor.
Komet kuyruklu yıldız demek, parçada da bir insanın ya da bir anının simgesini temsil ediyor. Bir anda gökyüzünü aydınlatan ama hızlıca kaybolan güçlü bir ışık gibi, insanın hayatına girip iz bırakan insanları anlatıyor. Hatta belki dünyadaki upuzun zaman dilimi içinde gelip giden yalnızca bir insanın sınırlı ve kısa hayatını temsil ediyor.
Sözlerine bakacak olursak, sahne ve yalnızlık arasındaki mesafe, iz bırakabilmenin yükü, eğlenceli zamanların geçiciliği gibi duyguları ve kaybolmuş zamanları anlatan bir temaya sahip. Şarkı, somut kent imgeleriyle konuşurken aynı anda çok genel bir insan kaygısını da dile getiriyor ve bu soruyla Almanca sözlerin ötesinde, evrensel bir yankı buluyor: Ben kimim ve geriye ne bırakacağım?
8. Me Gustas Tu – Manu Chao
Me Gustas Tu, listenin belki de en hareketli şarkısı. İspanyol müziğinin duygusal zarafetini taşıyan bu yüksek ritimli parça, romantizmin nostaljik bir yankısı gibi. Yumuşak enstrümanları sıcak vokaller ve basit ama etkileyici bir ritimle örülmüş şarkı, sevmenin ve özlemenin zarif bir ifadesi.
İlk dinlediğinizde ve dili bilmeseniz de başlığından da aşk şarkısı olduğunu ve sonunda bu aşk şarkısının mutlu bir sonu olduğunu hissedebiliyorsunuz. Şarkı sade sözleri ve duygusal yapısı sayesinde evrensel bir iletişim kuruyor. Aşk, özgürlük ve yaşamdan keyif alma duygusu ile içinizi ısıtıyor. Me Gustas Tu’nun, tekrarlayıcı yapısı, bir çocuk şarkısının masumiyetini taşırken, kelimelerin ritmik dizilimi dinleyiciyi içine çekiyor.
Basit ama ritmik yapısıyla aşkı, yaşamı ve özgürlüğü aynı melodiye sığdırıyor. Şarkının bu kadar popüler olmasının, sevilip paylaşılmasının sebebi, dilin ötesine geçen ritmik sadelik ve melodik aşinalık. Her kültür, bu şarkıda kendi sıcaklığını bulabilir. Kimi için bir Akdeniz turu, kimi için tropik bir akşam, kimi içinse bir yolculuktan kalan anılar ve fotoğraflar.
“Me gusta correr, me gustas tú
(Koşmayı seviyorum, seni seviyorum)
Me gusta la lluvia, me gustas tú
(Yağmuru seviyorum, seni seviyorum)
Me gusta volver, me gustas tú”
(Geri dönmeyi seviyorum, seni seviyorum)
Sözlerde sürekli “me gustas tu (seni seviyorum)” cümlesini duyarız. Ancak bu tekrar yüzeysel bir beğeniyi veya duyguyu değil, hayatın içindeki küçük detaylara, anlara ve duygulara duyulan sevgiyi anlatır.
Her “me gustas tu”, yaşamın küçük güzelliklerine bir selam gibi. Sevmenin dilinin evrensel olduğunu söyleyen parça, “birini sevdiğinde, dünyanın aynı anda her şeyiyle güzelliğini hissedersin” anlamını da büyük bir içtenlikle biz dinleyenlere hissettiriyor.
Bu şarkılar, müziğin yalnızca bir sanat biçimi değil, aynı zamanda ortak bir duygusal denetim olduğunu kanıtlıyor. Dil engelleri, kültürel farklılıklar ya da coğrafyalar değil; melodiler duyguların sınırlarını belirliyor. Çünkü müzik, insanlığın en kadim ortak dili, bize düşen ise bu anlatıyı dinlemek ve anlamadan önce hissedebilmeyi öğrenmek.
Kaynakça:
- Öne çıkarılan görsel: unsplash