Bu yazımda edebiyat camiasında çok bilinen bir yanlışa değinmek istedim. Kişiliğini, kişiliğinden ziyade kalemini güçlü ve lirik bulduğum insana: Abdülhak Hamid Tarhan’a.
Çoğunuz onu ders kitaplarından tanısanız da aslında ezberlenip geçilecek bir kişilik değil. Ya da çapkın deyipte geçilecek. Karısına yazdığı Makber şiirini biz sadece sınav hazırlık kitaplarından bilsek bile o dönemin damgalı sanatçılarından. Sosyal medyada sadece “Karısının ölümünden iki hafta sonra başkasıyla evlenen şair” olarak bilinen Hamid, aslında dönemin Şair-i azamıdır. Dönemin en iyi şairlerindendir. Cumhuriyet ilan edildikten sonra da kendisi milletvekili seçilir. Ömrünün sonuna kadar da milletvekili kalır. Sosyal medyaya maalesef yanlış yansıyan Hamid’e vatana üstün hizmet fonundan maaş bile bağlanır. Ömrünün büyük kısmı başka ülkelerde geçmiştir. Fransa, İngiltere, Hindistan ve birçok toprak görmüştür. Bunun sebebi 1876 senesinde hariciye mesleğini seçmiş olmasının etkisi olabilir. Çok fazla yeri gezse de en çok Hindistan’dan etkilenmiştir. Bu yüzden midir ki onun bu tabiat sevgisi? Bilemiyoruz.
Makber şiirini çok sevdiği ilk eşi Fatma Hanımın vefat etmesi üzerine yazmıştır. Bu şiir kendisinden sonra gelen birçok şiiri etkiler. Dönem sanatçılarının kalemine melankoli olarak yansır. Hatta resmen psikolojik bir devrim başlatır şiirde. Zaten Abdülhamid’in istibdadı ile edebi hayatına devam eden şairler bir de Makber’i okuyunca iyice içe dönük eserler ortaya koymaya başlarlar. Makber resmen ağıt niteliğindedir ki, şu dizeler buna örnektir:
Eyvah! Ne yer, ne yar kaldı,
Gönlüm dolu ah-u zar kaldı
Şimdi buradaydı gitti elden,
Gitti ebede gelip ezelden.
…
Nerde arayım o dilrubayı?
Kimden sorayım o bi-nevayı?
Bildir bana nerde, nerde ya Rab?
Kim attı beni bu derde ya Rab?
Velhasıl, görüldüğü üzere bu acılı ağıt, Hamiyet Yüceses’i de etkilemiş olacak ki, şarkı haline bile gelmiştir. Gelelim konumuza, Tarhan defalarca evlenmiştir, çok kadın girmiştir hayatına. Hatta son evliliğini (dördüncü evliliği) Bayan Lucienne ile yapıyor. Evlendiklerinde Hamit altmış, Lucienne on sekiz yaşındadır. Ama Türk şiirinin devrimi, mükemmel lirizm içeren Makber tek kadın için ele alınmıştır. Fatma Hanım.
Fatma Hanım’ı kaybeden Hamid için dünya artık boş bir arazidir. Kırk gün boyunca mezarını ziyaret eder. Bunalıma girer. Hatta intihar etmeye kalkışır, hayatına mal olacaktır acısı. Yataklara düşer, çevresi onun da öleceğini sanar. Büyük Şair’in bu halini gören çevresi, eşi Fatma Hanım’a benzeyen biri ile onu evlendirmeye karar verir. Ve yaparlar da, işte aslında bu denli dalga konusu olan, çapkın bilinen şairin geçmişinde böyle bir hikâye yatar. Sanılanın aksine vefalıdır çapkın şair ve bu vefa ile acısını yaşar. Ancak acısı onu öldürmeye başladığı zaman ona çok benzeyen biri ile evlenerek yaşamaya çalışır. Kim bilir belki de onu Şair-i Azam yapan bu yanıdır?