Banyoya kıstırdığı bir kadınla, neye uğradığını şaşırttığı gencecik bir öğrenciyle empati kuramayan bir adam, insanın derin çelişkilerine, kaygılarına ne dereceye kadar “gerçekten” nüfuz edebilir? Bunca riya, sözcük ve metafor dağlarının arasından sızıp eserin ruhunu kirletmez mi? En basit, ilkel sorunlarını çözememiş kişinin kurduğu dünya bu çiğlikten nasıl münezzeh olacak?
Alçak adamların yüksek edebiyatı – Zehra Çelenk – Gazete Duvar
Gazete Duvar’da Hasan Ali Toptaş’ın ve edebiyat dünyasındaki diğer taciz konularını ele aldı.
Bu yazının üstü “edebi” kişiliğini kullanarak kadınları taciz eden Hasan Ali Toptaş hakkında olduğu için üstü çizilmiştir.
Modern Türk Edebiyatı denilince akla ilk gelen isimlerden biri olan Hasan Ali Toptaş’ın son kitabı Beni Kör Kuyularda, ilk sayfasında E.M. Cioran’ın “Bir kez selamete erdikten sonra, kendine hala canlı demeye kim cesaret edebilir?” alıntısıyla karşılıyor bizi.
Kitabın olay örgüsü kronolojik bir sıra takip etmiyor, yazar zaman zaman gel-gitlerden, gerçek üstü ögelerden yararlanıyor. Kitabımızın kahramanı Güldiyar, bir gün ansızın konuşmamaya başlıyor ve ağladıkça gözünden yaş yerine taş akıyor. Bu durum karşısında, zamanında bir hayat kurabilmek adına köyden kente göç etmiş bir babanın çaresizliği, bir annenin edilgenliği gözler önüne seriliyor. Baba – kız ilişkisi ekseninde ilerleyen kurguya, zamanla bir çaresizlik üzerinden çıkar elde etmeye çalışan, insanların acısını ticari bir amaca dönüştüren toplum dahil oluyor. Bir canlı olarak toplum, umarsızlığıyla canlılıktan uzak görünüyor. Ümitsiz, köşeye sıkışmış, tükenmekte olan bir aile ve etrafında meraklı gözlerle seyirci olmak adına yarışan kitleler, bu tükenmekte olan aileye her seferinde birer darbe gibi etki ediyor. Meraklı gözlerin Güldiyar’a her çevrilişinde, Güldiyar yok olmaya daha çok yaklaşıyor. Ailenin tükenişiyle beraber toplumun duyarsızlığı, çürümüşlüğü de artıyor.
“..hayatları boyunca hayatına giren insanların çoğuna bir şekilde kötülük ettikleri için artık kendilerini bile sevemez hale gelenler iyilik ve tevazu şarkıları eşliğinde, cumbuldata cumbuldata, başkalarının sevgisinde vicdanlarını çitiledi..” (sf.137)
Toplumun seyir merakıyla pekişen bu çarkın içinde evin babası Muzaffer, bir korunma güdüsüyle olağanüstü düşlemler içerisinde yer alıyor. Bu sistemden çıkıp, taşra hayatına geri dönmeye çalışsa da etrafını kuşatmış olan seyirci gözler buna müsaade etmiyor.
Evin yıllardır kayıp oğlu Hüseyin, Muzaffer’in ölmüş anne ve babası zaman zaman birer siluet niteliğinde kurguya dahil olup çıkıyor. Yakın komşulardan olan Dursun ve Emine, bu acımasızlıkla dönen çarka bir dur demek isteseler de, çark onları hızla sistemin dışına atarak etkisiz hale getiriyor.
“Ben kötülük edenle kötülüğe maruz kalana aynı yüz ifadesiyle bakamam, her ikisine de gülümseyemem diyorum size. Bunu yaparsam o zaman da kendi yüzüme bakamam diyorum.” (sf.156)
Kapağında Nuri Bilge Ceylan’ın Ahlat Ağacı filminden bir kareye yer veren, parçalanmış hayatların kenarından geçen, şiirselliğiyle büyüleyen, bütün mümkünlerin kıyısındaki bu kitabı öneriyor, keyifli okumalar diliyoruz!
Hasan Ali Toptaş
Beni Kör Kuyularda
Everest Yayınları