Youtube’da FluTV’nin Suç ve Ceza’yı yorumlayan bir videosu yayınlandı: https://www.youtube.com/watch?v=GD5xkdt2vwY
Bahar hanımın roman yorumundan başka, Raskolnikov’un karakteri ve yaşadığı psikolojik çatışma üstüne farklı şeyler de söylenebilir. Suç ve Ceza gibi derin bir romanın hemen her okuyucuda farklı izlenimler yaratması, farklı yönler çağrıştırması doğaldır; düşün dünyasını zenginleştirmek için fırsat olarak değerlendirilebilir.
Bahar Feyzan’ın bu videodaki romana dair düşünceleri ve bakış açısı çok kısaca ve minimal haksızlıkla şöyle özetlenebilir:
- Rodya (Raskolnikov) bu cinayeti toplum düzenine karşı bir isyan olarak işlemiştir. Yazar, kurulu düzene ve tefeci kadın (kocakarı) gibi şeytanlara olan tepkisini cinayet yoluyla göstermiş, günahını da Rodya’ya yüklemiştir. Rodya, cinayet ile sorunları çözebileceğini zannetmiştir.
- Aslında Rodya iyi bir insandır; ama bir anlık hata ile bu kötülüğe sürüklenmiştir. Sonrasında da cinayetin sorunları çözmediğini görüp pişman olmuştur. Kocakarının kız kardeşini plan dışı öldürmek zorunda kalması da cabası; dramını artırmıştır bu. Dolayısıyla teslim olmuştur. Cinayet işlemek kötüdür; Rodya yanlışını anlamıştır.
- Sonya, Rodya’nın sevdiği kızdır.
Bu üç maddeye karşılık olarak şu alternatif bakış açıları sunulabilir:
1. Rodya cinayeti yalnızca kendisi için işlemiştir.
Karakter bakımından, Rodya bencil ve kibirli bir insandır. Kendisini büyük adam namzeti (adayı) olarak görmektedir; güya o sıradan birisi değil, büyük işlere soyunması gereken, tarihe geçebilecek bir insandır. Toplumsal düzene isyanı, salt kendisini o düzenden sıyırıp kurtarmak ve özgürleşmekle ilgilidir.
Yazar yoksulluğu ortaya koyarak elbette bir toplum eleştirisi yapıyor. Ancak nüans kaçırılmamalı: Rodya açısından toplumsal sorunların çözülmesinden ziyade, o sorunları çözenin kendisi olması önemlidir. Romanın hiçbir yerinde halkçı bir tutum takındığı görülemez. Halkçı örneği olarak, hatta harika bir halkçı örneği olarak Razumihin duruyor zaten. İkisinin arasındaki kişilik farklarının göz önüne getirilmesi yeterli.
2. Rodya cinayetten hiçbir zaman pişman olmamıştır.
Vicdan azabı elbette çekiyor; ancak bunu kabullenmek istemiyor ya da gururuna yediremiyor da denebilir. Kitabın zaten baştan sona ana meselesi, Raskolnikov’un esas psikolojik gerilimi, vicdanı ile düşünce ve düşlerinin arasındaki çatışmadır. Kendisini layık gördüğü yerlere ulaşmasına engel olan şey yine kendi vicdan azabıdır, onu kahreden de bu engellemedir. Bunu açıklamak için şunlar söylenebilir:
Vicdan azabıyla başlanırsa; ona neler çektiriyor neler! Cinayetin ardından hastalanıp yataklara düşmesi, tekrar cinayet mahalline dönmesi, kabuslarında kocakarıyı görmesi, vesaire. Kocakarıdan çaldığı para ve eşyalara yakın olmaya dayanamaması, götürüp onları uzak bir yerde saklaması ise harikulade bir detaydı.
Ancak Rodya aslında şöyle düşünüyor: Büyük adamlar, yollarında yürürken önlerine çıkan engelleri ezip geçerler, ufak tefek şeylere takılmazlar. Ülkülerini gerçekleştirmek için küçük insanların, normal insanların kurallarını da icap ederse çiğnerler. Rodya kendisini de böyle bir yürüyüşün yolcusu olarak görüyor.
Hukuk okuyabilmesi için paraya ihtiyacı vardı, aşması gereken engellerin ilki olarak kocakarı burada yoksulluğu sembolize ediyor. Rodya’nın trajedisi şudur ki, daha ilk engelinde takılıp kalacaktır. Oysa umudu başkaydı. Bu ilk adımı atıp, sonra asıl işlerine koyulacaktı. Cinayet sadece yoksulluğu aşması için bir araçtı, amaç değildi.
Kitapta birkaç yerde geçiyor, Rodya diyor ki: “Napolyon gibi büyük adamlar, hedeflerine ulaşmak yolunda binlerce insanın kanını döktüler, zulüm işlediler. Hiç umurlarında olmadı. İnsanlık da başardıkları işler karşısında onlara saygı duydu, suçlarını görmezden geldi, onları yüceltti!”
Rodya şöyle düşünüyor: “Eğer ben de büyük bir karakterin insanı olsaydım, cinayeti işledikten sonra ardıma bakmadan yoluma devam edebilmem gerekirdi. Umurumda olmaması gerekirdi. Kocakarıyı unutup, parasını kullanıp işime bakmalıydım. Fakat yapamadım, vicdan azabına yenik düştüm, zayıflık gösterdim.”
Kitabın hiçbir yerinde kocakarıyı öldürmesinin yanlış bir eylem olduğunu söylemiyor. Hele kocakarının kız kardeşini (Lizaveta), o kimseye kötülüğü dokunmamış, tümüyle masum o kadını da katletmiş olmasına rağmen, sonrasında bir kez bile ciddiyetle anmıyor. Önemsemiyor, önemsememek istiyor.
Ancak içini kemiren vicdan azabından kurtulup bir türlü hayatına dönemiyor. Her davranışıyla cinayete ve soruşturmaya çekilirken buluyor kendini. Sonuçta diyor ki; “demek ki ben de sıradan bir insanmışım. Etrafımdaki sefillerden pek de farkım yokmuş. Lanet olası tefeci kocakarı ile onun önemsiz kardeşini yok etmeyi bile kaldıramadı bünyem.”
“Keşke öldürmeseydim” demiyor, keşke vicdan azabı çekmeseydim diyor. Sıradan bir insan olmayı gururuna yediremiyor. Narsisistik kişiliği, büyük adam olmadığı gerçekliğiyle yüz yüze gelmesi karşısında yıkılıyor. Ancak bu yıkımdan sonradır ki, kaçmanın, hatta yaşamanın pek bir anlamı kalmadığına hükmedip polise teslim oluyor.
İşte romanda görülen, inatçı bir kibrin vicdan karşısında parça parça dökülüp tarumar olmasının hikayesidir.
3. Son olarak Sonya ile arasındaki aşka değinilirse; böyle bir aşk yoktur demek yerinde olacaktır. Sonya’nın Rodya’yı sevdiği doğru olabilir; ama bu sevginin karşılığı yoktur. Rodya kitabın hiçbir yerinde kıza sevgi sözcükleri ya da davranışları sarfetmiş olmadığı gibi, bir yerde kendi kendisiyle tartışmaya bile giriyordu: “Seviyor muyum ya ben bu kızı? Yok ya, ne alaka..” gibisinden bir konuşması vardı.
Hatta Rodya’nın ailesi dışında kimseye, oldukları insan için (for who they are) bir güzellik yaptığını da ispat etmek zordur. En yakın arkadaşı Razumihin dahi bir istisna değildir.
Keza bu tavrı Rodya’nın benmerkezci kişiliğiyle de uyumludur. Bu ölçüde egosantrik bir insanın Sonya’yı gerçek anlamda sevebilmesi mümkün olmamalıydı. Zira sevginin birinci şartı, bir başkasına muhtaç olduğunu egona kabul ettirmektir; özveri arkasından gelir. Rodya gibi, dev aynasındaki bir şahsiyete bu türden bir özveri yakışmazdı; hele Sonya gibi bir düşküne karşı yapacak, hiç!
Yazar Dostoyevski olduğu için, tabi ki de buna dikkat etmiştir. Rodya’nın kendini Sonya’ya kaptırmamasını temin etmiştir.
Not: Bu değerlendirmeler romanın sonsözünü dışarıda bırakmıştır. Malum, roman Rodya’nın teslim olmasıyla sona erer. Akabindeki sonsöz bölümü romanın ruhunu yansıtmamaktadır, sokaktan geçen birine yazdırılmış gibi görünmektedir.
İlham verici bir yorum olmuş. Teşekkürler!