Edebiyatın usta isimlerinden James Joyce’un eserlerinde, kendinizi çoğu zaman Dublin’in kasvetli atmosferi içinde bulursunuz. Bugün ele aldığımız “Araby” adlı hikâye, yazarın meşhur Dublinliler kitabında yer alan hikâyelerden biri. Joyce’un kalemi, gündelik hayatın sıradanlığını ve bireysel hayal kırıklıklarını yalın ama çarpıcı bir şekilde aktarıyor. Bu kısa hikâyede Dublin’in gerilimle dolu atmosferi, Katolik kültürün ağırlığı ve modernleşme sancıları satır aralarında derinden hissediliyor.
James Joyce Kimdir?

1882 yılında Dublin’de dünyaya gelen James Joyce, çok çocuklu Katolik bir ailenin oğluydu. Cizvit okullarında aldığı eğitim, onun entelektüel gelişimine katkı sağlasa da aynı zamanda Katolik inancının ve milliyetçi söylemlerin baskısı altında kalmasına yol açtı. Bu durum, Joyce’un ileride kaleme aldığı karakterlere de yansıyacaktı. Genç yaşta Paris’e giderek tıp eğitimine başlasa da bu süreci yarıda bıraktı ve hayatının geri kalanında çoğunlukla Avrupa’nın farklı şehirlerinde yaşadı. Fiziksel olarak İrlanda’dan uzak olsa da zihni her daim Dublin’deydi. Eserlerinin ana mekanı sürekli olarak bu şehir oldu.
Joyce’un başyapıtı Ulysses, Homeros’un Odysseia’sından esinlenerek kurgulanmış ancak Dublin’de geçen modernist bir eserdi. Yazarın bir diğer önemli kitabı olan Dublinliler ise, on beş hikâyeden oluşuyor ve İrlanda toplumunun gündelik yaşamına dair keskin gözlemler sunuyor. Bu eserde Joyce, özellikle bireysel hayal kırıklıkları ve toplumsal durağanlığı “epiphany” anları aracılığıyla gözler önüne seriyor.
Araby Ne Anlatıyor?

“Araby” hikâyesi, Dublin’de yaşayan bir çocuğun, arkadaşının ablasına duyduğu platonik aşkı ve bu duyguyu kendi hayat şartları ile çevresindeki dini baskıya göre nasıl şekillendirdiğini anlatıyor. Anlatıcının adı hikâye boyunca verilmiyor, alkolik amcası ve yengesiyle birlikte yaşayan bu karakter, çevresi tarafından pek önemsenmiyor. Hristiyan okulunda okuyan çocuk, monoton ve sıkıcı bir hayat sürüyor; Dublin ise karanlık ve durgun bir atmosferle betimleniyor. Bir gün, Mangan adlı arkadaşının ablasına aşık oluyor. Bu aşk, çocuğun bilincinde sadece karşı cinse duyulan bir his değil, aynı zamanda dini bir adanmışlığa da dönüşüyor, kızı kendi gözünde kutsallaştırıyor ve masumane duygular besliyor ancak oğlan, Mangan’ın ablasıyla doğrudan iletişim kurmadan kendini izole ediyor. İlk kez konuşmalarında kız, oğlana, Araby adlı pazara gidip gitmeyeceğini soruyor. Çocuk, Araby’i zihninde bir kurtuluş ve hayal noktası olarak kodluyor ancak pazar yeri, beklentilerini karşılamıyor ve böylece hikâyenin ana temalarından biri olan hayal kırıklığı derinleşiyor.
“Ruhumun içinde bayram ettiği sessizlikte Araby kelimesinin heceleri bana sesleniyor ve şarklı bir büyü yapıyordu.”
Din ve Milliyetçilik Temaları

Hikâyede din baskısı karakter açısından önemli bir yer tutuyor. Karakterimiz Hristiyan okuluna gidiyor ve hayatının büyük bir kısmı dini çerçeve içinde şekilleniyor. Bu durum, oğlanın duygularını da etkiliyor. Mangan’ın kız kardeşine duyduğu aşk bile aslında dini bir boyut taşıyor. Oğlan, bu sevgiyi kutsallaştırıyor çünkü bugüne kadar bildiği tek sevgi, yaratıcıya duyduğu sevgiydi ve Mangan’ın kız kardeşinde ilk kez deneyimlediği bu his, duygularını anlamasını zorlaştırmıştı. Kızı betimlerken dini sıfatlardan çekinmedi.
“Bazı anlar kendim de anlayamadığım garip dualar ve övgüler arasında adı dudaklarıma kadar gelirdi. Gözlerim çok zaman yaşla doluyor (neden bilmiyordum) ve zaman zaman yüreğimden bir sel göğsüme taşıyordu.”
Milliyetçilik teması ise Dublin tasvirlerinde ortaya çıktı. Hikâye 20. yüzyılın başlarında geçiyor, İrlanda ve Büyük Britanya arasındaki gerilimin yüksek olduğu bir dönem. Hikâyede adı geçen O’Donovan Rosa gibi figürler, dönemin milliyetçi hareketleriyle ilişkiliydi ancak Joyce, bu isimleri ve milliyetçi temaları monoton ve karanlık Dublin tasvirinin bir parçası olarak sundu. Belki de Araby’nin bu kadar cazip gelmesinin nedeni de buydu: İrlanda’dan uzak, egzotik ve yabancı bir mekan olarak algılanması.
Paralysis Teması

“Paralysis”, yani felçlilik teması, hikâyede en göze çarpan unsurlardan biriydi. Karakterler ve mekanlar adeta donup kalıyordu, hiçbir eylem gerçekleştirilemiyordu ve her şey durağandı. Bu temayı ilk olarak Dublin tasvirlerinde görmek mümkündü: Şehir karanlık, çıkmaz sokaklarla dolu ve toplu taşımalar bile sürekli aksaklık yapmakta. Bazı binalar yıkık dökük olarak betimlendi. Paralysis’i en iyi hissettiğimiz şekil ise ana karakterde görülüyor. İsimsiz oğlan, sevdiği kızla iletişim kuramıyor sürekli düşüncelere dalıyor fakat bunları dile getiremiyor. Bu durum, aynı zamanda modern insanın yaşadığı iletişim kopukluğunu da temsil ediyor. Kahramanın kafasında büyüttüğü ve büyük hayallerle gittiği Araby bile, pek çok dükkanın kapalı olduğu durağan bir mekan olarak çıkıyor karşımıza.
Sembol Olarak Araby

Genç çocuk, sevdiği kızın ağzından “Araby” kelimesini duyar duymaz kafasında hayaller kurmaya başladı. Adı gibi egzotik ve sihirli bir yer tasavvur etti, Araby, onun zihninde büyülü bir mekandı ancak büyük hayallerle gittiği bu pazar, beklentilerini karşılamadı. Araby ne egzotik ne de büyülüydü, kapalı dükkanlarla dolu, sıkıcı ve sessiz bir ortamdı. Ortamdaki tek gürültü, Fransız kafesi olan Cafe Chantant’tan gelen konuşma sesleriydi, o sesler bile İngiliz aksanıyla duyuluyordu. Böylece Araby, çocuk için artık her yer gibi sıradan bir mekan hâline geldi. Bu deneyim, karakterde bir epiphany, yani bir aydınlanma yarattı. Oğlanın fark ettiği şey, büyüttüğü hayallerin gerçekle çatışması ve yaşadığı büyük hayal kırıklığıydı.
“Karanlığa bakarken anlamsızlığın sürdüğü ve alaya aldığı bir yaratık gibi gördüm kendimi; ve gözlerim acıyla, öfkeyle yandı.”
Kaynakça:
Joyce, James. Dublinliler. İletişim Yayınları, 2011.


