Erin Brockovich, senaryosu gerçek bir yaşam öyküsünden uyarlanmış, 2000 yılı ABD yapımı bir Steven Soderbergh filmidir. Ülkemizde Tatlı Bela ismiyle gösterime girmiş bu film deyim yerindeyse ‘Bir Halk Kahramanı’ olan Erin Brockovich’i bize tanıtır. Filmin başrolü olan Julia Roberts oyunculuğu ve güzelliğiyle göz doldurmakla kalmamış, bu filmiyle BAFTA ve OSCAR ödüllerini kazanmıştır.
Filmde hikayesi ele alınan Erin, 2 evlilik yapmış, ikinci evliliğinde eski eşi tarafından terk edilmiş ve 3 çocuğuyla beraber yaşam mücadelesi veren bir kadındır. Eski eşi yüzünden işini de kaybetmiş olmasından dolayı maddi sorunlar yakasını bırakmazken bir yandan da sorunları çocuklarına yansıtmadan iyi bir anne olmak için çaba sarf etmektedir.
Erin, hikayenin başında çaresizce iş ararken, geçirdiği trafik kazasıyla beraber kendini daha büyük bir sorunun içinde buluyor. Bu mağduriyetinin karşılığında tazminat almak için bir hukuk bürosuna başvuran Brockovich, davanın absürt bir şekilde kaybedilmesi ve tazminatını alamamasıyla beraber hüsrana uğrar. Kaldığı zor durum ve olayların akışıyla avukatı olan Ed’in bürosunda çalışmaya başlar. Büroda çalışmalarını sürdürürken dikkatini çeken bir kamu davasının üstüne gitmeye karar verir. Dava aslında bir gayrimenkul davasıdır ancak dosyanın içinde bulunan sağlık raporları Erin’i farklı sorular sormaya yönlendirir. Ve sonunda köklü bir petrol şirketi olan PG&E ile karşı karşıya kalır. Bu şirket, tesislerinde üretim aşamasında kullandığı suya makinelerin paslanmasının önüne geçmek için Krom 6 bileşiğini katmaktadır. Ancak bu bileşik canlıların sağlığı için oldukça tehlikelidir, ölümcül ve kalıtsal hastalıklara sebebiyet vermektedir. Bunu yapmaları yetmezmiş gibi bir de şirket yetkilileri bu sorunun ortaya çıkması ihtimaline karşı kendilerini korumak adına bölge halkına suda krom kullandıklarını ancak bunun sağlığa zararlı olmayan Krom 3 bileşiği olduğunu ifade ederek aslında ipin ucunu gösterip sonunun nereye çıkacağını örtbas ederek oluşabilecek bir davayı zaman aşımına uğratmayı planlamışlardır. Aynı zamanda sular idaresindeki evrakları ve gerçek zararları örtmektedirler. Ancak Erin’in bu dosyayı almasıyla planları suya düşmüştür. Devamında insani olmayan bir şekilde üretimine devam eden şirkete karşı, hastalıklarla boğuşan ve çaresiz kalmış çok sayıda insanın hikayesine kalben ortak olup tüm bu mağdurların sağlıklarının ellerinden kayıp gitmesi korkusunu yaşamadıkları bir hayat sunmak için var gücüyle çalışır. Sonunda Amerika tarihinde arabuluculuk ile elde edilmiş en büyük tazminat olan 333 Milyon Doları kazanırlar.
Evet, Erin’in mücadelesi çok onurlu ve sağlam bir mücadele, çok güçlü bir kadından söz ediyoruz ve biz bu incelemede özellikle kadın mücadelesi kavramı üzerinden mercek altına almak istiyoruz.
Erin’in Mücadelesi: Kadın Mücadelesi
Erin eski güzellik kraliçesi olmanın yanı sıra oldukça ilgi çekici, feminen ve frapan giyinmekten çekinmeyen cesur bir kadın. Ancak toplumun dayattığı seksepalite sınırının dışına çıktığı düşüncesiyle insanların kendilerinde hak olarak gördüğü baskılara, dışlamalara karşı kendinden emin olmanın dik duruşuyla çizgisinden ve kendinden şaşmamıştır. Bu duruşuyla bize şunu söylüyor aslında; her kim olursa olsun benim kıyafetim ve seçimlerim üstünde söz hakkı yoktur. Bunu toplumsal hayat gözlüklerimize indirdiğimizde, insanların izafi görüşlerine göre iddialı olan bir kıyafeti, kadın kendisini teşhir etmek, kendini göstermek için giymez, öyle istediği için giyer. Özellikle bizim toplumumuzda çokça karşılık bulan kıyafet ile insanlar üzerine kolaylıkla etiket yapıştırmaktan hoşlanan topluluk için gözlüklerin açısını genişletmek adına izlenmesi gereken bir film nazarımca. Ayrıca filmdeki dışlamanın temel ayağı olan kadınların takındığı tavır aslında kadının kadına karşı takınabildiği düşmanca tavrın temsilidir. Ataerkil düzen karşısında hemcinsleriyle çizilen sınırlara karşı beraber mücadele etmesi gereken kadınların aslında bu mücadeleye çokça sadık kalmamaları ve kolaylıkla üstünü çizebilmeleri toplumdaki kadın baskısının temel sebebidir. Çünkü erkeği yetiştiren, ona biçim ve incelik katan kadındır. Kadın her insanın, cinsiyet ayırmaksızın, doğumundan sonra hayata bağlayan noktasıdır, annedir. Bu durumda eline doğmuş olan çocuğun en temel görevinin ‘İNSAN’ olmak olduğunu hatırlattığı, öğrettiği, toprağına sevgi ve saygı ektiği durumda onun kötülükten,kötücüllükten ve kaba kuvvetten beslenmesi beklenemez. Çünkü toprağı artık verimli bir toprak olmuştur. İşte esas nokta budur. Günümüzde kadın cinayetleri ve tecavüzleriyle dizlerimize vurduğumuz bu halin temel sebebi haddini, yerini, insanlığını bilmeyen,öğrenmeyen ya da unutmuş insanlardır. Ve bizim üstümüze düşen; iş henüz dizleri dövme noktasına gelmeden, tabiri caizse yılanın başını küçükken ezmektir. O kötülüklerin doğmasına müsaade etmeden, sağlıklı ruhlar yetiştirmektir. Unutulmamalıdır ki dünyayı değiştirmeye ancak kendi dünyamızı değiştirerek başlayabiliriz!
Bir diğer nokta olarak filmin ilk sahnelerinde, Erin’in davayı kaybetme aşamasının esas kırılma noktasının 2 evlilik yapmış olmasının yarattığı etkinin saçmalığıdır. Bir insan kişisel hayatında hatalı kararlar almış olabilir, yanlış evlilik yapmış olabilir. Neticede insanlar hata yapan canlılardır ve yaptığı hata bir başkasına zarar vermediği sürece yalnızca onu bağlar. Kişisel hayatı üzerinden onun ahlakına ve yaşantısına değer biçmek, zihnimizde etiketlemek hakkı vermez. Çevremizde yaşadığımız olaylara karşı da zihinlerde oluşması muhtemel bu tarz düşünceleri haddimiz olmadığını bilmenin düsturuyla terk etmek zorunluluktur. Aksi düşünülemez. Hele ki adaletin kılıcı olmakla görevli olan ve objektif olmak zorunda olan yargı erkinin kendi şahsi ahlak ölçütlerini olaya uygulaması fahiş bir hatadır.
Son olarak Erin’in 9 aylık dava sürecindeki emeği ve yaklaşımına baktığımızda, kadınların zayıf noktası olarak görülen duygusal yanlarının aslında kalpleri besleyen ve insanları yakınlaştıran incelikler barındırdığını ve addedildiği gibi zayıflık olmak şöyle dursun aksine güç veren olduğunu gösterir.Samimiyetle ve duyguyla katedilen yolun her zaman daha asil ve doğru olduğunu bize gösterir. Ve bu kalp teorinin ötesindedir, sayfaları karıştırmakta elde edilmesi pek de mümkün değildir. O bir tılsımdır. Bize düşen bu tılsımın büyüsünü kavrayıp korumaktır.
Neticeye geldiğimizde, Erin kadın mücadelesinde çok güzel bir örnektir; duruşuyla, azmiyle, anneliğiyle, dişiliğiyle ve bu keyfiyetlerini uzun bir liste halinde sıralayabiliriz. Ve buradan şunu öğreniriz; ‘Kadın Dediğin’ kavramıyla kimsenin kadına sınırlar, nitelikler çizmeye, belirlemeye hakkı yoktur. Kadın dediğin, insan dediğin kendi sınırlarını kendi belirleyecek akla ve yetkinliğe sahiptir.
O YÜZDEN AĞIZLARDAN GELİŞİGÜZEL ÇIKAN LAFLARIN OLUŞTURDUĞU KOCA KOCA HAPİSHANELERE SIĞAMAZ, SIĞDIRILAMAZ!