1- Jürgen Habermas “Çarpıtılmış Gerçeklik”
Etik sorunlar açsından medya bugüne kadar çeşitli problemlerin düğüm noktasında kalmıştı. Bu problemler genellikle okul sıralarında tarafsızlık, insani yardım ve şeffaflık ilişkileri arasında öğrencilerin etik analizlerini geliştirebilmek için tartışılırdı. Burada çatışma halinde olan üç temel yönetici felsefesini görüyoruz: pragmatizm, utilitarizm ve idealizm.
Basılı ve görsel medyanın tarihçesine baktığımızda, milliyetçiliğin ve ideolojik hegemonyanın basılı medya aracılığıyla yayıldığını görüyoruz. Matbaanın gelişiyle birlikte iletişim yollarındaki bu değişim ve ortaya hem sermayenin hem de ideolojinin manipülasyonunun çıkması medya araçlarını belirli bir tavra yöneltiyor. Doğru, tarafsız ilkelerinin mümkünlüğünün daha en baştan ihlal edildiği bir yerde, bunun gerçekliği ve yaygınlığı ise bir başka muammayı beraberinde getiriyor. İlk zamanlarda medyanın erişemediği yerler vardı, bu erişemezlik kitlenin her durum hakkında belli bir biçimde düşünmesini engelliyordu. Belli başlı olaylarda uyarılan ve harekete geçirilen kitleler iletişim araçları geliştikçe iki şeye daha çok maruz kaldılar: çarpıtılmış iletişime ve gerçeklik algılarının erozyonuna.
Çarpıtılmış iletişim, Jürgen Habermas’ın iletişimin dört sahasından birinin gerçekleşmemesiyle ortaya çıkar. Medya kanallarını incelediğimizde, hakim olan ideolojinin karşılık bulduğu kitlede samimiyeti pekiştirdiği aşikar. İletişime geçilen değer yargıların ortak olması, aynı “erdemliliğe” sahip olmak kitleyle medya kanalını bütünleştirecektir. Fakat son zamanlarda burada eksik olan şey “doğruluk ilkesi”dir. Doğruluk ilkesinin bozulması artık medya aracının ideolojisini ne pahasına olursa olsun dayatmaya çalışmasıyla kitleyi oluşturan bireylerin inanç sınırlarını zorlamaktadır. Birey, modern zamanlarda kendi benliğini açığa vurmaya çalışırken, ilgi ve ortaklık ararken erdemlilik ilkesi kırılmaya uğrar. İki seçenek söz konusudur. Bunların ilki bireyin tüm yaşananları erdemliliiğe aykırı bulup medya aracıyla iletişiminden tamamen vazgeçmesidir. İkinci ve çarpıtılmış iletişimin çarpık tarafını oluşturan yaygın seçenek ise medya kanalına sahip çıkılmasıdır. Birey, yalan haber de üretilse eğer kanalı reddederse kendi erdemliliğine hasar geleceği, benliğini dışa vururken açık bir başarısızlık sergileyeceği için bu yolu “mübah” görür ya da gerçeklerin çarpıtılmasına karşı duyarsızlaşır. Bunu bazen gerçekleri göreceliymiş göstererek, bazen de bir gerçek etrafına konulan mantıksız önermelerle komplo teorileri kurarak gerçekleştirir. Ya da bazen, sadece görmezden gelir.
Bu çarpıtılmış iletişimin alışkanlık hâline getirilmesi bireylerin teker teker sundukları benliklerin belli kalıplara girmesine yol açar. Belli gruplara aidiyet, ister istemez kendini belli eder. Çünkü erdemlilik konusunda yanılmanın ahlaki sorumluluğu oldukça ağırdır. Birey belli bir kitlenin içindeyken vicdani sorgularından uzaklaşıp, belli başlı sorgulamaması gereken görevleri yerine getirmek üzere kendini daha rahat hisseder. Buradan sonrasıysa kitle iletişim aracının daha çok satmak için daha çok tüketim mantığına dönüşmesiyle sonuçlanır. Artık gerçekler Habermas’ın iletişim kopukluğu düzeyinden çıkıp, birer ürün hâline gelmesine doğru yol alır.
2- J. Baudrillard- Simülasyon ve Simülakra
Gerçeklik, Jean Baudrillard’a göre artık mümkün değildir. Çünkü gerçek olarak sunulan olaylar artık soğuk birer gönderidir. Televizyon haberleri, savaşlar, devasa kitle imha silahları, nükleerler ve siyasi tartışmaların gündelik hayata reel olarak hiçbir etki bırakmaması buna örnektir. İki ülkenin liderlerinin birbirlerine sataşmasına rağmen ortada yolunda devam eden ekonomik ilişkiler ve çıkmayan savaşlar, artık medya kanallarının insanlara gerçeğe etki etmeyen gerçekleri sunmalarına yol açar. Artık iki ülke arasındaki gerginlik bile aslında sadece bir tiyatro gibidir. Fakat Baudrillard bunu tiyatrodan ayırmaktadır. Çünkü tiyatroda “mış” gibi yapıldığı belliyken, iki siyasi lider de aslında gerçekten ortamı germektedirler. Burada ortaya çıkan gerçeklik artık “hiper-gerçeklik” olarak algılanmakta, izleyici bunu gerçekten ayırt edememektedir. Çünkü artık etrafın medya araçlarıyla dolması ve liderlerin halklarının gözlerinin önüne sürekli çıkmaları insanları bu durumu sorgulayamaz hâlde bırakmaktadır. Gerçekten olan şeyin ne olduğu belirsizdir.
3- Z. Bauman- Cemaatler
Artık gerçeğin elde edilemezliği, iletişim araçlarının ve gönderilerin bolluğuyla realiteye karar veremeyen halkın birbirine karşı samimi iletişim kurmaları neredeyse olanaksızdır. Bir araya gelip oluşturdukları toplumlar tıpkı maruz kaldıkları kitle iletişim araçları gibi onları da faydacı bir bütünün parçası yapmaktadır. Tüm bunlar, merkezde yer alan bir ideolojinin ve hükümetin etrafında gerçekleşmektedir. Etkinliğini ya da aldığı tepkiyi özellikle medya kanallarıyla arttıran hükümetler halklarına iki seçenek sunmaktadırlar: Bireysel özgürlükler ile güvenlik politikaları arasında bir seçim. İki uçta salınan toplum, aslında hep orta noktayı aramaktadır. Ancak artık gerçeklik algısının sorgulama şansını yarıya indirmesiyle, bir kısım kitleyi kendinden uzaklaştırması ve diğer bir kısmı da kendine daha çok bağlamasıyla seçmenlerde kinikler oluşturur. Avrupa genelinde aynı anda hem özgürlükçü politikalara hem de güvenlikçi politikalara oy verilmesi, yani yerelde x partisine ama genelde y partisine verilen oylar aslında bir nevi bunu ifade etmektedir. Burada bireysel özgürlükçü politikaları “kucaklayıcı dil” ile, güvenlikçi politikaları “karşı tarafı suçlayıcı dil” ile ayırt etmek mümkündür. Nitekim dışarıdaki ve içerideki tehditler insanları tedirgin etmekte ancak artan gönderenlere ve dozu kaçan ciddi suçlamalara aynı anda kulak veren halk, aslında hiçbir şeyi sorgulayamadığını da ifade etmektedir. Çünkü aynı anda hem suçlayana, hem de suçlanana oy vermek aslında Bauman’ın teorisiyle Baudrillard’ın teorisini bir araya getirmektedir. Seçmen gerçekten tehlikede hissettiği zaman doğrudan güvenlikçi politikalara oy verirken, bir süre sonra sorgulanamayan suçlamaların artmasıyla beraber kararsızlık yaşıyor. Çıkış yolu olarak da hem suçlayan yetkili ağızlara suçlananlardan daha çok güveniyor (medya kanallarının etkisiyle), hem de ortada böyle bir huzursuzluğun ortağı olarak hakim ideolojiden soğuyor. Almanya, Fransa, Macaristan, Avusturya ve İtalya bu tip seçmen davranışının son zamanlarda göçmen dalgasının da etkisiyle sık görüldüğü yerler.
Bu arayış ve sorgulardan gelen çıkmaz, İsmet Özel’in mısralarında kendini sıkça buluyordu aslında. Of Not Being A Jew olsun, Celladıma Gülümserken Çektirdiğim Resmin Arkasındaki Son Satırlar olsun, gerçeğin peşindeki maceranın insanı bir uçtan diğerine savurduğunu açıkça ifade ediyor. Hiçbir pencere güvenilir bakış açısını kesin olarak sağlamıyor. Ve birey, kendini en sonunda kabileye dönüşle tamamen kendine dönüş arasında bir yerde buluyor. Kabileye dönüş grup narsisizmine giderken, benliğe dönüş bireysel narsisizme gidiyor. Burdan sonrasıysa tüketim toplumunda apayrı sektörlerin doğmasına sebep oluyor: fanatizm, milli sembol taşıyan ürünler, popülist söylemler; kendinizi önemsemeyi tebliğ eden yaşam koçları, fitness salonları, kozmetik ürünleri…
Çarpıtılan gerçeklik aslında Bauman’ın Akışkan Modernite’sinde belirttiği gibi hepimizin kendini çeşitli gruplar ve düşünceler arasında net bir çizgide değil de, akışkan bir durumda ve birbirimize karışırken bulmasına yol açıyor.