Banyoya kıstırdığı bir kadınla, neye uğradığını şaşırttığı gencecik bir öğrenciyle empati kuramayan bir adam, insanın derin çelişkilerine, kaygılarına ne dereceye kadar “gerçekten” nüfuz edebilir? Bunca riya, sözcük ve metafor dağlarının arasından sızıp eserin ruhunu kirletmez mi? En basit, ilkel sorunlarını çözememiş kişinin kurduğu dünya bu çiğlikten nasıl münezzeh olacak?
Alçak adamların yüksek edebiyatı – Zehra Çelenk – Gazete Duvar
Gazete Duvar’da Hasan Ali Toptaş’ın ve edebiyat dünyasındaki diğer taciz konularını ele aldı.
Bu yazının üstü “edebi” kişiliğini kullanarak kadınları taciz eden Hasan Ali Toptaş hakkında olduğu için üstü çizilmiştir.
“Dallarının birçoğu kuruduğu için, artık kuşlar konmuyordu ona; uça uça yoruldular da birazcık dinlenmek istediler mi, dağınık bir bulut halinde gelip cıvıltıyla benim dallarıma konuyorlardı. Tepeden tırnağa kuş sesine bulanıyordum onlar gelince, birkaç dakika içinde, neredeyse bir cıvıltı ağacına dönüşüyordum. Öyle ki, gaga şeklinde, tüy şeklinde, heves şeklinde cıvıltılar damlıyordu bir süre sonra omuzlarımdan; yere doğru şıpır şıpır, rengarenk şarkılar dökülüyordu. “
Sayfa 6
“Yıllarca Dimdik Durdun da Ne Oldu Sanki?”
Bir insan neden kendini gürgen dalı olarak adlandırabilir ki? İçinde ki masalı bir ağacın dallarına benzeterek anlatan bir masal. Ansızın kayboluşlarla süslenmiş bu kitap içimize içimize dökülüyor adeta yüksek bir şelaleden. Sayfalar ilerledikçe sadece ağaçların değil, insanın da acısı, çaresizliği, umudu, umutsuzluğu, hasreti, ruhu, ruhsuzluğu, üstünlüğü, zaafları, sevgisi ve merhameti bir bir gün yüzüne çıkıyor.
“Ege toprağında gencecik bir gürgendim ben.”
Cümlesini okumaya başladığımızda masalın tam ortasında buluyoruz kendimizi. Öylesine bir masal ki bu; Uçuşan kuşlardan, gökyüzünde sıralanmış bulutlardan ve avare bir hayalden ibaret. Çocukluğuma çokça benzettiğim bir anımsatma benim için.
“Hep birlikte aşka gelip şarkı söylerken, biz yalnızca bir çiçek değil, binlerce, milyonlarca çiçek görürdük o düzlükte. Bulundukları yerde nazlı nazlı sallanan dağ sümbüllerinin, lalelerde yankılandığını görürdük sözgelimi; işlerini güçlerini bırakıp lalelerin kaya kekiklerine, kaya kekiklerinin çiğdemlere, çiğdemlerin de sağda solda çınlayan börtü böcek sesleriyle birlikte, gelinciklere doğru aktığını görürdük.”
Sayfa 8
Ah ne güzeldir kaya kekiklerinin kokusu. Uçsuz bucaksız çayırları seyrederken gözümde canlandırıyorum bu satırları. Öylesine masumane ve dünyalı bir hayal ki bu, uzaydan ya da şu şaşalı bilim kurgu hikaylerinden çok daha sade ve bize özgü. Uzun zamandır da uzak kalmışlığa esirim aslında; hayallerin ötesine geçmenin. Yozlaşmış benliğimiz belki de, çocukça şarkılar söylemeye veya bir çiçeği dalından kopartmadan koklamaya. Gençliğinde ki korkuları ise genç bir ağacın ışıl ışıl parlayan keskin bir baltadan korkmasına benzetiyor. Hissettiği şeylerin bir çoğunu ağaçlara benzeten bir yazar. Peki siz hangi ağaca benzetiyorsunuz kendinizi? Ben eğer bir ağaç olsaydım; çam ağacı olurdum. Tüm zorluklara dayanmaya çalışan, dalları arasında çokça kuşa yer açan, kışın o amansız soğuğuna dimdik direnen bir çam ağacı olmak isterdim. Kendinize bir ağaç seçin, bırakın kökleriniz salınsın toprağın altında. Bırakın başka köklere dokunsun. Yeni hayallere yeni duygulara ulaşsın. Bırakın dökülsün yapraklarınız, bırakın ısıtsın dökülen yapraklarınız toprağı.
“Kayalıklarda, neredeyse birer kum tanesi gibi küçüldükçe küçüldü. İşte tam o sırada ben, Beşparmak Dağları’nın ardındaki küçük bir köye doğru uçtuğumu fark ettim. Birkaç insandan kaçayım derken, bu kez de farkına varmadan, yüzlercesinin kucağına doğru gidiyordum.Telaşlanmıştım. O sırada, geri dönüp başka yöne doğru uçabilmek için bir hayli çaba harcadım ama, ne yaparsam yapayım, bunu bir türlü başaramadım.”
Sayfa 17
Ah bu kum taneleri! Bu satırlarda da çıktı karşımıza. Hiç düşlediğiniz bir şehre uçtunuz mu? Yada çok özlediğiniz bir kişinin yanına. Aşık olduğumuz da olur genelde bu. O çok sevdiğimiz insanın yanına giderken adımlarımız yok sayar adeta toprağı. Ya da bazen olmak istediğiniz yerden kaçarken olur bu. Tahammül edemediğiniz insan sesleri dokunurken vücudunuza bir turna gibi rüzgara tutunup kaçmak istersiniz. Hasan Ali bu anlarında ki çabalarını birkaç insandan kaçmak isterken tutulduğu yüzlerce insan kalabalığını anlatırken aktarıyor bize. Kendine göre bir durum ama bizim de çoğu zaman içine düştüğümüz bir durum.Bir ağaç gövdesinin eyvahları var bu kitapta. Merhametsiz sevgisiz insanlara karşı olan endişeleri ve gölgelerde ki ince cümleleri. Bir ağacın çocukça düşleri. Kendinize okurken eğilmeye ve bükülmeye hazır tutun. Zira yazar öylesine bükülmüş ki koca bir ağacın gövdesine tutunmuş.