Antik Çağ’daki en ihtişamlı imparatorluklardan biri de küçük bir şehir devletinden, koca Akdeniz’i çevreleyecek bir imparatorluk haline gelen Antik Roma’dır. M.Ö. 753 yılında Kral Romulus tarafından kurulan bu şehir, sahip olduğu gücüyle 1000 yılı aşkın bir süre ayakta kalmıştır. Bu sayede tarihe meydan okumuştur ve en uzun süre varlığını devam ettiren imparatorluk olarak dünya tarihine kazınmıştır.
Jeopolitik Konum
Haritada “çizme’’ şeklinde gördüğümüz İtalya yarımadasında doğan bu medeniyet, bölgenin jeopolitik konumunun avantajından yararlanarak kısa zamanda Akdeniz havzasını hakimiyeti altına almıştır. En geniş topraklara sahip olduğu dönemde sınırları, kuzeydeki İngiltere’den başlayarak Dicle nehrine kadar çizili durumda olmuştur. Bu muhteşem imparatorluk; Kuzey Afrika, Avrupa ve Asya’nın bir kısmını da içinde barındırmıştır.
Antik Roma’da Dil
Romalıların ana dili Latince idi. Bu imparatorluğun yazışma dili Latince olsa da Romalıların okudukları eserler Yunanca olduğundan, iyi eğitimli ve zengin kesim hem Latince hem de Yunanca bilip konuşmuştur. İmparatorluğun yayıldığı alan arttıkça Latin dili de gelişmiş ve kelime haznesi bakımından zenginleşmiştir. Afrika ve Avrupa’da egemen olan Latince, doğuda yerini Yunancaya bırakmıştır.
Doğu ve Batı Roma birbirinden ayrıldıktan sonra ise doğu sarayında yalnızca Yunanca konuşulurken, M.S. 6. yüzyılda Justinianus’un ölümü ile birlikte de Yunanca resmi dil haline gelmiştir.
Antik Roma’da Din
Romalılar Krallık Dönemi’nde Yunanlılardaki gibi cisimleştirilmiş tanrılara değil, fiziki yapısı olmayan kutsal ruhlara inanmışlardır. Roma Cumhuriyeti döneminde din, ruhbanlardan oluşan sıkı bir sistemin örgütlenmesi şeklinde oluşmuştur. Güneydeki Yunan kolonileri fethedilip, Yunanlarla temas arttığında ise Roma kutsal ruhları gittikçe Yunan tanrılarıyla benzeşmeye başlamış ve geniş Yunan mitleri benimsenmiştir.
Antik Roma’da Hukuk
Roma’daki en önemli ilerleme tartışmasız hukuk alanındadır. Her millet bir alanıyla öne çıkıp kendini göstermişse, Roma’nın da hukuk alanı kendini tüm dünyaya bildirmiştir. İlk yazılı kanun olan 12 Levha Kanunları, Roma’da oluşturulan ilk hukuki kaynaklardır.

M.Ö. 5. yüzyılda çıkan sınıf çatışması, Romalılarda hukuku genel anlamda kapsayan kanunların arayışına götürmüştür. Daha sonra hukuki gelişmelerin ilk basamağı olan kanunlar hazırlanmıştır. Hazırlanıp imparatorlukta yürürlüğe sokulan bu kanunlar sayesinde soylularla halk arasındaki toplumsal ve siyasi çatışma ve sınıf kavgalarını halk kazanmıştır. O dönemde devlet işleri rahiplerin tekelinde ve halka kapalı, gizlidir. Bu levhalar sayesinde ilk hukuk düzeni oluşmuş ve ekonomi, millet düzeni rayına oturmuştur. Oluşturulan bu levhalardaki hükümler, bugün tüm dünyanın bildiği ve Batı Avrupa ülkelerinde uygulanan hukuk sisteminin temelleridir.
Roma’da hukuk, Roma şehrinin kuruluşundan M.S. 6. yüzyıla kadar gelişim göstermiştir. Bu nedenle bin yılı aşkın bir süre Roma devletinde geçerli olan “Roma Hukuku” sistemi; bu uzun gelişim süreci içinde oluşan kaynakları ve nitelikleri, çeşitli hukuk sistemlerini kapsamaktadır. Buna rağmen kamu hukuku ve özel hukukun ayrımını esas alan bu sistem ilk kez Roma’da ortaya çıkmıştır ve günümüze kadarki hukuk sistemlerinde temel alınmıştır. Kıta Avrupa ülkeleri hukuku da “Corpus Iuris Civilis Külliyatı” temeline dayanmaktadır.
Mühendislik ve Mimari
Özellikle mühendislik ve mimari alanda çağdaşlarından çok daha önde olduklarıyla bilinen Romalılar, günümüze kadar gelecek birçok sayıda eser meydana getirmişlerdir. Yunan mimarisinden fazlasıyla etkilenen ve ona oldukça benzer yapıda olan Roma mimarisi de oldukça yeniliğe imza atmıştır. İhtişam düşkünü Romalılar, eserlerinin yapımında kireç harcı kullanarak mimariye kattıkları en önemli yapı olan kemerleri, büyük kubbeleri, tonoz gibi yapıları kullanmışlardır. Bu yapılarla geniş mekanların üstünü örtmüşler ve mekanların kudretli görünmesini sağlamışlardır. Yapılar arasında güç göstergesi olan zafer kemerleri, korint düzende yapılmış tapınaklar, dikili taşlar, taş kaplı ve insula cepheli yollar boy göstermektedir. Kolezyum, Pont du Gard ve Panteon gibi birçok anıt da Roma mühendisliği ve kültürünün mirası olarak durmaktadır ve bizlerin gezisine açık durumdadır.
Roma Mimarisinin En Önemli Yapıları
- Panteon
Kubbelerin görkemli örtüler olduğu Roma mimarisinde, “ilk anıtsal büyüklükteki kubbeye sahip tapınak’’ olarak bilinir Pantheon. Öyle ki Romalılar dünyayı gök kubbe ile örtülü bir disk olarak kabul etmişlerdir ve dairesel formda olan bu yapı da Dünya ve tanrıların evrenini sembolize etmiştir. Yapının içindeki zenginliğe önem veren Romalılar, Pantheon’un iç tasarımlarına da fazlasıyla önem atfetmişlerdir. Ayrıca bu yapı, beton kullanımın zirvesi olarak kabul edilir.
İhtişam düşkünü olan Romalılar, eserlerinin yapımında kireç harcı kullanarak mimariye kemerleri, büyük kubbeleri, tonoz gibi yapıları kazandırmışlardır. Bu yapılarla geniş mekanların üstünü örtmüş ve mekanların kudretli görünmesini sağlamışlardır. Yapılar arasında güç göstergesi olan zafer kemerleri, korint düzende yapılmış tapınaklar, dikili taşlar, taş kaplı ve insula cepheli yollar boy göstermektedir. Kolezyum, Pont du Gard ve Panteon gibi birçok anıt da Roma mühendisliği ve kültürünün mirası olarak durmaktadır ve bizlerin gezisine açık durumdadır.
- Kolezyum
Bu değerli tasarımda da kemer yapısı kullanılarak kendi ağırlığından etkilenmeyecek üç katlı bir yapı meydana getirilmiştir. Dünyanın en büyük amfiteatrı olan Kolezyum’un dayanıklılığı takdire şayandır. Dayanıklılığı beton ile sağlanan yapının dışındaki sütunlar, tuğla ve taş malzemelerden oluşmaktadır. 50.000 izleyici kapasiteli bu muhteşem yapı Roma İmparatorluğu’nun en güzel sembollerinden biri olmuştur.
Sanat ve Edebiyat
M.Ö. 146 yılında yapılan Korint Savaşı’yla Romalılar, Yunanistan’da hakimiyet sağlamış ve o günden itibaren Yunan kültürünün etkisi altına girmişlerdir. Yunan heykellerini, mimarisini ve edebiyatını başarılı bir şekilde Roma’da da uygulamışlardır. Bu uygulamada bazı şeyleri değiştirip geliştirmişlerdir.
Yunan heykelleri kadar kusursuz olmasa da heykelciliğe girişen Romalılar, zamanla kendilerine ait bir tarz benimsemişlerdir. Kusursuz ve idealize edilmiş insan vücutlarını yansıtan heykeller yerine; kusurlarıyla var olan gerçekçi insan heykelleri meydana getirmişlerdir. Ancak İmparator Augustus, bu tarzı görmezden gelip yöneticilerin idealize edildiği güçlü görünen, yakışıklı portre heykeller ürettirmiştir. Roma halkı bu dönemde “sanatı, sanat için görme“nin yanında propaganda aracı da yapan bir dönemin içerisinde bulunmuştur.
Roma’da Yunan etkileri, edebiyatta da kendini göstermiştir. O yıllarda edebiyat, Yunan edebiyatının devamı olarak görülmüştür ve oluşan etkiden dolayı Roma edebiyatı şimdilerde en parlak dönemi olarak andığımız Klasik Dönem’e girmiştir. Bu dönemdeki parlamanın nedeni, adeta birer yıldız haline gelen yazar ve şairlerdendir. Kendilerini en iyi ifade edebilecekleri eser türleriyle yüksek bir edebiyat icra etmişlerdir. Bu ürünlerin sahipleri; Çiçero, Plautus, Vergilius gibi önemli isimlerdir.
Kaynakça
- Dr. Eren Karakoç, Antik Roma Tarihi, 2014
- Siyak&Sibak Kültürel İçerik Platformu, Antik Roma Mimarisi, https://siyaksibak.com/antik-roma-mimarisi/
- Tarihli Sanat, Roma Sanatı ve Mimarisi-Etrüksler, https://www.tarihlisanat.com/roma-sanati/







