Leos Carax imzalı film ilk kez Cannes Film Festivali‘nde açılış filmi olarak seyirciyle buluştu. Sparks‘ın şarkılarıyla, Carax‘ın ironisi birleşince ortaya Annette çıktı.
Başrollerinde Adam Driver, Marion Cotillard, Simon Helberg gibi oyuncular rol almıştır. 2 saat 20 dakikalık bu müzikal/dram filmini, izleyiciyi ve film yazarlarını ikiye bölen fikirlerinden arınarak izledik. Bu deneysel film için çok şey söylemek mümkün, ama salondan ayrıldıktan sonra filmi sessizlikle sindirmek de normal karşılanabilir. Filmi izleyince seyirciyi neden ikiye böldüğünü anlamak zor değil. Böyle bir filmi ya çok seversin ya nefret edersin. Ortası diye bir şey pek mümkün görünmüyor. Biz beğenen taraftayız.
Görüntüde bir aşk filmi, ama alt metninde karanlıklar yatıyor.
Bu filmde muazzam bir oyunculuk söz konusu. Marion Cotillard ve Adam Driver ikilisinden inanılmaz bir uyum çıkmış. Yatak sahneleri, mükemmel iki oyuncuyu izlediğimize dair fazlasıyla referans sağlıyor. Marion Cotillard harika bir kadın, muhteşem bir oyuncu; Adam Driver‘ın yükselen yıldızı seyircinin gözlerini bu filmde de kamaştırmayı başarıyor. Son dönemde filmlerin aranılan erkek oyuncularının başında geliyor kendisi, zaten çok iyi yapımlarda sık sık izleme fırsatımız oluyor. Brad Pitt, Johnny Depp, Orlando Bloom ve diğer bütün çok yakışıklı erkek oyunculara nazaran Adam Driver bebeksi ve kusursuz yüz hatlarına sahip değil. Yakışıklı erkek oyuncu çehresi değişiyor mu yoksa?
Adam Driver filmdeki görünürlüğü en çok olan kişi aynı zamanda. Filmde çok sevilen bir komedyeni oynuyor. Sahne performansı alışık olduğumuz bir komedyen gibi değil. Bir komedyene göre fazlasıyla sert mizaçlı, ama seyirci ona bayılıyor.
Marion Cotillard opera sanatçısı rolünde. Muhteşem soprano sesiyle rolünün hakkını vermiş. Hayranlıkla izletiyor, dinletiyor kendisini.
İki sanatçı, iki performans sanatçısı… Güneş ve Ay olmak gibi zıt iki sanat anlayışı… Büyük bir aşk… Evlilik… Doğum… Kıskançlık… Hüsran… Ölüm…
Bu iki aşığın filmdeki ilk konuşmalarına şahit oluyoruz.
”Gösterin nasıl geçti?” diyor Ann, ”Öldürdüm onları, tek tek mahvettim, katlettim.”
”Aferin.” diye cevap veriyor Ann.
”Peki senin sahnen nasıldı bu akşam?” diye soruyor Henry.
”Bense kurtardım onları.”
Carax, çok aşık olan, tutkulu bu çiftin birbirlerini çok sevdiğine ikna ediyor bizi. Tutkulu geçen sahnelerden sonra fazlasıyla ikna oluyoruz. Ama! (Çünkü hep bir ama vardır.) Zaman ilerledikçe ikili arasındaki sorunları gözlemliyoruz. Ann her gün seyircisi için sahnede ölüp devleşirken, Henry öldürdüğünü söylediği seyircileri tarafından artık komik bulunmamaya başlıyor. Biri kariyerinde yükselirken, diğeri düşüşe geçiyor. Ortaya ilkel bir kıskançlık hissi çıkıyor.
Ve Annette…
Bu iki aşığın çocukları Annette… Doğduğu andan itibaren Annette’in görüntüsündeki farklılıkları gözlemliyoruz. Normal bir çocuk görüntüsünde olmaması seyirciyi şaşırtan ayrıntılardan biri olmalı, film ilerledikçe ve çocuk büyüdükçe, Annette’in kukla görünümlü sahte bir oyuncak bebeğe benzediğini söylemek kolaylaşıyor, ancak filmin finalinde gerçek bir kız çocuğu olarak izleyebiliyoruz onu; çünkü anne ve babasının medyatik ilişkilerinde kukla olmak zorunda kalan bir çocuktu. Yönetmenin, filmin finalinde bunu seyirciye kavratma şekli nefis!
Burada bakış açıları devreye giriyor. Kimisi Annette’in ”özellikle” babasının tutsaklığından kurtulduktan sonra gerçek bir insan görünümüne kavuştuğunu da söyleyebilir. Tek bir gerçek yok. Yoruma açık bir konu.
Annette’in doğumundan bir süre sonra rüya gibi bir gerçeklikte, okyanusun ortasında, dalgalar devleşirken izleriz bu aileyi. Ve hiçliğin ortasında Ann’in korku dolu bakışlarıyla Henry’nin umursamazlığının eşlik ettiği bir dans sahnesiyle Ann yaşama veda eder. O artık filmin kalanında Henry’e musallat olacak bir hayalettir.
Henry, Annette’i de yanına alıp sandalla gemiden uzaklaşır. Çok sevdiğini söylediği karısı Ann’i öldürmüştür. Basit bir sorgulamadan sonra suçlu bulunmaz, serbest bırakılır. Bir gece tesadüfen kızının şarkı söyleyebildiğini öğrenir ve kızını sahneye çıkarmaya karar verir. Ancak o sadece bir bebektir. Anlarız ki Henry Annette’i de sevmiyordur. Onu sömürüp, üstünden para kazanmayı istiyordur. Ann de kıskanmasına sebep olan özellik, Annette de heyecan verici bir para makinesi görüntüsünü alır.
Sanat canavarlaştırır mı?
Bir sanatçı genelde sanatıyla var olur. Sanat diğer işlere benzemez. Sabah 8 akşam 5 çalışma saatleri sanatçı için geçerlilik arz etmez. Sanatın saati olmadığı gibi ilhamın da nereden ve ne zaman geleceği bilinmez. Sanatçı 24 saat boyunca sanatçıdır. Uyurken bile ruhunda sanat filizleniyordur. İşte hal böyle olunca, başarısızlık insanın gözünü kör edebilir. Sanatçıyı canavara, bir aşığı korkunç bir katile dönüştürebilir.
Film bütün bunları şarkılarla anlatma yolunu seçmiş. 2 saat 20 dakika boyunca pek çok tuhaflığa da tanıklık ederiz. Anlamlandırılamayan sahnelerle dolu, kişilik analizi yapmanın zor olduğu, enteresan bir film Annette. Üstelik bunları normal diyaloglar eşliğinde de yapmıyor, müzikal olarak sunuyor.
Ama sinemanın büyüsü de burada başlamıyor mu zaten?
Sinema mucizelerle dolu bir evrendir. Bir filmi izlerken, gerçekte olamadığımız insanlarla arkadaş oluruz. Gitmediğimiz şehirlerde, yaşamadığımız aşklara, dostluklara, düşmanlıklara eşlik ederiz. Bazen o çok merak ettiğimiz beyaz pamuktan bulutlarla kaplı, mavi gökyüzünün ötesindeki uzayda gezeriz. Bazen sadece hayalini kurduğumuz fantastik diyarlarda yol alırız. Bazen distopik bir gelecekte buluruz kendimizi. Çünkü sinema sonsuzlukta çağlayan bir rüya gibidir. Hayal ettiğimiz her şeydir.
İşte o büyü bir yönetmene istediğini yapabilme gücünü verir. Bir hikayeyi olabildiğince gerçek bir şekilde de anlatabilir ya da aynı hikayeyi sol eliyle sağ kulağını tutarak da anlatma yolunu seçebilir.
Annette; absürtlükle süslenmiş, müziğin ritmiyle renklenip, oyuncu performanslarıyla şiire dönüşmüş nefis bir film.