Her insanın içinde bir anne yaşar: Onu dünyaya getiren, büyüten, koruyan ve öğreten annesi. Belirli bir yaşa gelene kadar annelerimizin, bizden bağımsız bir insan olduğunu kavrayamayız bile, o kadar bağlıyızdır onlara. Yazar Şermin Yaşar‘ın kurucusu olduğu Anne Müzesi ise Ankara‘da ziyaretçilerine; annelerin ve bebeklerin kullandıkları eşyaları, ünlü sanatçılardan anne tablolarını ve daha birçok eseri sunuyor. Ben de, yine Şermin Yaşar’ın kurucusu olduğu, Kelime Müzesi‘nden çok etkilenmiş bir ziyaretçi olarak 30 Nisan 2024’te kapılarını açan Anne Müzesi’ni de büyülenerek gezdim. Gelin bu ziyarete beraber çıkalım.
Anne Müzesi Nerede Bulunuyor?

Türkiye’de bir ilk olan Anne Müzesi’ne ulaşım gerçekten çok kolay sağlanabiliyor. Biz öncesinde Ankara Kalesi‘nde olduğumuz için buradan Ulucanlar Caddesi‘ne çıkıp, Salaş Sokak‘a döndük. Yürüyerek gitmemize rağmen yol yaklaşık 10-15 dakika sürdü. Bu nedenle Ankara Kalesi’nde yer alan Kelime Müzesi’ni ziyaret ettikten sonra kısa bir yürüyüşle Anne Müzesi’ne de ulaşabilirsiniz.
Her Ankaralı gibi bir yere ulaşmak için Kızılay‘a geldikten sonra ise ulaşım yine çok kolay sağlanabiliyor. Kızılay’dan 338, 353, 357, 361 gibi hatlara binerek (başka hatlarla ulaşım da mümkün) Ankara’nın tarihi yapılarını gördüğünüz 10 dakikalık bir otobüs yolculuğundan sonra Talatpaşa Bulvarı‘nda yer alan Cebeci durağında inebilirsiniz. Ardından önce Kestane Caddesi‘ne oradan da Salaş Sokak‘a dönerek yapacağınız kısa bir yürüyüşün ardından Anne Müzesi’ne varabilirsiniz.
Anne Müzesi Turu
Giriş ve Avlu
Anne Müzesi’nin yolunu gösteren tabelaları takip ettikten sonra annem ile birlikte ana girişe ulaştık. Müzede klasik bir tabela yerine, “anne müzesi” yazan üç boyutlu bir yapıya yer verilmiş. Bu yapının üzerindeki “Bu müze; Anadolu’nun gelmiş, geçmiş ve gelecek tüm annelerine hürmeten kurulmuştur.” yazısını görünce hemen duygusal bir ruh hâline bürünmemek elde değildi. Girişte, bu yazıya bakakalırken ön tarafındaki zeytin ağacı dikkatimi çekti. Doğduğumdan beri Ankara’da yaşamama rağmen daha önce dışarıda hiç zeytin ağacı görmemiştim. Ancak zeytin ağacının bereket, bolluk ve barışı temsil edişinin annelikle ne kadar örtüştüğünü düşününce daha müzeye girmeden iç kısmın ne kadar ince ayrıntılarla hazırlanmış olduğunu anlamış oldum.
Sağ taraftaki kapıdan, eski bir Ankara evinin avlusuna girdik. Avluda yer alan süs havuzu ve eski çocuk oyuncaklarının yanı sıra beni en çok etkileyen ise çamaşır ipine serilmiş bebek kıyafetleri oldu. Oyuncaklara ek olarak bu kıyafetlerin asılmış olması ziyaretçiye doğduğu evde hissettiriyor.
Müzenin girişine doğru ilerledikçe duvarlara yazılmış olan “anne söylenişleri” insanın keyfini yerine getiriyor. Bu yazıları okuyan her ziyaretçinin yüzünde istemsiz bir gülümseme yakaladığımı söyleyebilirim. Bu gülümsemenin ise müzenin ana girişinin solunda yer alan kurallara baktıkça ufak kahkahalara dönüştüğüne tanık oldum. Bu kurallar, sanki müze bir anneymiş ve ziyaretçileri de onun çocuklarıymış gibi yazılmış. Müzenin seslenişi gişenin sağında, annelerin çocuklarına seslenirken kullandığı sıfatlarla bezenmiş duvarda, devam ediyor.
Gişede ise camın altında Şermin Yaşar’ın kitaplarıyla birlikte “Annem’e” yazan bir mendil de satılıyor. Müze, pazartesi günleri hariç her gün 10.00-17.00 arasında açık. MüzeKart geçerli olmamakla birlikte 2025 yılında giriş fiyatları; tam 150, öğrenci 100 TL şeklinde. Müze ziyareti ise ortalama yarım saat sürüyor.
Ana Bina, Zemin Kat
Gişeden sola dönünce müzenin ana kısmının zemin katından ziyarete başladık. Bu katta tarihsel ve toplumsal açıdan annelik ele alınmış. Erken Tunç Çağı’ndan kalma (orijinali Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde olan) anne heykelciklerinden, savaş dönemlerindeki anne ve çocuk dramlarına kadar genel bir sunum söz konusu. Ancak bu katta dikkat çeken birçok eser ve sunumun dışında ziyaretçileri büyük bir sürpriz de bekliyor.
İlk olarak duvarda Şermin Yaşar’ın bir yazısı ve metalik parçalardan oluşturulmuş hamile bir figür yer alıyor. Şermin Yaşar’ın bu yazısı ise ziyaretçiyi rahatlatan bir nitelikte bence. Çünkü ister anne olun, ister bir anne adayı, ya da bir çocuk… Bu müzede sizi baskılara veya kalıplara sıkıştıran bir durum yok: Siz bu müzeden ne istiyorsanız onu kendinize katıp hayatınıza devam ediyorsunuz. Ayrıca müze ziyaretiniz boyunca size eşlik edecek beyaz sabun kokusu da burnunuza çalınıyor ve atmosfer daha da içten bir hâl alıyor.
İlk kısımda sergilenen eserler, özenilmiş ve fazlasıyla dikkat çekiyor. Bu eserlerden ilki ise “ana yüreği” olarak karşımıza çıkıyor. Camdan anne figürü, sanki erimeye karşı koyan bir buzdan yapılmış gibi duruyor. Ancak bu eserde öne çıkan nokta, annenin kalbi. Kanayan bir kalp, deyimi somutlaştırarak anaların yüreğinin kan ağladığını göstermiş. Gerçekten de çocuğunun tek damla göz yaşıyla bir annenin kalbinin acıdığı maddeleştirilmiş. Bu eseri geçince sol tarafta onlarca anne ve çocuk fotoğrafının çerçevelendiğini gördük. Ne yazık ki detaylı inceleyecek bir vaktim yoktu.
Girişin tam karşısında, “ana yüreği” eserinin arkasında, aynalar ile kaplanmış bir duvar ve ortasında “yüzleşme / anneye sorulmamış sorular… / ya vaktimiz olmadı, ya aklımıza gelmedi…” yazıları vardı. Aynaların her birinin içinde “En sevdiğin şarkı ne?”, “Sahi iyi misin anne?”, “Anne kaç gece uykusuz kaldın benim için?”, “Sen neleri seversin?” gibi sorular yer alıyor. Aynalarda hem kendi yüzünüzü, hem de bu soruları görmek insana derin sorgulamalar yaşatıyor.
“annenin doyuramadığını dünya doyuramaz”
Sağ taraftaki odada ise savaş, kıtlık gibi durumlarda anneler ve çocuklarına dair eserler yer alıyor. Savaşlarda belirli bir sayıda çocuğu olan kadınlara verilen madalyalar, öksüzdoyuran kapları dahi var. Bunlar insanı derinden etkiliyor ve o zamanları yaşayan annelere duyulan saygıyı epeyce arttırıyor. Ancak bu odada yer alan son bölüm ise müzede en çok ilgimi çeken yer oldu.

Mustafa Kemal Atatürk ve annesi Zübeyde Hanım‘a dair, daha önce görmediğimiz parçalar da müze bünyesinde sergileniyor. Zübeyde Hanım’ın çerçevelenmiş fotoğrafı dışında kullandığı seccade cam çerçevelerin ardında görülebiliyor. Aslında Ankara Cumhuriyet Müzesi envanterine kayıtlı seccadesi ilk defa ve geçici süreliğine Anne Müzesi’nde sergileniyor.

Bundan tam 144 yıl önce, ne kadar önemli bir adam olacağı bilinmezken Mustafa Kemal Atatürk; burada sergilenen zıbını ve şapkayı takıyordu. Düşününce bile tüylerim diken diken oluyor. Bu bebeklik eşyaları da Cumhuriyetimizin 100. yılında Kültür Bakanlığı himayesinde, ilk defa sergileniyor.
Öğrenci olması gereken yaşlarda anne olan kadınlar da unutulmamış.
Ana Bina, Üst Kat
“al duvaktan kundağa”
Genellikle Avrupa’daki müzelerde gördüğümüz, merdiven çıkarken dahi sanat eserlerinin sergilenmesi sitemi Anne Müzesi’nde de uygulanmış. Onlarca kuş, bir bindallı ve kırmızı duvak ile bir kadının annesinden ayrılışı nedeniyle ağlaması beklenen “kına gecesi” geleneğine dikkat çekiliyor. Zaten karşıdaki sandıkta çeyiz ve sol tarafta da yeni anne olma durumuna dair eserler mevcut. Ancak ben bu kısma en son uğradığım için buraya daha sonra değineceğim.
Merdivenden çıkarken örgü bir paspasın duvar kenarına serildiğini gördüm. “çok yorulan anneler burada soluklanabilirler…” yazısının yanına, anneler için yapılmış bir müzede onların bu açıdan da düşünülmesi çok hoşuma gitti. Paspasın hemen sağ çaprazında ise toplumumuz için önemli motiflerden elibelinde, bir kilime işlenmiş şekilde asılıydı.
Yan taraftaki odada ise İbrahim Balaban, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Fikret Otyam, Abidin Dino, Ali Demir, Mustafa Aslıer ve Erol Özden gibi birçok ünlü Türk ressamın anne temalı tabloları sergileniyor. Hepsi Anadolu anneliğini, mücadeleci kadın ruhunu yansıtan eserler olarak izleyiciyi büyülüyor. Bunların dışında; camların ardında Anadolu kadınlarına, annelere ve bebeklere özgü eski eşyalar sergileniyor.
Bu odada aynı zamanda ünlü yazarımız Sait Faik Abasıyanık ve annesinin biblosu ve çerçevelenmiş fotoğrafları da sergileniyor. Sait Faik, para kazanma endişesi yaşarken annesi onu yüreklendirmiş ve oğlunun yazarlığı meslek olarak seçmesine destek olmuştur. Bunun dışında odada yer alan bir başka önemli eser ise siyasetçi kimliğinin yanında; gazeteci, şair, yazar ve çevirmen olan Bülent Ecevit‘in 14 Ocak 1943’te annesine imzaladığı, tercüme ettiği kitaptır.
“Yeni anne” temasının işlendiği odaya geçmeden önce bir çeyiz dikkatimi çekti. Bu çeyizin hikayesini, tur rehberi bir gruba anlatıyordu. Ben de diğer eserlere bakarken bir yandan da hikayeyi dinledim: Anadolu’da yetim kızlar evlenecekleri zaman, onlara bakan aile damadın ailesine yarım bir elma gönderirmiş. Damadın annesi ise geline bir tam elma gönderir ve çeyizini tamamlarmış. Durumu el vermiyor olsa bile gerekirse kızının çeyizinden alır, gelinininkine eklermiş.
Katın son odasında, bir öncekine kıyasla daha küçük olmasına rağmen içerisinde birçok eşya sergileniyor. Müzenin kurucusu Şermin Yaşar’ın bebeklik eşyaları, lohusa şerbeti seti, eski bir yatak, Umay Ana figürünün heykeli, eski bebek kıyafetleri ve bebek arabası bu eşyalardan bazıları.
Ancak ziyaretçilerin en içine işleyen ise yine müzenin ve yaratıcılarının annelere seslendiği kısım bence. Sütü gelmeyen ve emziremeyen annelere yalnız olmadıkları anlatılmış ve bu durumun eski zamanlardan beri süregeldiğini o zamanki biberonların örnekleriyle gösterilmiş.
İkinci Bina, Kafe ve Ziyaretçi Defteri
İkinci binadaki sergi alanı ise tek kattan ve üç kısımdan oluşuyor. Girişte ilk olarak bir dikiş masası yer alıyor. Neredeyse her annede yer alan Singer dikiş makinesi ve kolalı okul önlüğü kıyafet mankeninde giydirilerek sergilenmiş. Hatta masanın altındaki terlikler ve sandalyenin arkasına asılı örgü yelek sanki bir anne çıkıp gelecek ve dikiş dikmeye devam edecekmiş havası yaratıyor. Dikiş makinesinin arkasında ise 1956 yılından 1995 yılına kadar her yılın Anneler Günü‘nün takvim yaprağı cam çerçevelerle asılarak sergilenmiş.
Sol taraftaki kısımda ise neredeyse her ülkeden anne figürleri ufak biblolar şeklinde hazırlanmış ve altında o dilde anne kelimesinin tercümesi yazılmış. Tüm tercümeler tek bir noktada birleşiyor, o da bebeklerin diline kolay gelişi. Bu koleksiyonu incelerken siyah perdelerin arasından iki kadının çıktığını gördüm ve hemen oraya geçtim. Simsiyah, karanlık bir odada bir beşik ve altı tane, tavana asılı kulaklık vardı. Kulaklıkları taktığımda hiç tanıdık gelmeyen bir dilden bir ninni dinliyor ve beşiğe bakıyordum. Müzenin interaktif bir deneyim sunmuş olması ise çok hoşuma gitti.
İkinci binadan da çıkınca tekrar avludaydık ve mamalinka ismi verilen kafede bir kahve içmek istedik. Müzenin yaşattığı deneyimi sindirmek ve daha iyi anımsamak için gerçekten işe yarayan bir yöntem bence. Kafede bile müze teması devam ediyordu: Masalar dantel örtülerle örtülmüş, peçetelik olarak ip ve tığ kullanılmıştı. Hatta masaların üstünde “anne müzesi” yazısı işlenmiş yeşil kitap kapağına sarılı kitaplar vardı. Etraftaki tüm ziyaretçiler, ben de dahil olmak üzere, bunları menü sandı. Ancak kapağı aralayınca hepsinin Şermin Yaşar’ın kitaplarından olduğunu gördük.

Müzeyle ilgili bana ilgi çekici gelen bir diğer nokta ise ziyaretçi defteri olmaması, ancak isteyenlerin tebeşir ile yere yazılar yazarak not bırakabilmesi oldu. Özellikle çocukların annelerine bir şeyler yazabiliyor oluşu müzeyi daha da anlamlı hâle getiriyor.
Anne Müzesi Nasıl Oluştu?

“Anadolu annelerinin biraz sırtını sıvazlamak istedim.”
Şermin Yaşar, Anadolu annelerine saygılarını sunmak ve bir selam göndermek amacıyla fikirler üretmeye başlamış. Ardından müze açmanın da bu yollardan biri olduğunu fark ederek Anadolu’nun annelik hikayelerini, anneliğin tarihini, annelere dair sanat eserlerini derleyerek bir kompozisyon oluşturmak istemiş. Sadece annesi olanlara değil; öksüz çocuklara, yalnız annelere ve anne olmak isteyen kadınlara da değinmek istemiş.
Türkiye’de tematik müzelerin sayısı gerçekten de çok az. Ancak Şermin Yaşar sayesinde Kelime Müzesi’nin ardından bir müze daha, Anne Müzesi de ziyaretçilerini kabul etmeye başladı. Hem duygusal yoğunluğu yüksek hem de kendinizi güvende ve sevgi dolu hissettiğiniz bu müzeyi mutlaka ziyaret edin!
Kaynakça
“Anneliğin sanat eserleriyle ve tarihi eşyalarla yorumlandığı ‘Anne Müzesi’ ziyaretçilerini ağırlıyor”. Anadolu Ajansı. Web. 04.02.2025