Albert Camus yalnızca yaşadığı dönemi değil kendisinden sonraki zamanları da etkileyen bir yazar-düşünürdü. Herhangi bir felsefe akımının temsilcisi olmayı tercih etmese de günümüzde araştırmacıları tarafından varoluşçu kabul edilmektedir. Edebiyat ve felsefe alanındaki hakimiyetini tiyatroda da göstermiştir. Kendisine ve çevresine yabancı, absürt karakterleri oyunlarına titizlikle yerleştirmiştir.
“Yanlışlık” oyunu da mutluluğu arayan ya da elindeki mutlulukla yetinmeyen, zamanın acımasızlığına yenik düşen ve bunu telafi etmek isteyen, kaderlerine yön verme arzusundaki karakterlerle örülü.
Martha ve annesi tenha bir köyde otel işleten, bulundukları ülkeden, coğrafyadan ve kaderlerinden bıkmış ve mutluluğu uzaklarda, deniz kenarında, güneşi bol bir ülkede arayan anne kızdır. Bu amaçlarını, ihtiyaç duydukları parayı otellerine gelen yalnız ve paralı müşterilerini uyutup nehre atarak gerçekleştirmek istemektedirler.
Bir gün müşterileri, seneler önce onları terk eden evin oğlu-abisi olduğunda durum içinden çıkılamaz bir boyut alacaktır.
Senelerdir uzaklarda olan ve kendisine eşi Maria ile hayat kurmuş olan Jan, babasının ölümünden haberdar olunca annesine ve kız kardeşine olan sorumluluklarını hatırlar. Onları yakından tanımak ve nasıl mutlu edeceğini öğrenmek için oteli ziyaret eder.
Ancak hayal ettiği sıcak karşılamayı bulamaz. O zamanlar küçük olan Martha’nın abisini tanımaması normaldir belki. Ancak annenin oğlunu tanımaması Jan için büyük bir üzüntü kaynağı olur. Bunu annesinin yaşlanmış olmasına ve görmeyen gözlerine yorar.
Sıradan bir müşteri olup çıkmıştır adeta. Annesine, kardeşine ve eskiden evi olan o otele yabancıdır.
Yine de umudunu yitirmez Jan. Kimliğini saklayarak amacını gerçekleştireceğine inanır. Oraya kadar birlikte geldiği eşi Maria’nın da Jan’ın orada kalmasına gönlü razı değildir. Havasında bile hüznün bulunduğu Avrupa’da mutluluğu bulamayacaklarının farkındadır. Evlerine, sıcak ve huzurlu topraklarına dönmek ve ellerindeki mutlulukla yetinmeleri gerektiğini söyler. Jan’ın ikilemler içinde kalması genç adamı dönüşü mümkün olmayan bir sona sürükler.
Martha ise hayaline -güneşe, denize ve mutluluğa- kavuşabilmesi için, garip garip sorular soran ve haddinden fazla işlerine karışan bu genç adamın icabına bakmaları gerektiğini düşünür. Annesiyle tek bir gece daha bu çileye katlanmaları gerekiyordur. Ancak annesi Martha kadar istekli değildir. Can almak onu yıpratmıştır. Geceleri rahat uyuyamıyordur. Kızına engel olmak istese de ne yazık ki bunda başarılı olamayacaktır.
Oyunun en vurucu karakteri ise kuşkusuz ihtiyar uşaktır. Oyun boyunca sessizdir, seslenildiğinde kimi zaman gelmez bile. Bu vurdumduymazlığı hikâyenin seyrini değiştirebilecek kadar güçlüdür. Jan’ın kayıt işlemleri sırasında kardeşine ısrarla pasaportunu göstermek istemesi ve Martha’nın tam bakacakken uşağın “sebepsiz yere” ortaya çıkıp buna engel olması absürttür.
Aynı şekilde, anne kızın Jan’ın bedenini odadan çıkarırken pasaportun yere düşmesi ve uşağın bunu saklaması izleyiciye/okuyucuya ilk bakışta önemsiz görünür. Ancak Camus büyük bir yazardır. Uşağa metaforik bir anlam yükler. Tanrı, kader kavramlarını temsil eder bu karakter. Oyun boyunca karakterlerin seçimlerine karışmaz, en azından karışmaz gibi görünür. Ancak onların gerçeğe ulaşmasına da engel olur. Sanki her bir karakteri zavallı sonlarına sürüklemek ister. Özgürlüğü hem verir hem kendi ellerinde tutar. Konuşmaz, duymaz, tepki vermez ancak her şeyin farkındadır.
Finaldeki son repliğin uşağa ait olması da önemli bir noktadır. Oyunu belki o açmamış olabilir ancak kapatacak kadar güçlüdür.
Maria büyük bir üzüntüyle sahnenin ortasında ağlıyordur. Biricik aşkını kaybetmiştir. Hem de ailesi tarafından para gibi bayağı bir konu yüzünden. Son bir çırpınışla yardım ister uşaktan.
Uşağın tavrı çok nettir:
“Hayır.”
Kısacık bir yanıt oyunun en güzel, en ustaca yanıtıdır.
“Seçimlerinizi siz yaptınız. Bu sizin kaderiniz. Katlanmak zorundasınız. Sizden sorumlu değilim.” mesajı veriliyordur sanki.
O zaman bir kez daha bilinen gerçeği yinelemek gerek: büyüksün Camus!