Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Poetikasına Dair

Selene Cabalar
Selene Cabalar
Dünya yanarsa önce edebiyatı kurtarmak gerek
spot_img

Şüphesiz ki Türk edebiyatı tarihinde yadsınamaz bir yeri olan Ahmet Hamdi Tanpınar yalnızca romancı kimliğiyle değil; şair ve edebiyat tarihçisi, tenkitçi yönüyle de bizlere hâlen yararlanabileceğimiz eserler bıraktı. Bıraktığı eserler yıllar geçse de eskimeden günümüze ulaşarak güncelliğini daima korudu ve “eskiye” dair eskimeyen şeyleri merak ettiğimizde daima başvuracağımız kaynaklardan biri haline geldi.

Ahmet Hamdi Tanpınar iki usta saydığı Yahya Kemal ve Ahmet Haşim‘den etkilenerek yetkinleştiği bir edebiyat yaşamı sürdürdü. 13 yaşında iken annesini kaybeden Tanpınar aynı acıyı yaşayan Haşim’in şiirleriyle acısına çare aradı. Bu yüzdendir ki onun ilk şiirlerinde Haşim’in etkisini görürüz. Paris’te ise Yahya Kemal ile hoca-talebe ilişkisi içinde bulunan Tanpınar, Haşim’in şiirleriyle öğrendiği estetik ve şairaneliğe hocası sayesinde tarihi kimlik ve şiir diline özen kazandırır. 1936 yılında ise Ağaç dergisi sayesinde Necip Fazıl ve Ahmet Kutsi Tecer sayesinde şairaneliğin kapalı ve felsefi yönünü keşfeder.

Fakat belirttiğimiz gibi Tanpınar ustalarından öğrendiklerini birebir uygulamak yerine yetkinleşmeyi tercih eder. Kendini “usta” eden de budur belki de. Yahya Kemal’den öğrendiği/gördüğü tarihi meseleleri şiirleri yerine fikir yazılarında/tenkitlerinde gösterir. Bu konuda Haşim’in çizgisine daha yakın olan şiirleriyle aşk ve estetik üzerine kurulu bir şiir dünyası yaratır.

“Şiirimde anlatamadıklarımı romanlarımda anlatırım” sözünü söylemesinden de yola çıkılırsa kendisi ve edebiyat yaşantısı hakkında araştırmalar yapan edebiyat tarihçileri ve okuyucusu olan bizler onun şiirlerinde içeriğini kısıtlı tuttuğu konuları düz yazılarında genişlettiğini görürüz. Fakat yine aynı okuyucular anlayacaktır ki içerik olarak daralttığı şiirleri zengin üslûp ve ifade cenneti taşır. Tanpınar, “Halbuki hakikî şiirin, asıl sanat eserinin
kendi varlığından başka bir hedefi yoktur. Kendisinde başlar, kendisinde biter. Bütün asaleti de buradan gelir. Ondan beklenebilecek yegâne şey, bizde bediî alâka dediğimiz ve hayatımızın maddî taraflarıyla gündelik endişeleriyle münasebettâr olmayan saf bir alâka uyandırmasıdır.” diyerek şiir hakkındaki görüşlerini özetler. Onun için şiir, gündelik problemlerle alakadar olmayacak, asaletini koruyarak gündelik yaşantıların sorunları ile ilgilenmeyecektir. Bu sözleriyle de yazarın, Haşim gibi saf şiir anlayışına bağlı olduğu ortaya çıkar.

Şiiri saran manevi havayı önemseyen ve belki de hep o hava içerisinde kalmak isteyen Tanpınar, şiirinde “gizem” duygusunu da önemser. Onun için anlam kapalı olmalıdır. Fakat bu kapanış yapay değildir. Sanatının içerdiği konuya göre havaya bürünen kelimeleri ses ve ahenk ile birleştirerek gizemi yaratır. Tanpınar belki de hayatı boyunca hep o gizem içinde yaşamak istemiştir, kelimelerle değil kelimelerin yarattığı havanın içindeki gizemde…

Tanpınar, şiirinin ana ögelerinden birinin de rüya olduğunu söylemektedir. “Güvercinlik denen deniz mağarasını gördüm. Bu mağara, suyun hücûmuyla açılıp kapanan aydınlığıyla benim için mühim bir şey oldu… Estetiğimin temeli olan rüyâ fikri, biraz da bu mağaraya bağlıdır” 

“Valery’nin ‘Velev ki rüyâlarını yazmak isteyen adam bile azamî şekilde uyanık olmalıdır.’ cümlesini ‘”En uyanık bir gayretle çalışma ile dilde rüyâ hâlini kurmak’ şeklinde değiştirin benim şiir anlayışım çıkar.” şeklinde şiirlerinde rüya motifinin önemini de anlatan Tanpınar, rüyalarda yaşamayı ikinci bir hayat/şans olarak görür. Şiirlerindeki rüya ögesi de belki şairin ikinci bir hayat umududur, uyku ile uyanıklık arasındaki hayat yolculuğunda daima rüyada olmayı istemiş ve şiir yazmıştır, şairaneliğinin rüyasında bir yerlerde…

Tanpınar’ın şiirinde zaman ögesi de önemli yer tutar. Bu anlamda Bergson’dan etkilenen yazar yaşadığı anın değerini anlamak isteyen bir zaman ögesini okuyucuya sunar. Kendisi geçmişe dönmez, geleceğe gitmez, ütopik kurgular oluşturmaz. Yalnızca içinde bulunduğumuz ana yolculuk eder, kıymetini anlamadığımız ve hayat koşuşturmacası içerisinde sıkça ihmal ettiğimiz an onun şiirlerinin kıymetli bir unsurudur. Bu anlamda musikiye de önem veren yazar şaire bazen hayatın acı bazen de tatlı taraflarını hissettirir, aynı gerçek hayat gibi.

“Görünmezsen ne çıkar, ben seni kendimde taşıyorum…” cümlesini Tanpınar’ın şiir anlayışına uyarlarsak yazar, görünmezin kapılarını şiire taşımıştır. Her insanın içinde barındığı an, hayat, zaman, rüya gibi ögeleri şiir diline yerleştiren ve kendisinden sonra gelen yazarlara bu anlamda örnek olan, etkilenen fakat kesinlikle taklit etmeden yetkinleşen yazarın poetika dünyası ‘şiir, rüyaların çocuğudur’ cümlesi üzerine kurulur. “Beni şahsiyetime götüren şey, musikidir.” cümlesi ile de hayatın gerçeklerinden çok “kendi” gerçekleri ile şiirini bağdaştıran yazar bu anlamda kendi acılarını duyarak insanların ızdıraplarına çare olmayı ister. Çünkü onun için insanın özü yani kendisi tüm insanlarla aynıdır. Tanpınar için “anlaşılamamanın” asıl meselesi insanların başkalarının özünü görmeye çalışmasıdır, kendi özünü fark etmeden önce.

    “Şiir, hiçbir davayı ispata müsait değildir.”

Kaynakça:

Orhan Okay, Sanat ve Edebiyat Yazıları, Dergâh Yayınları, İstanbul 1990

Mehmet Kaplan, Edebiyatımızın Bahçesinde Dolaşırken, Dergâh Yayınları, İstanbul 2014

Kazım Çandır, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Şiir Hakkındaki Düşünceleri, Karatekin Edebiyat Fakültesi Dergisi (KAREFAD) 1(1): 185-200

    

 

   

 

spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

spot_img

Söylenti Aylık Frekans

Söylenti Müzik Frekansı ile sonbaharın gizemli, esintili ve en sevilen zamanlarına, Ekim ayına hoş geldiniz! Önerilerimiz sizin için hazır.

Valide-i Muazzama : Mahpeyker Kösem Sultan

Naib-i saltanat unvanıyla Osmanlı İmparatorluğu'nu yaklaşık 30 yıl yöneten Mahpeyker Kösem Sultan, attığı adımlarla hanedanın kaderine yön vermiştir.

Hafıza Mekanları: Anıtların Psikolojik ve Toplumsal Etkileri

Anıtlar, toplumsal hafızayı korur ve kimliğimizi inşa eder. Kolektif hafıza ve kültürel aktarımın dönüştürücü gücüdür.

Eşeği Saldım Çayıra – Kazak Abdal | Şiir İncelemesi

Kazak Abdal hayatı ve bilinen şiirlerinden olan Eşeği Saldım Çayıra eserinin incelemesi.

Twinless Film İncelemesi: İki Yalnız, Bir Kayıp

Başrolde Dylan O'Brien'ın yer aldığı kayıp, yalnızlık, bağ kurma arayışı, yas süreci üzerine dokunaklı bir film olan Twinless film incelemesine göz atın.

Alice in Borderland 3. Sezon İncelemesi: Neden Beklentiyi Karşılayamadı?

Alice in Borderland dizisinin 3. sezonun her oyununda Chishiya'nın zekâsını arayıp, Aguni'nin fedakârlığını andık diyebilirim. 

Evrensel Duygular: Anlamadan da Hissedeceğiniz 8 Şarkı

Dili fark etmeksizin ruhunuza dokunan, evrensel duygusal taşıyan 10 şarkıyı keşfedin. Melodik parçalarla hazırladığımız liste, her anınıza eşlik edecek!

Viktoryen Dönemde Kadın İmgesi: “Evdeki Melek”

Viktoryen dönemde ‘Evin Meleği’ ideali, kadını fedakâr ve itaatkâr bir role hapsetti. Gilman ve Woolf bu miti sorgulayarak özgür kadının sesini aradı.

Jane Austen ve Aşkın Sosyal Eleştirisi

Jane Austen, romanlarında aşkı sadece romantik bir duygu olarak değil; statü ve kadınların konumu üzerinden ele alarak dönemin evlilik anlayışına eleştirel bir bakış atar.

Shirley Jackson’ın Amerikan Gotik Edebiyatındaki Yeri

Shirley Jackson, Amerikan gotiğine modern bir ses getirmiş ve kalıcı bir iz bırakmıştır.

Editor Picks