Bir teknenin içinde ya da bir ağacın altında… Kendinizi mavinin hürriyetine ya da toprağın bereketine ait hissettiğiniz oldu mu hiç? Toprak insanı ya da deniz insanı her ne iseniz bu kitap sizin için bir yol gösterici olabilir. Ancak buram buram deniz kokan bu kitap, denizi gerçekleriyle öyle bir anlatıyor ki… Bir balıkçının sizi deniz insanı olmaya ikna ettiği o anda bulabilirsiniz kendinizi. O halde sizi deniz tuzu kokan cümlelerin kitaba davet edeceği alıntılarla baş başa bırakıyoruz:
- “Rahmetli babamı andıkları vakit, “Nur içinde yatsın” veyahut “Toprağı bol olsun” demezlerdi. Çünkü, babam denizde boğulmuştu. Zaten boğulan yalnız o muydu? Soy sopumuzun erkeklerinin çoğu, denizde kalmıştı.” (7.sy)
- “Annem, “Ne olacak, toprak insanı topraktan, deniz insanı da sudan yaratılır. Topraktan olanlar toprağa dönerler, sudan olanlar akıp denize karışırlar” derdi.” (7.sy)
- “Babam, kaybolan oyuncak kayığımın yerine bana bir kuzu aldı. Fakat ne edeyimdi ben onu? Budala, denizden hiç hoşlanmıyor, boyuna ot yiyordu.” (12.sy)
- “Bense yutkundukça, dilimi damağımı zımpara kâğıdından sanıyordum. Ocak keyfi hülyasıyla değil, geride bıraktığımız deniz serinliklerinin hatırasıyla hayalen gargara ediyordum.” (15.sy)
- “Kendimi dünyada bir sığıntı, bir çile çekici değil, beklenen bir misafir, dünyayı da cennet sanırdım. Gördüklerimi aç bir süngerin suyu içtiği gibi, hep içime çektim.” (17.sy)
- “Sirnos ve öteki adalar uzaklaştıkça, maviler de şekerler gibi eriyorlardı. Deniz, baştan başa masmavi bir gülüştü. Biz de gülüşüyor, şakalaşıyor ve türküler söylüyorduk.” (22.sy)
- “Göklerin beyaz parçasına sarılı denizciyi, bağrının zindan karanlığına çekmeyince denizin susayışı kanmayacaktı. Kardeşimi denize attık. Üzerine deniz kapandı.” (24.sy)
- “Öyle bir sükûta daldılar ki, düşündüklerimi işitecekler diye korktum.” (24.sy)
- “Yüreğim daraldı. İçeriden dışarıya bakınca, açık duran kapı geceyle çerçevelenmiş dört köşeli bir gündüz parçasıydı.”(26.sy)
- “Birisinin törpü gibi ince ve sivri sesi, ötekinin kalın kalın homurdanması, bende sessizliğe karşı öyle bir özleyiş uyandırdı ki, çoban olarak bir başıma gezerken duyduğum sessizliği hatırladım. Dağda taşta insanların sahtekârlığı yoktu. Dağ taş yalan söylemiyor, ben katıyım diye doğrusunu söylüyordu.” (45.sy)
- “Benim öğrendiğime göre bilgi başta olur. Bize ise bilgiyi sopayla tabanlarımızdan tıkıyorlardı.” (49.sy)
- “Hocanın her vurduğu yerde bir gül bitecek iseydi, bu gidişle aradan çok geçmeden tepemden tırnağıma kadar güllük gülistanlık kesilecektim!” (50.sy)
- “İnsan keşfetmek, öteye varmak, yeniye açılmak özleyişiyle ceviz kabuğu kadar bir tekneye biner, iki buçuk arşın bez parçasıyla göklerin rüzgârını çalar da, elâlemin muhakkak “ölümdür, deliliktir” diye bağrışıp ayak diremelerine kulak asmadan açılıp gider ve yeni dünyalar, yeni âlemler bulur.” (52.sy)
- “İyi ama ben parayı görünce, yaradılıştan öz düşmanı olan bir hayvana rastgelen bir başka hayvan gibi, tüylerim nefretle diken diken oluyordu. Benim özlediklerim, hiç de onların özledikleri değildi.” (52.sy)
- “Anladım ki denizde gezen çok kara insanı ve karada gezen de çok deniz adamı vardır.” (57.sy)
- “Gördüğüme nasıl inanmazdım ki; gördüğüm güzellikler, bu dünyayı habis bir ruhun yaratmadığını bana, göz göre göre doğruluyordu.” (64.sy)
- “Aklım fikrim, dalganın birine konmayı tasarlarken kanat üzerinde savsalayıp başka bir dalganın üzerinde çark eden ıssız martı gibi dalga geçiyordu.” (82.sy)
- “Akdeniz’in en büyük fırtınası ve en kuvvetli rüzgârının adı Provezza’dır. Denizdeki yelkenlilerin ve içlerindeki denizcilerin mukadderat ve canları bu fırtınalar imparatorunun elindedir.”(87.sy)
- “Elvedalar bile salon mobilyaları gibi, ancak dünyalığı yolunda olanların kendilerine peşkeş çekebilecekleri bir lükstür.” (117.sy)
- “Felaketin bazen kendine ait bir havası vardır. Onun yaklaşmakta olduğunu insan yüreğinde soğuk soğuk duyar; şen ve güneşli bir gün, güneşin üzerinden bir kara bulutun geçmesiyle, dünyanın benzinin solup kül oluvermesi gibi.” (125.sy)
- “Sessiz toprak sesli denize benzemiyordu. Ona verdiğim emeğe, bin bir renk, bin bir güzel koku ve çiçekle cevap veriyordu. Sanki kendisine karşı gösterdiğim alâkadan dolayı bana şükran duyuyordu.” (138.sy)
- “Duygu, kayığın geçerken bıraktığı, en küçük bir izi bile kıskanarak, onu hemen dümen suyunca örtüp yok eden yüreksiz denizde değil, asıl toprakta vardı.” (139.sy)
- “Sineğin biri işi yolunda giden bir tacir gibi ellerini oğuşturuyordu.” (156.sy)
- “ Nitekim ki deniz de bağrına atılan taşı unutur ama o taş yine oradadır ve oradan bir daha çıkmaz.” (159.sy)
- “Rüzgâr ve havanın nasıl olacağını bu köylülere deniz diliyle anlattım. Anlamadılar. Deniz dilini kara diline tercümeye kalkıştım, herhalde onu da galiba ben beceremedim, köylüler ne dediğimi yine hiç anlamadılar.” (164.sy)
- “Kumlara yan geldim ve başımı çocukluk hatıralarımın dizine yasladım.”(168.sy)
- “Hiç koskoca çınarın tepesi, rüzgârda gürleye gürleye, gökte uçan bir bulutun hayatını yaşarken, ta aşağıdaki toprağa abanmış uyuz ayrıkotuna eğilip bakar mı?” (172.sy)
- “Denizinde de karasında da hayat insanın üzerine bin bir musibet yağdıran bir kazalar belalar şelalesi idi. Bu neden böyle oluyordu, aklım ermiyordu. Amma bu böyle olagelmiş ve böyle de olagidiyordu.” (181.sy)
- “Fenere baktım “Kayığın pruva direğinde vardiyapruva feneri olarak, yıldızlar arasında yıldızken, gelip de böyle şeyleri mi aydınlatacaktın?” diye düşündüm.” (182.sy)
- “O zamana kadar sevginin ne kuvvetli şey olduğunu sevmekle anlamıştım. Fakat bu sıralarda merhametin sevgiden kat kat kuvvetli olduğunu duydum.” (184.sy)
Halikarnas Balıkçısı, Aganta Burina Burinata, Bilgi Yayınevi, 2015.