Türk polisiyesi denildiğinde akla ilk gelen isimlerden birisidir Ahmet Ümit. Lise yıllarından beri neredeyse tüm kitaplarını okumuş; şehrimde düzenlediği imza günlerine katılmak için üstün bir çaba sarf etmiştim. Gerek kalemi gerek fikirleri gerekse duruşuyla birçok kişi tarafından sevilen ve beğeniyle okunan Ahmet Ümit‘i A’dan Z’ye incelemeye alıyoruz.
Aşkımız Eski Bir Roman ve Ahmet Ümit

“…mesleğini doğru yapmak için sadece akıl yetmez, aynı zamanda kocaman bir yürek gerekir.”
– Aşkımız Eski Bir Roman
2019 yılında yayımlanan Aşkımız Eski Bir Roman, tek kitapta üç farklı Başkomiser Nevzat hikâyesi aktarıyor. Ahmet Ümit’in diğer kitapları gibi polisiye odaklı olmasına rağmen okuduğunuz zaman, kitaptan başka bir tat alıyorsunuz. Türk polisiye dünyasında çıtayı yükseltti diyebilirim bu kitapla.
Başkomiser Nevzat katillerin peşine düştüğü zamanlarda sadece keskin zekasıyla değil, parçalanmış yüreğinin getirdiği bilgelikle de işini yapıyor. Özel hayatında yaşamaktan bıkan bir adamken profesyonel hayatında işine sıkı sıkıya bağlı bir profil çiziyor. Sadece “Katil kim?” sorusunun cevabını bulabileceğiniz kitaplar değildir Ahmet Ümit’in kitapları. Katilin dünyasını, geride kalanların ruh hâlini, dünyada -özellikle ülkemizde- adaletin korunmasının ne kadar zor bir olgu olduğunu da öğreniyoruz. Hayat dersleri çıkarıyor, gözümüzün önündeki perdeyi bir tık daha aralıyoruz.
“(…) Tutkularının esiri olanların zihinleri sadece bir hedefe kitlenmiştir; arzularını hayata geçirmek.”
Girişte Ahmet Ümit; okuyucularını, etkileyici ve derin bir anlama sahip cümlelerle karşılıyor. Bu cümlelerden birisi de yukarıda yer verdiğim alıntının ta kendisi. Öyle bir cümle ki sadece katillere ithaf edilerek sınırlayamayız. Çünkü tutku her yerde ortaya çıkabilir; bir ilişkide üstünlük kurma, topluluk içerisinde göze çarpma, her zaman haklı olma çabası ve daha nicesi.
Tıpkı Aşkımız Eski Bir Roman‘da da olduğu gibi, Ahmet Ümit’in neredeyse her kitabı hakkında dile getirdiğimiz düşüncelerimizi bir araya getirsek sanıyorum ki ortaya yeni bir kitap daha çıkar.
Başkomiser Nevzat

Başkomiser Nevzat karakteri, o kadar popüler hâle geldi ki bu gidişle fikir sahibini, yani Ahmet Ümit’i de geçecek. İşinde başarılı, etik ilkelere bağlı, kim olursa olsun asla doğrudan ödün vermeyen kısacası tam bir örnek karakter. Fakat herkes her alanda mutlu, başarılı olamaz. Başkomiser Nevzat için de geçerli, işinde başarılı fakat aynı şeyi özel hayatı için söylemek mümkün değil. Bir zamanlar mutlu bir aileye sahip olan Nevzat, failinin asla bulunamadığı bir patlamada eşini ve kızını kaybeder. Çevresi kalabalık olsa da kendi içinde yalnız, her daim hüzün dolu ve biraz da sessiz birisidir.
Başkomiser Nevzat ile ilgili elbette tek bildiklerimiz bunlar değildir. Kendisi, Osmanlı mutfağını ve Türk sanat müziğini pek sever. Bu yüzdendir ki sevgilisi Evgenia‘nın işlettiği meyhaneye her gidişinde rakı eşliğinde Müzeyyen Senar dinler, biz de eşlik ederiz kendisine.
Eski püskü, zaman zaman yolda bıraksa da ayrılamadığı bir de 58 model Renault marka arabası vardır. Hatta sırf bundan dolayı işe/olay yerine geç kalmışlığı bile vardır. Balat, İstanbul’da yaşayan Nevzat’ın yanında bir de Zeynep ve Ali karakterlerini duyarız sıklıkla. Zeynep, laboratuvar uzmanıdır ve olay yerinden elde edilen ipuçlarını inceler çoğunlukla. Komiser Ali ise Nevzat’ın yardımcısıdır, her zaman beraberlerdir bu yüzden.
Müzeyyen Senar’dan bahsetmişken kendisini anmamak olmaz. Ahmet Ümit’in Kırlangıç Çığlığı romanında geçen Bir İhtimal Daha Var‘ı armağan etmek istiyorum.
Çıplak Ayaklıydı Gece

“Seni tanımış olmak hayatımdaki en büyük ayrıcalıklardan biridir. Çünkü sen, yaşamı güzel o ender insanlardan birisin.”
– Çıplak Ayaklıydı Gece
1992’de yayımlanan Çıplak Ayaklıydı Gece, Ahmet Ümit’in ilk öyküsü olmasıyla apayrı bir yere sahip. Aynı yıl Ferit Oğuz Bayır Düşün ve Sanat Ödülü‘nü kazanan Ahmet Ümit, edebiyat dünyasına ses getiren bir giriş yaptı demek mümkün.
Çıplak Ayaklıydı Gece, 80 darbesi zamanını ve o dönem yaşayan gençlerin yaşam serüvenini konu ediniyor. Aldığı en büyük eleştirilerden birisi, içerisinde yer alan öykülerin hepsinin yarım kalması. Her öykünün sonunda kendinizi “Devamı nerede?” sorusunu sorarken bulabilirsiniz. Aslında her zaman yazılmış bir sona ihtiyaç duymayız. Bazı sonlar, yazılamayacak kadar acı verici olabilir çünkü.
Ayrıca kitap, hem o dönemin gençlerinin verdiği mücadeleyi okuyarak empati kurmanızı sağlıyor hem de her kesimden fikirlere saygı duyulabileceğini vurguluyor. Bugün dünyamız, yozlaşmanın da etkisiyle geri dönüşü olmayan bir çöküşe girmişken fikirlere ne derece saygı duyulabileceğini bilemesek de başka bir evrende mümkün olacağına inanıyoruz.
Bunun yanında kitabın empati duygusuyla da yazıldığını söyleyebiliriz. Yaklaşık on dört yaşından itibaren sol görüşü benimseyen ve bu yönde bir aktivist olan Ahmet Ümit, 80 darbesinden sonra profesyonel bir devrimci olarak çalışmış. Hatta “K. Yalçın” mahlasıyla ilk olarak Atılım dergisinde, daha sonra ise Prag merkezli Barış ve Sosyalizm Sorunları dergisinde yer almıştır. Takma adıyla kaleme aldığı bu raporlar, o zamanlar bilinmese de Ahmet Ümit’in edebiyat dünyasına girişinin ilk meyveleriydi.
Dünya Çapında Ahmet Ümit

Dünya çapında bakıldığında polisiye, edebiyattaki geleneksel anlatımın tam tersi bir anlatım tarzını benimsemektedir. Nasıl ki geleneksel bir romanda olaylar başından sonuna doğru ilerliyorsa polisiye romanlarında da sondan başa doğru olaylar aktarılır. Polisiye romanlarına özgü bir tarzdır üstelik. Agatha Christie, Edgar Allan Poe, Arthur Conan Doyle, Tess Gerritsen ve daha birçok önemli polisiye yazarları edebiyat dünyasına önemli eserler kazandırmıştır. Bizse şimdilik bir alt başlık açarak Ahmet Ümit’in yurt dışında da tanınmasını sağlayan kitaplara bakacağız.
1996’da yayımlanan Sis ve Gece, konusu ve ele alınışıyla yayımlandığı dönem çeşitli tartışmaların fitilini ateşlemiştir. Fakat bu kitabın yerinin ayrı olmasının başka bir sebebi var; yabancı dile çevrilen ilk kitap olması. Yunanistan’da yayımlanan kitap, yabancı dile çevrilen ilk Türk polisiye eseri olarak Türk Edebiyatında bir ilki başardı. Elbette sadece bununla sınırlı kalmadı, Ahmet Ümit’in kitapları günümüze kadar yirmiden fazla dile çevrilerek dünyanın birçok yerine ulaşmayı başardı.
Elveda Güzel Vatanım

“‘Ölüm, şehirlerimizi kaybetmekle başlar.’ Kim söylemişti bu cümleyi hatırlamıyorum, ne yazık ki doğru… Doğru, lakin eksik. Ölüm, şehirlerimizi kaybetmekle başlar, vatanımızı kaybetmekle neticelenir.”
– Elveda Güzel Vatanım
Klasik bir Ahmet Ümit anlatımıyla bu sefer tarihte yolculuğa çıkıyoruz. Genç delikanlı Şehsuvar Sami‘nin vatanı ve aşkı arasında kalmasına, yaptığı tercihe ve tercihini sorgulayışına tanıklık ediyoruz. Hatta kimimiz Sami’yle birlikte sorguluyor da olabilir. Elveda Güzel Vatanım ile birlikte İkinci Meşrutiyet Dönemi‘ni, İttihat ve Terakki‘yi, Birinci Dünya Savaşı ve Türkiye Cumhuriyeti‘nin ilk zamanlarını Sami’nin dilinden okuyor, onun gözünden eski sokaklarda dolaşıyoruz. Edebiyat dünyamızda tarihimizi anlatan kitapları göz önünde bulundurursak romanlarda anlatılan tarihin birçoğunun yanlı, taraflı ve öznel olduğunu söylemek mümkün. Aslında bu duruma tamamen yanlış demek de bir başka yanlış olur. Çünkü dünya üzerinde tarihi tamamen tarafsız, tüm çıplaklığı ile ele alan kaç tarihçi vardır ki? Doğru bildiğimiz birçok yanlışın virüs gibi yayıldığı bu dünyada ve de Türk Edebiyatında, Elveda Güzel Vatanım var olan boşlukları doldurmaya yardımcı diyebiliriz.
Yukarıda yer verdiğimiz görsel ise Elveda Güzel Vatanım için yapılan çizgi romandan bir kesit. Ahmet Ümit, Bartu Bölükbaşı ile beraber Elveda Güzel Vatanım – İttihatçıların Yükselişi adında bir çizgi roman çıkarmışlardır. Çizgi romana daha fazla bakmak isterseniz buraya tıklayabilirsiniz.
Hayallerle Dolu Bir Dünya

Zengin hayal dünyası, edebiyatın hatta sanatın her dalında vazgeçilmez bir unsurdur. Yaratıcılık yoksa yapılan şey sanat değil, kopya olur. Ahmet Ümit de gerçekleştirdiği bir röportajında bu konuya masallar üzerinden değiniyor. Küçükken annesinin kendisine sık sık masal anlattığını ve bu masalların -kendisi farkında olmasa da- yazarlığının üzerinde büyük etkisi olduğunu ifade ediyor. Üstelik bu farkındalığa çok sonraları ulaşmış. Hayal dünyasının zengin uyaranlarla beslenmesi ve beraberinde yaratıcılığın gelişmesi, çocuklukta bulunduğumuz ortamla birebir ilişkilidir. Hele ki ebeveynlerimiz, bu konuda birincil örnek kişilerdir. Ebeveynlerimizin genelde söylediklerini değil, yaptıklarını yaparız. Eğer ki bir evde kitap okunmuyorsa, sohbet edilmiyorsa, masallar anlatılmıyorsa; o evde yaşayan çocuktan nasıl yaratıcı olmasını bekleyebiliriz ki?
Ahmet Ümit yine aynı röportajında, “(…) Hayal dünyası insana özgü bir şeydir ve dünyada her şeyden daha önemlidir. Bilimden bile önemlidir.” diyor. Aslında bu cümle, anlatmak istediğimizi özetliyor. Bireyin hayal dünyası, çocukluktan başlar. Hayal dünyasının beslenmesi, bir bakıma ruhumuzun da beslenmesi demektir. Sanatın her dalı, tahmin ettiğimizden de fazla iyileştirici etkiye sahiptir. Çocuklarda ise edebiyatla aralarında iyi bir ilişki oluşturmanın yolu, bol masal dinlemekten geçer.
İstanbul
“Önemli olan baktığın şey değil, baktığın şeyin sende neler uyandırdığı.”
– İstanbul Hatırası
Ahmet Ümit‘in romanlarına baktığımız zaman İstanbul‘a uğramamak olmaz, İstanbul ile arasında derin bir bağ olsa gerek. Hatta kendisiyle özdeşleşen Başkomiser Nevzat karakteri de İstanbullu ve Balat’ta yaşamaktadır. İstanbul’un yeri ayrı dedik, daha da özelleştirmek gerekirse Beyoğlu’nun özel bir yeri olmalı. Beyoğlu’nun En Güzel Abisi ve Beyoğlu Rapsodisi kitapları bunu net bir şekilde gösteren en basit örneklerden. İsimleri bir kenara koyarsak, satırların arasında gezindiğimizde adeta İstanbul’u da gezmiş oluyoruz.
Tarih boyunca İstanbul, birçok medeniyete ev sahipliği yapmış bir şehirdir. Sadece stratejik konumu değil, tarihi geçmişi ve kültürel zenginliği ile de çok önemlidir. Ahmet Ümit de bu birikimlere özellikle İstanbul Hatırası romanında ustaca yer vermiştir. Bizans döneminden günümüze kadarki süreci romanında işleyen yazar, polisiye türünde yazarken iğnelemelerde bulunmayı da ihmal etmez. İstanbul’un tarihi ve kültürel açıdan ayrı bir öneme sahip olduğunu belirtmiştim, böylesine değerli bir şehre sahipken onu korumak ve tüm dünyaya tanıtmak bir kenara; tam tersi bilinçli olarak zarar vermemiz bu romanda yüzümüze vurulan ayıplarımızdan bir tanesidir.
Ahmet Ümit, İstanbul Hatırası‘nı sadece polisiye kapsamında ele almamıştır. Kendi ifadesiyle İstanbul’da yaşayan bir yazar olarak Anadolu tarihini keşfettikten sonra şehir romanı yazmak istiyor. Romanda cinayetler ve tarihi mekanlar, yedi rakamının etrafında şekilleniyor. Yedi gün, yedi tarihi mekan, yedi cinayet ve yedi farklı ipucu. Bu ipuçları; Kral Byzas, Konstantinopolis‘in doğuşu, kara suları, Ayasofya, Fatih Sultan Mehmet dönemi, Kanuni, Mimar Sinan ve günümüz. (Türkmenoğlu 1073)
Her kitabın bir baş kahramanı vardır. Bu kahraman kitabın odak noktasıdır ve olaylar, karakterimiz üzerinde şekillenir. İstanbul Hatırası‘nın baş kahramanı ise İstanbul’un kendisidir. Dikkatle, titizlikle ve incelikle okunması gerekir.
Kayıp Tanrılar Ülkesi’nde ve Tarih, Mitoloji Esintileri

Ahmet Ümit’in Kayıp Tanrılar Ülkesi‘nde bu sefer olay yerini genişletiyor ve Berlin’den Bergama’ya kadar uzanan bir maceraya eşlik ediyoruz. Yazarın her kitabında katili bulmanın yanı sıra kültürel, sosyal ve daha birçok alanda bilgiler edinsek de özellikle bu kitapta, arkeoloji ve mitolojiden bolca yararlanıldığını görebiliriz.
Ahmet Ümit anlatmanın en iyi yolunun yazmak; öğrenmenin de en iyi yolunun yine yazmak olduğu savunur. Kitap yayımlanmadan evvel yaklaşık dört yıl kadar Berlin’de yaşayan Ümit, bizzat kendi deneyimlerini bizlere yazarak anlattı. Yakın geçmişten verilen örneklerin mitoloji ile çakışması özellikle en çok ilgimi çeken kısımlar oldu. Örneğin, hem Zeus hem de Nazilerinin sembolünün kartal olması, aralarında nasıl bir bağlantı olabileceğini düşündürdü. Zaten zihnimizde dönüp dolaşan cevabı olmayan bu sorular sayesinde kitapları okumaya devam etmiyor muyuz?
Kitapta ayrıca 36 boys’dan bahsediliyor. Kreuzberg’de ortaya çıkan bu çete, neo-Nazilerle sık sık mücadele etmişlerdir. Çetenin adındaki 36, Kreuzberg’in posta kodundan geliyor. Bu çetenin bizce öne çıkan özelliği, Türk gençlerin ağırlıklı olmasıdır. Zaten çoğu yerde Türk topluluğu olarak yer alsa da çetede başka uyruklu bireyler de yer almıştır.
Çanakkale’de yer alan Zeus Altarı ile Nazilerin de ilginç bir alakaları olduğunu söylüyor Ahmet Ümit. Elbette detayları kitapta…
Leia

“Bir kedi tarafından sevilmek, hayattaki en büyük ayrıcalıklardan biridir.” diyor Ahmet Ümit. Hatta kendisinin de bir kedisi var, adı da Leia. Leia’nın anlamı ise yorgun, acaba gerçekten de miskin bir kedi olmasından dolayı mı bu ismi almış yoksa tatlı bir tesadüf mü bilmiyoruz.
Topluma duyarsız kalmayan, vicdanı ağır basan insanlara baktığımızda; sadece kedi değil diğer hayvanlara karşı da her zaman nazik olmuşlardır. Onlar bizim değil biz onların yaşam alanlarını ihlal etmiş, doğayı katletmişken tüm bunların faturasını masum canlara kesmeyen insanların hayvanlarla olan yakınlığının da tesadüf olduğunu sanmıyorum.
Müzik

Ahmet Ümit’in romanlarında, özellikle Başkomiser Nevzat’a rastladığımız romanlarda müzik olmazsa olmazlardan. Türk sanat müziğini sevmesi sayesinde biz okuyucuların da kulakları pası siliniyor desek yeridir. En çok Müzeyyen Senar’a denk gelsek de Zeki Müren ve Safiye Ayla‘dan da eserler yer almaktadır. Katilin peşinde koşan, yüreği yaralı bir adam, kendiyle baş başa kaldığında müziğe sığınıyor. Elbette bu acılı adam, bir de alaturka İstanbullu ise Türk sanat müziği ilk adrestir.
Başkomiser Nevzat ile Ahmet Ümit kitaplarında Türk sanat müziğine alıştıysak tek tür bununla sınırlı kalmıyor tabii ki. Ahmet Ümit, her türden müziğe açık olan bir yazar ve bunu da Kayıp Tanrılar Ülkesi’nde açıkça gösteriyor. Metal, heavy metal müziklerin yer aldığı kitapta Black Sabbath bizlere göz kırpıyor.
Müzeyyen Senar’dan sonra bir de Zeki Müren’den bir parça armağan ediyoruz.
Ninatta’nın Bileziği
“Seni bekliyordum,
Kim olduğunu merak bile etmeden,
Ama senden emin olarak
Seni bekliyordum binlerce yıllık özlemimi dindirmem için.”
Ninatta’nın Bileziği ile Ahmet Ümit, okuyucularını bu kez Hititlerin başkenti Hattuşaş‘a götürüyor. Bu eski zaman başkentte ise bizleri, yasak bir aşk bekliyor. Hititler ile Mısırlılar arasında gerçekleşen Kadeş Savaşı döneminde geçen roman, savaşı anlatırken metin arkasından mesaj vermeyi de ihmal etmiyor: Aslında savaşların kazanan ya da kaybedeni yoktur, her iki tarafta da onarılması imkansız yıkımlar bırakır.
Ahmet Ümit kitaplarında sıkça rastladığımız -hatta kitaplarını çokça sevmemize neden olan- gerçek ile kurgunun ustalıkla birbirine karışmasını bu kitapta da görüyoruz. Metin içerisinde kendinizi o kadar kaptırıyorsunuz ki, gerçek ile kurmacanın ayırdını yapabilmek için birkaç cümle geriye dönmeniz gerekebilir.
Oğuz Atay, Nâzım Hikmet ve Daha Nicesi

Ahmet Ümit’in 2019’da AA’da gerçekleştirdiği röportajında kendisine, okumayı sevdiği yazarlar soruluyor. Edebiyata katkı sağlayan, onu büyüten herkesin emeğine saygısından ilk başlarda cevap verme taraftarı olmadığını düşünüyorum. Fakat elbette soruyu geri çevirmeyerek cevap hakkını edebiyatımızın usta isimlerinden yana kullanmış. Yaşar Kemal, Oğuz Atay, Nâzım Hikmet, Selim İleri, Adalet Ağaoğlu, Ferit Edgü, Ayfer Tunç gibi önemli isimleri örnek gösteriyor Ahmet Ümit.
Ahmet Ümit ile Nâzım Hikmet‘in yollarının kesişmesi de oldukça değerli. Nâzım Hikmet’i örnek alan birisi Ahmet Ümit. Hatta Nâzım Hikmet’te kendisini görmüş, bunun verdiği heyecanla Sovyetler‘e gitmiştir. O dönem Moskova’ya giden devrimci gençlerin Marksizm eğitimi aldıklarını, bununla da sınırlı kalmayarak etkilendiklerini ifade ediyor. Bu grubun arasında Nâzım Hikmet de yer alıyor ve Ahmet Ümit’in Moskova’ya gitmeyi çabucak kabullenmesinin altında bu etken yatıyordu. Fakat tam olarak hayallerinde canlandırdıkları durum yaşanmadı. Gidişatta ön göremedikleri birçok farklı etken çıktı ve en sonunda Stalin döneminde, tek seslilik egemen oldu. Kızıl Ordu ile birlikte faşizm ortadan kalkmış olsa da sonraki günler hiç de aydınlık olmadı.
Ahmet Ümit’in Nâzım Hikmet’i en çok takdir ettiği yönü de burada görülüyor: Nâzım Hikmet, Stalin dönemini eleştiren üç perdelik bir oyun kaleme almıştır. “İvan İvanoviç Var mıydı, Yok muydu?” ismini verdiği bu oyunu 1954’te Moskova’da yazıyor. O dönemde aksi ses çıkarmak büyük cesaret isteyen bir şeydi ve Nâzım Hikmet’te de bu cesaret vardı.
Ek olarak bir de okumayı sevdiği tür soruluyor kendisine. Doğal olarak polisiye ve benzeri türlerin söylenmesini bekliyoruz, doğru ama eksik. Polisiye romanlarını çok sevse de dünya üzerinde gerçekten iyi denilebilecek polisiye roman sayısının bir elin parmağını geçmeyeceğini düşünüyor. Tıpkı edebiyatımızın usta isimleri gibi dünya edebiyatında da vazgeçilmezi, klasikler. Karamazov Kardeşler‘den tutun da Kırmızı ve Siyah‘a kadar bildiğimiz, okuduğumuz birçok klasikler Ahmet Ümit’in de okuma listesinde yer almakta.
Birçoğumuz bilir ki bir eser çevrilirken eğer yazarın dokunuşları, laf cambazlıkları, kültürel aktarımlar da çevrilmezse, sadece birbiri ardına sıralanan kelimelerle dolu boş bir kitap çıkar ortaya. Bu yüzdendir ki aslında eserleri orijinal hâlleriyle okumak, özellikle yazarlar için çok kıymetlidir. Ahmet Ümit de böyle düşünüyor olacak ki Kutsal kitapları kendi dillerinde okumak istediğini söylüyor. Elbette sadece din değil, İlyada ve Odysseia okumak için Antik Yunanca, Gılgamış Destanı‘nı okuyabilmek içinse Agadca bilmek gerekir.
Öykü Dünyası

Küçükken annesinden dinlediği öykülerle geniş bir hayal gücüne sahip olan Ahmet Ümit’i polisiye kitaplarıyla tanısak da, kendisinin öykü kitapları da mevcut. Kayıp Ülke ve Masal Masal İçinde isimli iki kitabı bulunan Ahmet Ümit, Masal Masal İçinde kitabında, annesinden dinlediği öyküleri derlemiştir. Padişah karakterinin kibri, başından geçenler ve bu yolda edindiği öğretilerle yaşadığı değişimi keyifli bir dille okurlarına aktarıyor. Padişahla birlikte kapı kapı gezerken yine beraber ders çıkarıyor, toplumsal değerlerin önemini kavrayarak benimsiyoruz.
Öykü kitabı olması, bu kitabın sadece çocuklar için olduğu anlamına gelmesin. Farklı karakterler üzerinden farklı değerlerin aktarıldığı bu kitap sanıyorum ki en çok yetişkinler için kaleme alınmış. Basit gibi gördüğümüz, önemsemediğimiz her şeyin bir başkası için ne kadar önemli olabileceğini düşünmediğimiz her gün, toplumun değerler açısından ne kadar yozlaştığını göstermektedir. Kişisel değil, ahlaki gelişiminiz için okumanızı öneririm.
Patasana
“Sana kızmıştım, doğru; ama senden vazgeçebileceğimi nasıl düşünürsün? Yağmur yağmadığı için, toprak buluttan vazgeçebilir mi?”
– Patasana
“Ben zalimler çağında yaşayan bir alçaktım.” Sözüyle başlar Patasana. Kitabın adı da, hikâyede yer alan Hititli bir saray yazmanını adıdır. Arkeologlar, gizemli bir kazı yaptıkları sırada başlarına birtakım olaylar gelir ve cinayetler işlenir. Arkeologların yaptıkları kazılarda bulacakları tabletler ise Hititli saray katibi, tarihin en eski yazılı belgesi olacağından habersizce gizli gizli yazmıştır. Bu yüzden de kitapta cinayetin arkasındaki suçluyu ararken aynı zamanda tabletlerde yazanları da okuma şansı elde ediyoruz.
Saray yazmanlarının Kralın bilgisi dışında yazmaları yasaktır. Bundan dolayı Patasana, küçüklüğünden itibaren hayatındaki önemli olayları tıpkı günlüğüne yazarcasına tabletlere aktarmıştır.
Bir arkeolog ve ondan uzun yıllar önce yaşamış saray yazmanını buluşturan nedir dersiniz? İnsanlığın doyumsuzluğu ve her şeyi yıkma alışkanlığı. Geçmişin tozlu raflarında unutulan bazı olaylar gün yüzüne çıkacak, belirsiz birçok olay netliğe kavuşacaktı.
Suçlunun Gözünden Bakabilmek

Ahmet Ümit, romanlarında sadece karakterleri değil; onların yaşadıklarını, hissettiklerini, düşündüklerini, onların hatırlamadığı detayları, uyurken gördükleri rüyaları bile biliriz. Bu kadar detaya gerek var mı diye sorabilirsiniz, evet var. Başlığa uygun gördüğüm “suçlunun gözünden bakabilmek” ifadesini Ahmet Ümit’in bir başka röportajında dile getirdiği fikirleri sonucu ortaya attım.
Ahmet Ümit, polisiye romanları özelinde katilin belirlenebilmesi için öncelikle suç kavramının detaylandırılmasını savunuyor. “Yazara göre suç nedir ve cezası var mı, yasalara göre mi yoksa vicdana göre mi yargılanıyor?” soruları önemlidir çünkü katilin cinayeti işleme sebebi, suçun tanımıyla bağlantılı olacaktır. Katil, sadece cinayet işlemez. Neden ve nasıl yaptı gibi soruların cevaplarını kitapta bulabilmek için katilin iç dünyasına girmemiz gerekir. Olaylar tek bir pencereden bakarak değil, etrafında dolaşarak aktarılmalı. Çünkü tek bir bakış açısının hâkim olduğu bir kitapta, olaylar daima taraflı bir biçimde anlatılır.
Suçlunun gözünden bakabilmek de aslında bunu ifade ediyor. “Katil neden bir din adamı öldürür? Dine olan bakış açısı nedir? Irkçı bir insanı bu düşünceye iten nedir?” sorularının yanıtlarını bulabilirsek, gerçekleşen olaylar havada kalmadan okuyucu tarafından içselleştirilebilir.
Toplumun Aynası Olmak

Ahmet Ümit’in kitapları birçok farklı dile çevrildiğinde, kitaplarıyla birlikte kültürümüz de aktarılıyor. Sınırları aşan ve dünyaya yayılan kültürümüz, başka insanlar tarafından okunuyor ve bilinmiş olunuyor. Bu yüzdendir ki kitaplarda yer alan bilgilerin doğruluğu, açıklığı ve detaylandırılması son derece önemlidir. Ne gereksiz bilgilerle donatılmalıdır ne de arkası boş bir aktarım yapılmalıdır. Hâliyle Ahmet Ümit‘in kitaplarıyla birlikte yabancı okurlar, başka başka kültürleri okuma şansı da elde ediyor.
Ahmet Ümit’in kitaplarında aktardığı kültür ise daha çok genele hitap ediyor. Yani insanlığın biraz daha temeline dayanan, ortak kültür dediğimiz olguyu aktarıyor. Elbette her yabancı okur aynı tepkiyi vermez. Coğrafyamız itibariyle yakın geçmişe baktığımız zaman Osmanlı toprakları çok geniş sınırlara ulaşmıştı. Bu yüzden çevre ülkelerle ortak tarihimiz fazla ve tazedir. Yine Ahmet Ümit’in dediği gibi İtalyanlar da bu aktarımı çok sever, çünkü İstanbul bir zamanlar Roma’nındı ve o dönem Roma İmparatorluğu‘nun sınırları İngiltere’ye kadar uzanıyordu. Kendi coğrafyamız ve İtalyanların aşina olduğu yakın geçmiş, örneğin Almanlarda aynı hissiyatı uyandırmıyor.
Kültürün ve dolayısıyla toplumun aktarılmasında edebiyat ayna görevi görmelidir. Tarafsız ve açık bir şekilde tarihimiz anlatıldığında insanlar, bir polisiye romanı okuduğunda sadece gizemli bir cinayeti çözmez; kitabın geçtiği coğrafyanın kültürünü de tanır.
Venedik Taciri ile Shakespeare

Ahmet Ümit’e bir röportajında en sevdiği yazarlar soruluyor, yerli veya yabancı ayrımı olmadan. Tıpkı tür ayrımı yapamadığı gibi burada da tek bir ismin verilmesinin haksızlık olabileceğini söylüyor ve klasiklerden örnekler veriyor: Yaşar Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Victor Hugo… Fakat saydığı klasiklerden en profesyonel iki ismi net bir şekilde söylüyor. Shakespeare ve Dostoyevski.
Shakespeare özünde tiyatrocu olsa da bununla beraber edebi yönü de vardır. Kaleme alınan tiyatro eserleri de birer edebi eser değil midir, tıpkı Vatan Yahut Silistre gibi. İnsan ruhunu en iyi yansıtan yazarlardan biri olarak Shakespeare’i görüyor Ahmet Ümit ve devam ediyor; Shakespeare tarafından yazılan birçok karakter bugün hâlâ zihnimizdeyken başka yazarlarda bu pek mümkün değil. Bu kadar geniş bir karakter yaratımı için çok daha geniş bir bellek ve kültür birikimine sahip olmak gerekir.
Romeo ve Juliet, Venedik Taciri ve Bir Yaz Gecesi Rüyası… Üçünün de aynı kişinin kaleminden çıkması gerçekten de olağanüstü. Sanıyorum ki Romeo ve Juliet’i bilmeyenimiz yoktur. Romeo ve Juliet tam bir trajediyken Bir Yaz Gecesi Rüyası komedidir. Venedik Taciri ise ikisinin karışımı. Genel olarak komedi sınıflandırılmasına dahil edilse de oyunda, yer yer göz ardı edilemeyecek kadar trajik kısımlar vardır.
Böylesine birbirine zıt türleri hem birbiri ardına ayrı ayrı hem de bir araya getirerek ortaya ustalık eserlerini çıkarması, insan ruhunu gerçekten de ne kadar iyi anladığının somut birer örneğidir.
Yaşar Kemal

Ahmet Ümit ile Yaşar Kemal’in doğdukları yer birbirine çok yakındır. Bulundukları bölgede destanların çok yaygın olduğunu söylüyor Ahmet Ümit. Fakat bu destan, bizim okullarda öğrendiğimiz türde destanlar değilmiş. Daha çok trajedinin yer aldığı, kan davaları, ölümler gibi üzücü ve acıklı olaylardan bir bakıma sözlü hikâyeler anlatılır, bunu da bir kasete kaydederlermiş. O zamanlar destan kültürünün yaygın olduğu gibi dinleyicisi de hayli fazlaymış.
Yaşar Kemal ise köy köy dolaşır, Karacaoğlan ve Dadaloğlu‘ndan derlemeler toplarmış. Hem destan hem de sözlü hikâye geleneğinin harmanlanmış hâlleri olan bu derlemeler görüyoruz ki Yaşar Kemal’e büyük bir birikim kazandırmış. Ahmet Ümit de tam olarak bu şekilde etkilenmiş Yaşar Kemal’den. Kendisi ilk başlarda bu etkilenmenin farkında olmadığını ama Yaşar Kemal’in çoktan fark ettiğini de ekliyor.
Zeus ve Nazi İlişkisi

Gelelim Kayıp Tanrılar Ülkesi’nde bahsettiğimiz Zeus ve Nazi ilişkisine. Nasıl bir ilişki olabileceğini düşündüğünüze eminim, çünkü kitabı okumaya başlarken kafamda tam olarak bu soru vardı.
Kartal, tarih boyunca birçok uygarlığın sembolü olmuş; yine birçok geleneklerde önemli oluşumların simgesi olarak kabul edilmiştir. Zeus’un simgesi olan kartal; güç, zeka ve kutsallığı temsil etmektedir. Kadeş Savaşı’nda Hititlerin karşısında savaşan Mısır İmparatoru II. Ramses, kendisini ifade ederken şu sözleri kullanıyor: “Kartalın pençeleri gibi onların arasına dalacağım, vurarak, öldürerek yere fırlatarak…”
Nazi Almanyası’nın sembolüne baktığımızda da yine kartalı görmekteyiz. Naziler için ölümsüzlük, öngörü ve güç anlamına gelen Kartal; asıl armada sola bakmaktadır. Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi‘nde ise -Nazi Partisi- kartal sağa bakmaktadır. Süreç içerisinde kartal sembolü ile ilgili birçok farklı versiyonu çıkmış ve de kullanılmıştır.
Genel olarak kartal sembolü oldukça önemlidir. Bir ülkenin, oluşumun veya uygarlığın simgesinin kartal olması; o sembol altında yaşayan insanlar için gurur verici diyebiliriz. Temsil ettiği anlamların ağırlığı ve ciddiyetini kaldıramayanların günümüzde aramızda olmadığını da söylemeden edemiyoruz.
Kaynakça
- “Ahmet Ümit (1960 Gaziantep)”. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Gaziantep İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü. Web. 15.09.2024
- “Ahmet Ümit”. Ahmet Ümit. Web. 16.09.2024
- “NTVRadyo’da Bayram – Ahmet Ümit – Başkomser Nevzat’ın sevdiği şarkılar”. NTVRadyo. Web. 16.09.2024
- “Ahmet Ümit: ‘Kitap Okumam Demek, Ben Öküzüm Anlamına Gelir'”. Kitaptan Sanattan. Web. 16.09.2024
- Türkmenoğlu, Sevgül. “İstanbul’un Şehir Tarihine Ayna Tutan Bir Tarihî Polisiye: İstanbul Hatırası.” Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimsel Dergisi 21.4 (2019): 1072-1084.
- “Ahmet Ümit: İyi bir romancı gerçekten ağır bir işçi gibi çalışır”. AA. Web. 16.09.2024
- “Türkiye Polisiye Edebiyatının Önemli İsmi Ahmet Ümit ile Keyifli Bir Söyleşi”. Storytel Blog. Web. 16.09.2024
- “Ahmet Ümit: ‘Katili saklamak zor değil'”. İST Dergi. Web. 18.09.2024
- “Ahmet Ümit Independent Türkçe’ye konuştu: Cumhuriyet kuruldu ama kul kültürü yıkılmadı”. Independent Türkçe. Web. 18.09.2024
- Aydın, Fırat. “AHMET ÜMİT’İN “MASAL MASAL İÇİNDE” ADLI ESERİNİN MOTİF İNDEKSE GÖRE İNCELENMESİ.” Asya Studies 4.11 (2020): 39-48. 19.09.2024