- ” İnsanlar birbirine mektup yazmalı. Çünkü mektupta sesin tonu belli olmaz. Çünkü mektup düşünülerek yazılır. Birdenbire ağzımızdan kaçan kelimleri hiçbir şey geri getiremez. Söylediklerimizin üstü çizilemez. Çünkü söylediklerimiz dinlenmeyebilir; sözümüz kesilir, içeriye o anda biri girer, okunan mektupsa mutlaka tamamlanır.” (s.10)
- ” Geçen sabah senin üzüntülü olduğunu söylediler. Dokunsalar ağlayacakmışsın. Dokunmamışlar. Yine de ağlamışsın.” (s.14)
- ” Eğer yeryüzündeki bütün elleri bir masanın üzerine koysalar, elini bulabilirdim onların içinden.” (s.21)
- ” Eksik bilgi bizi yanlış adrese götürür. Arkadaşlıklar, dostluklar, ortaklıklar ve evlilikler hep bu yüzden biter. Kim bilir hayatımızda kaç kez, ” Nasıl da tanıyamamışım!” demiş, kaç kez ince buz tabanasına aldanıp üzerinde yürüdüğümüz gölün soğuk sularında bulmuşuzdur kendimizi.” (s.23)
- ” Halbuki sevgi, ayrık otları gibi rastgele büyümemeli kalbimizde. İtinayla seçilmeli toprak; ağacı görmek istediğimiz yere ekilmeli tohum. Çünkü toprak tohumun kıymetini bilirse izin verir dışarıya çıkmasına.” (s.33)
- ” Hayatınızın hiç beklenmedik bir anında, kurnaz bir nöbetçi gibi sırıtarak karşınıza çıkabilir yazdıklarınız; hatta öldükten sonra bile bir nebbaş gibi soyabilir mezarınızı.” (s.47)
- ” Bu sabah kuş sesleriyle uyandım. Ne güzel değil mi? Hayır, güzel değil! Açık penceremden ok gibi dalıp yastığıma saplanan karga sesleriydi. Kuş sesleri dediğimde aklına asla karganın gelmediğini biliyorum. Bu, karganın da bir kuş türü olduğunu bilmeyişinden değil, karganın türünün en önemli özelliği olan güzel bir ötüşten mahrum oluşundan elbette. Yüzümü yıkarken acaba diyordum, acaba türümüzden en önemli özelliklerini taşıyor muyuz? Hareketlerimiz ve sözlerimiz nerelere sallanıyor? Acaba “insan” denince hatırlanıyor muyuz?” (s.49)
- ” Tabii olan her şey etkili ve kalıcıdır. Suni heyecanlar, pastanın üzerine dökülen krema, makarnanın üzerine dökülen sos gibi geçici lezzetler tattırır bize. Aslolan bu sosun altında ne yediğimizdir.” (s.60)
- ” Bana öyle bir kelime söyle ki hiç eksilmesin.” (s.62)
- ” Köpekbalığının kanı, yarasanın karanlığı sevmesinde ne var ? Hüner geceye rağmen güneşi, kana rağmen hayatı sevmekte. Oruçken su içmemekte ne var! Hüner, ölürken suyu reddedebilmekte. “İsâr” deniyor buna. Yani tercih. Yani sevmek, yani göstermek üstün olanı.” (s.71)
- ” Bulunduğu durumun farkında olmamak her durumdan daha kötüdür. Hasta olduğunu bilmeyen için doktorun, terli olduğunu bilmeyen için rüzgarın, kirli olduğunu bilmeyen için suyun, yorgun olduğunu bilmeyen için baharın ne önemi var!” (s.73)
- ” Kalbimi alıp uzaklara gitmek istiyorum.” (s.96)
- ” Horoz geceyi severse, bir daha ötmez. Su bulutu severse, inmez toprağa. Arabayı severse at, yokuştan ürkmez. Akrebi severse yelkovan, vay o zamana!” (s.107)
- ” Ah, okullarda “Beden eğitimi” var da neden “Ruh eğitimi” yok! Sağlam kafa, sağlam vücutta doğru. Sağlam ruh nerede bulunur acaba?” (s.121)
- ” Çaba istiyor sevgi. Tohum yetmiyor, çapa istiyor sevgi.” (s.124)
- ” Herkes kaybetti. Ölüm kazandı.” (s.160)
- ” Fotoğrafçılar deklanşöre basmadan önce, “Gülümseyin!” diyorlar. Gülümseyin ve örtün yaşadıklarınızı.” (s.194)
- ” Lütfen gülümse fotoğrafın çekiliyormuş gibi her an.” (s.195)
Şule Yayınları 116. Baskı