“Baba dediğin tamamlanmamış bir kelimedir.”
Erdem Bayazıt, “biraz yorgunum/kavgaları birikiyor insanın” dedikten sekiz satır sonra “kimimize kış, kimimize bahar olup canıyla değen babalarımızı!” hatırlar/tır. “Baba” figürü genellikle kahramanların hayatlarında veya alt benliklerinde daima bir yara izidir. Yazar, ‘baba’ olgusunu ana karakterin hayatındaki tercihleri anlamlandırmamız için kullanır. Babasına benzemek istemeyen veya babasının aynası olan karakterleri metin içerisinde sorgulamadan, anlamayı öğreniriz. Ya da anlamlandıramadığımız, karakterlerin davranışları değil, ‘doğru’ olmak varken, neden yanlış yolu seçtiğidir.
“Baba” figürünü en sert bir şekilde eleştiren ve babasına karşı duyumsadığı hisleri yalın bir dille doğrudan anlatan Franz Kafka, “Babaya Mektup” adlı eserinde babası ile hesaplaşır. Ancak bu hesaplaşma, suçlayıcı bir hesaplaşmadan ziyade Kafka’nın iç dökümünü okuyucuya sunar.
‘Babaya Mektup’un Yazılma Sebebi veyahut Kafka’nın Baba Dünyası
73 sayfa olan bu mektup Hermann Kafka’ya hiç ulaşmamıştır. Kafka mektubuna “Geçenlerde bana, senden korktuğumu ileri sürmemin nedenini sormuştun. Her zamanki gibi, ne cevap vereceğimi bilmiyorum, kısmen tam da sana duyduğum korkudan, kısmen de bu korkunun temelindeki ayrıntıları tamamen sözcüklere dökemeyecek olmam yüzünden.” diye başlar. Babasına duyduğu hisleri, hiçbir zaman açıklayamayan Kafka, son yaşadığı olaydan sonra çareyi kaleminde bulur.
Aslında babasına mektup yazmasının sebebi Kafka’nın aşık olduğu kadın hakkında babasının yaptığı yorumdur. Artık evlenmek isteyen Kafka bu fikri babasına açtığında babasının dalga geçmesiyle karşılaşır. Kızmaması, bağırmaması, fikrini söyleyip oğlunun bu isteğini olgunlukla karşılamaması aksine küçük bir çocuğun manasız isteği gibi bu fikirle dalga geçmesi Kafka’yı derinden yaralar.
Baba konusunda daima aynı yerden yaralanan Kafka’nın, geçmiş yaraları da gündeme gelir ve Kafka çareyi, çocukluğundan itibaren yaptığı kimine ‘pasif’ gelen bir direnişle yani ‘yazmakta’ bulur.
Kafka’nın Babasını Gördüğü veyahut Hermann Kafka
Hermann Kafka’nın, Franz Kafka’nın kendi iç dünyasında yaşadıklarından hiçbir zaman haberi olmamıştır. Çünkü baba, oğlunu daima güçsüz, sessiz görmüştür. 20. Yüzyılda yani güçlü olanın ayakta kaldığı çağda, doğduğundan itibaren zayıf, cılız ve güçsüz olan Kafka-elbette ki buna hastalıkları sebep olmuştur.- babanın soyunu devam ettirememe yönünde büyük bir tehdittir. Baba ne kadar güçlü ve kuvvetliyse Franz bir o kadar zayıftır ve bu zayıflık fizikî olduğu kadar ruhanîdir. Franz’ın hayata ve en çok da insanlara karşı ürkekliği babasıyla arasındaki derin uçurumlara sebep olmuştur.
“Her halükârda o kadar farklıydık ve bu farklılık yüzünden birbirimiz için o kadar tehlikeliydik ki, benim, yavaş yavaş gelişen çocuğun ve senin, gelişimini tamamlamış adamın, birbirlerine karşı nasıl davranacaklarını önceden kestirebilseydi, insan senin beni, geriye benden bir şey kalmayacak şekilde ezip çiğneyeceğini varsayabilirdi.” (sayfa, 11)
Henüz kitabın başlarında babası ile arasında fizikî ve ruhanî bir uçurum olduğunu gözler önüne serer Franz. Kendisini babası karşısında giderek yok olan bir canlıya benzetir. Çocukluğundan itibaren gelen zayıflığı, babasının yaptığı işlere destek olmaması veya yardım edememesi, Franz’ın ticarete atılarak işlerini batırması, kendini ruhanî olarak güçsüz hissettiği için karar mekanizmasının dinlenememesi gibi olaylar babasıyla arasındaki uçurumu daha da derinleştirir.
‘…..ama beni sık sık saran hiçlik hissi çoğunlukla senin etkinle ortaya çıkıyor.” (sayfa, 13)
Buna karşılık olarak Franz, babasına büyük bir hayranlık besler. Onu anlamadığından yakınıp, onun gibi olamadığını ve hiçbir zaman olamayacağını bildiği hâlde babasını tanımaktan kaçınmaz. Bu tanıyış ise baba-oğul tanıyışından ziyade aynı vücutta kuvvet bulamayan, kader çizgileri ayrı ilerlese de aynı evin içinde hapis hayatı yaşayan mahkumların birbirini tanıyışı gibidir. Aynı tastan yemek yerler ancak ayrı tadı alırlar; aynı olayların göbeğindedir ancak farklı yorumlarlar.
“Benim için sen, haklılıklarını düşünceleriyle değil şahsiyetleriyle gerekçelendiren bütün tiranların sahip olduğu bir bilmeceye dönüşmüştün. En azından bana öyle geliyordu.” (sayfa, 15)
“Sen, benim için böylesine muazzam bir ölçüt olan insan, bana koyduğun yasaklara bizzat kendin uymadığında gerçekleşti. Böylece dünya benim için üç bölüme ayrıldı; birinde ben, köle, sadece benim için icat edilmiş ve nedendir bilmem, asla tam anlamıyla karşılayamadığım kurallar çerçevesinde yaşıyordum.” (sayfa, 19)
Franz’ın mektubunda ‘benim için sen’ veya ‘sen benim için’ kalıplarıyla çok sık karşılaşırız. Bundan dolayı bu esere doğrudan bir mektup demek doğru olmaz. Çünkü onun yazdığı, standart kalıpların çok ötesinde, haberleşmenin olmadığı bir iç dökümdür. Bu iç dökümü gerçekleştirirken de mektubun sacayağını üç unsur üzerine kurgular:
- Babasının karakteri,
- Kendisinin karakteri,
- Babasının onu yarattığı karakter.
‘Ben, olduğum hâlimle, senin yetiştirme tarzının ve benim itaatimin bir sonucuyum.” (sayfa, 22)
‘Senin savaşmak zorunda kaldığın şeyleri, biz senin sayende edindik, ama senin küçük yaştan itibaren sorumlu olduğun dış dünyayla savaşı, biz ancak yetişkin yaşımızda çocuk gücümüzle vermek zorunda kaldık.’ (sayfa, 32)
Franz, babasının yetiştirme tarzına daima itaat ettiğini öne sürer. Bu eser, babasıyla ayrı karakterlerde oluşunun ve babasının onu, kendisine benzetmesinin, Franz’ın da buna kendi içinden değil elbette ama dışından koşulsuz itaat etmenin; itaatinin sonucunda da kendi karakteri ile yaşadığı iç hesaplaşmanın dökümüdür.
‘Bizim aramızda tam anlamıyla bir savaş yaşanmadı, ben yenildim, geriye kalan kaçış, hırçınlık, keder, içsel çatışma oldu.’ (Sayda, 40)
‘O benim için çocukluğumun karmaşasında aklın timsaliydi’ (sayfa, 29)
Fakat tüm bu karmaşanın ve iç hesaplaşmanın arasında Franz, babasına duyduğu evlatlık bilincinin de farkındadır. Kitabın ortalarına doğru ise o an sahip olduğu karakterinin tamamının babasından kaynaklanmadığını söyleyerek, babasına doğrudan haksızlık yapmaktan kaçınır.
‘Ama yine de, yine de babam her zaman babamdı. Bugün kim bunu biliyor?’ (sayfa, 30)
‘….Onuncu kez tekrarlıyorum: Yine de çekingen ve ürkek bir insan olacaktım belki, ama orası ve gerçekte olduğum yer arasında uzun ve karanlık bir yol var.’ (sayfa, 44)
Franz mektubunun sonunu; “Elbette gerçek hayatta karşılaşılan olaylar, mektubumda öne sürdüğüm kanıtlar gibi uyamaz birbirine, hayat bir sabır oyunundan fazlasıdır; ama bu itirazın getirdiği düzeltmeyle, ne etraflıca uygulayabileceğim ne de uygulamak istediğim bir düzeltmeyle, fikrimce gerçeğe o kadar yaklaşıyoruz ki bu ikimizi biraz sakinleştirebilir, yaşamayı ve ölmeyi daha kolay hâle getirebilir.” olarak bitirir. Gerçek Hermann Hesse ile onun gördüğü babasının arasında farkın bilincinde olduğunu buradan anlayabiliriz. Kitabın başlığında ise ‘babama’ değil ‘babaya’ mektup olması Kafka’nın hiçbir zaman babasına ait olmadığının bir diğer göstergesidir. Bu göstergeyi ise daha kitabın başında, kapağında okuyucuya sunarak, iç dökümünü ‘ek’ ile gerçekleştirir.
Kitapta da belirtildiği gibi; “Mesele çocuklarınıza vermeniz gereken bir çeşit talimat değil, örnek bir hayattı.” Franz ise bu hayattan mahrum kalan bir çocuktu.
(Kitap incelemesi ve alıntılar İndigo Yayınları, Kasım 2020, 18. Baskıdan yararlanarak hazırlanmıştır.)
Aile olmanın oluşturduğu bağlılık ve bir ileri durum olan bağımlılık hali, insanın bu şekilde bir nevi psikolojik sorunlar yaşamasına neden oluyor. Halbuki yetişkinliğe atılan adımlarla birlikte bir vesile duygusal şiddet uygulayan aile bireylerinden ayrı bir yerde yaşamak, bu eğitim veya başka bir sebeple olabilir, insanın geri kalan yaşamını daha sağlıklı yaşamasına olanak sağlayabilir.