Küçürek Öykünün Büyük Ustası
1950 ve sonrasında oluşan insanın varoluşsal sancıları, bunalımları, yalnızlığı, açmazları ve cinselliği birçok yazarın gündemi olmuş, hemen her yazar Kafkaesk bir dünyada ”endişeli aydın”ı her yönüyle merkeze almıştır. Çağdaşları gibi Edgü’nün de öykülerinde ”insan” bütün dertleriyle var olma çabasındadır. Kendi ifadesiyle ”İnsan tünelinden geçtim” demesi, yaptığı yolculuğun somut bir emaresi olarak alınabilir. Fakat bu yolculuk bir padişah geçişi gibi gösterişli değil aksine oldukça yalın ve sade bir geçiş olmuştur. Edgü, bize bu yolculukta susmanın bazen konuşmaktan daha etkili olduğunu göstermiş ; az sözle çok şey anlatma sanatının ustası olduğunu kanıtlamıştır. Böylelikle dönemindeki birçok isimden ayrılarak küçürek (minimal) öykünün Türk edebiyatındaki en büyük temsilcisi olmuştur.
Edgü’yü minimalliğe sürükleyen noktayı incelediğimizde, klasiğin dışına çıkan tavrında etkilendiği isimlere baktığımızda yerli ve yabancı birçok isim sıralanırken liste başını Sait Faik almıştır. İki yazarı ortak paydada toplayan en büyük değer tabii ki ‘’insan’’olmuştur. Ferit Edgü bir söyleşinde:
‘’Sanat alanın merkezi durumunda olan bir kentte/ İstanbul’da yaşamanın verdiği kolaylıklarla çok erken yaşlarda okumaya ve yazmaya başladım. Sanat çevrelerine de böylece girmiş oldum. Örneğin, Sait Faik’i tanıdığımda lisede öğrenciydim. Attila İlhan’ı, Salah Birsel’i, hemen ardından Melih Cevdet’i daha sonraları benim ilk yazılarımı yayınlayacak olan Vedat Günyol’u, lise öğrencilik yıllarımda tanıdım. Bütün bu kişilerin arasında beni en çok etkileyen Sait Faik olmuştur. Bunu birçok kez dile getirdim. Bir daha dile getirmiş olayım: Biz 1950 kuşağının, özellikle öykücülerinin, Sait Faik’ten geldiğimize inanırım. Dostoyevski’nin o ünlü sözü: “Hepimiz Gogol’ün Palto’sundan geliyoruz.” Biz de kanımca, Sait Faik’den geliyoruz. Neden? Çünkü biz genç yazarlar yazmaya başlarken gereksinimini duyduğumuz yenilik tohumlarını Sait Faik’te bulduk. Neydi bu yenilik tohumları? O estetikle etiği birbirinden ayırmayan bir sanat anlayışı. Ne toplumu, toplumsalı; ne bireyi ve bireyseli göz ardı etti öykülerinde. Böylece ilk kez, toplum ve birey, düş ve gerçek, onun öykülerinde bir araya geldi. Özellikle ölümünden bir ay önce yayımlanan Alemdağ’da Var Bir Yılan kitabında bunun en güzel örneklerini verdi. Ama Sait Faik’in dışında okuduğum yazarların yerli-yabancı, birçoğundan etkilenmiş olmalıyım.’’
İlk öykü kitabı ”Kaçkınlar”dan yola çıkın da son yazdığı sözcüğe kadar yazar kendini yenilemeyi modanın peşinden gitmeden, kendi dünyasından ayrılmadan başarmıştır. İnsan ruhuna doğru çıktığı yolu bir ayna yardımıyla öykülerine aktarırken gerçekliğin ne olduğu sorgusuyla da okurunu baş başa bırakmış ve gerçeklik peşindeyken son sözü ancak okurun söyleyebileceğini göstermiştir. “Sembol” ve “simge” demekten bile kaçınmış, kullandığı metaforun anlamını ancak okuyucunun bileceğini ifade etmiştir.
‘’Okuyucu orada bir simge görüyorsa ben ona karşı çıkamam. Kendi bileceği iş. Her sanat dalı, yalnız şiirin değil; bir imge sanatıdır. Sözcüklerle yazıyorum ama o sözcükler ister istemez, iyi-kötü bir imgeyi oluşturur. O imge, kimilerinin sandığı gibi büyük benzetmelerden yola çıkan, bir atmosfer, bir hava yaratmak isteyen, içinde simgeler barındıran bir şey değildir. Benim için Çehov’un bir öyküsündeki bir kişinin karın yağışına bakması bir simgedir, hattâ çok büyük bir simgedir. Sait Faik’in bir öyküsündeki, dülgerbalığının kayığın içinde can çekişmesi bence bir imgedir. Ben imgeyi bu kadar yalın ama, aynı oranda da çok zengin bir araç olarak görüyorum.’’
Sözü okuyucuya bırakmak, bütün kapıları açık bir evde cereyan yaratmak kuşkusuz sayfalarca meram anlatmaktan daha zordur. Edgü, zor olanı tercih etmiş, derdini satırların peşinden sürüklemeden kalemiyle sözcüklerini kesmiş, ‘’nokta’’yı tamamlamak için değil devam ettirmek için kullanmıştır. Bireyin sancılarını, yalnızlığını, bunalımlarını paylaşmaya ve hafifletmeye çalışmamış; bunları kendisiyle bir bütün olarak görmüştür.
“Her şeyin bir sonu vardı. Yaşamım boyunca yalnız bunu öğrendim. Her
şeyin bir sonu vardı. (…) Dışarıdaki hayatım, irkintili, tedirgin hayatımı
özlüyordum. O akıp giden kalabalıkları. Bu özlemimi açıklayamıyordum. (…)
Gün geçtikçe bu sıkıntıların benim bir parçam olduğunu anladım” (Kaçkın, s.70-72)
‘‘Bu boşluk saplantısı bende çocukluğumdan beri var. Dün parktayken bunu daha iyi duydum.’’
Umut/suzluğu, olanak/sızlığı ve güç/süzlüğü ile tüm varlığını yazarak yaratmaya çalışan, “Olanak-siz” öyküsünde , umutsuzluğunu umutla gizlemeye çalışır. Yine amacının okura ulaşmak olmadığını bize hatırlatmaktan geri kalmaz. Varoluşunu gerçekleştirme çabası, yaşam sorunsalı üzerine kurulu olan başkişinin yazma edimi’ne yönelişi, “kurtulmak”, “anlatmak”, “susmak”, “kusmak”, “mutlu günlere ulaşmak”, “bilinmek”, “umutsuzluğu” ve “güçlüğü yenmek” içindir:
“O okur için yazdığını söylemeyeceksin umarım.
Hayır, söylemeyeceğim.
Öyleyse niye yazıyorsun?
Yazmak için.
Öyleyse niye yazıyorsun?
Kurtulmak için.
Öyleyse niye yazıyorsun?
Anlatmak için.
Öyleyse niye yazıyorsun?
Susmak için.
Öyleyse niye yazıyorsun?
Kusmak için.
Öyleyse niye yazıyorsun?
Mutlu günler için.
Öyleyse niye yazıyorsun?
Bilinmek için.
Öyleyse niye yazıyorsun?
Umutsuzluğun yenmek için.
Öyleyse niye yazıyorsun?
Güçlüğü yenmek için. (…) yazıyorum” ( “Olanak-siz”, s.75)
İlk dört kitabı (Kaçkınlar, Bozgun, Av, Bir Gemide) bunalım, yalnızlık izlekleri içerisinde aralıklarla ilerlerlemeyi sürdürürken ilk romanları Kimse ve O’da, bireyselden kaynaklanan evrensellik anlayışını, karmaşık ve dolambaçlı olanı aktarma tutumuyla anlatısına gerilim kazandırdı. Böylece dikkate değer bir deneyi örneklemiş oldu. Bu romanlarında da yine toplumla iletişim kuramayan aydınların yalnızlık acılarını işledi. Diyaloglardan oluşan bir roman olan Kimse, “bir yalnızlık destanı” olarak nitelendirildi. “O” ise aydın-köylü ilişkisine yeni bir yaklaşım getirmenin yanı sıra gerçeğin bir düşe dönüştüğü anlatı oldu. Anlatım tekniği ve roman kurgusu bakımından özgün bir yapıt olarak değerlendirildi. O’da (Hakkari’de Bir Mevsim) diyaloglar aracılığıyla etkileyici bir atmosfer yaratmayı başardı. Bu roman, evrensel unsurlar, bir insanlık varoluşu ve alabildiğine yerel kelimelerle sade ve soğukkanlı bir bakış açısıyla yoğruldu. Bu kitapta vali aracılığıyla tuhaf, Kafkaesk bir devlet erki tablosu çizdi.
Yazarın ”Ders Notları” denemesi onun hayatına, düşünüşüne,ideolojisine dair ipuçları verir:
Ders Notları’ndan
İnanç
türü ne olursa olsun(dinsel ya da politik)
kendinden başkasına hak tanımıyorsa
tapılan bir inançsa
düşüncelere tek yön veren bi inançsa
kör değilse bile ileri derecede astigmattır.
kör ya da hastalıklı bir gözle bakılmaması gerekir insana (sy. 53)
Geleceğe kalmak gibi bir sevdam yok
günüme kök salmak istiyorum ben (sy. 49)
Hep yolda olanlara, kendini arayanlara…
KAYNAKÇA
- Leş (Toplu öyküler), Ferit Edgü (Sel Yayınları, Haziran 2011)
2.Varoluş ve Bireyleşme Açısından Ferit Edgü’nün Roman ve Öykülerinde Yapı ve İzlek-Mutlu Deveci (Sel Yayınları, Aralık 2012)
3. https://www.biyografya.com/biyografi/5659
4.Ders Notları, Ferit Edgü (Ada Yayınları, Eylül 1980)