Ali Ural yazdığı her kitabıyla insanı kendi içinde derin bir sorgulama yolculuğuna çıkarıyor. Basılmış son kitabı olan Ay Tiradı da bu kervanda yerini alan kitaplardan biri. Shakespeare’den Fuzuli’ye uzanan birçok cümlesiyle, hayata dair tespitleriyle beni derinden etkileyen bu kitaptan bazı kısımları paylaşıyorum sizlerle. Emin olun ki kitabı okuduğunuzda çok daha güzel cümlelerle karşılaşacaksınız.
- Bir kez yara açılmayagörsün bütün kâbus sinekleri üşüşür oraya. Ne kadar kovalasan boş. Yaranın iyileşmesi lazım uzaklaşmaları için. Bir kabuğa ihtiyaç var.
(s. 12)
- İnsan gerekçe bulmak istesin yeter ki, gerçeğin mabedini yıkıp taşlarını sapanına doldurabilir gönül rahatlığıyla.
(s. 15)
- Mevsimi gelmiyor bir türlü hatırlamanın. “Unutma kışı” ha bire kar yağıyor kapımızın önüne. Üzerimize toprak atılırken mi bahar gelecek? Küreklerimiz kapımızın önündeki karlar içindi.
(s. 18)
- İnsanın iç dünyası hakikatler ormanından karanlıklar ormanına dönüştü. Bilgeliğin büyüttüğü insanı ele geçirdi hayvanlar. Bir vakit hayvanları evcilleştiren insan, an geldi hayvanların pençesinde vahşileşmeye başladı.
(s. 23)
- Günlükler biraz da kendimizden af dilediğimiz yerlerdir belki. Şöyle söyleseydim, diye hayıflandığımız. Şunu yapmasaydım, diye iç geçirdiğimiz. Ne vardı sussaydım, diye defalarca geri döndüğümüz kavga anına.
(s.30)
- Bir defter satın almak, bir araba satın almaktan daha çok heyecanlandırır insanı. Hangi araba bir defterin götürebileceği yere kadar gidebilir.
(s. 30)
- Dünyada ölmeden önce görülecek şeylerin arasında çocuk rüyaları yok mu? Dünyanın yedi harikasından sayılmadığına bakmayın. Babil’in asma bahçeleri terazinin bir kefesinde, rüya bahçeleri diğer kefesinde.
(s.32)
- Vicdanın öldüğü yerde hayattan söz edilebilir mi! Hayatta kalmak, göğsün inip kalkması mıdır, üzerinde enkazlar taşıyarak.
(s. 32)
- Çocuğa sessiz olmayı öğretenler, çığlık atmayı rahatsız edici bulduklarında cızırtı yapan bir radyo gibi kapattılar onu. Susuyorsa sorun yok demek, susuyorsa herkes için işler yolunda. Yalnız bir yardım çağrısı değil kötülüğün ifşası olan çığlığın değerini sonunda anladıklarında sessizlikle mühürlenmiş çocuğa bunu öğretmeleri kolay değildi artık.
(s. 38)
- Çocukların oyunları arasında en çok saklambacı sevmesi boşuna değil. Göstermek değil sırlı olan; bulunmak. Kendini göstermek için yanıp tutuşuyorsan, kendine göster. Haydi saatini kur, buluşma vaktin geldi canınla.
(s. 42)
- Ve tekerleği buldu bir gün insan. En önemli keşfi olarak tanımladı onu. Fakat istediği yere gidemiyor hala.
(s. 56)
- Birbirinin sevgisinden şüphe duyan sevgililere benziyoruz. İçimize düşen kurdu besleyecek ne çok şey var. Ne çok sebep, karşımızdakinden uzaklaşmak için. Güven tazelemek için söylenen sözler bile yeni yaralar açabiliyor.
(s. 59)
- Kalp ne çok şeyi barındırıyor. Yalnız aşkın değil, hakikat bilgisinin ve ilhamın da kürsüsü. Yalnız küfrün değil, nifakın ve zulmün de barınağı. Yalnız Musa’nın değil, Firavun’un ve Haman’ın da sarayı.
(s. 65)
- Karanlık bazen öyle esir alır ki duyuları, insan kendisine doğru yürüyen kişinin kardeşi olduğunun farkına varamaz.
(s. 67)
- Dünya ne zaman masum olmuş ki masumiyetini kaybetsin. Ölüm ne zaman kendini kabul ettirebilmiş ki, hayat kendine çekidüzen versin. Ne zaman “var” olabilmiş ki insan, varoluş acısını çeksin.
(s. 79)
- Ne çok şey ilgilendiriyor dünyada beni ve bunlardan hangilerine yönelmeye ihtiyacım var. Nereye baksam oradan bir parça kopup varlığıma katılıyor. Ne konuşsam konuştuğum şey uçup gidiyor dilimin andığı yere.
(s. 80)
- Kâğıdın kalbi mi var? Olmaz mı? Göz atma kulak ver; işte bir cümle derinden derine atıyor içinde. Cümle kalp atışı değilse ne!
(s. 84)
- Ne kadar geciktirmeye çalışsa da dünya, yaşlılık bir yolunu bulup eşiğine yatıyor her evin. Aşkın bir ülkenin habercisi olarak takılıyor ayağımıza.
(s. 88)
- Ne sarsıcıydı fakat, ölümü hatırlamadan sürdürülen bir yaşamın sonunda gelen ölüm.
(s. 90)
- Bundan 300 yıl önce insanın sloganı ‘özgürlük’tü. Sonra sırasıyla ‘ekonomi’, ‘mutluluk’ ve bireysel özgürlükler’ slogan haline geldi. 21. Yüzyılın sloganı ise ‘sağlık.’ Sağlığa verilen önem, bazı durumlarda insanların kendi bedenlerine tapınması düzeyine ulaşmış durumda. Mabedin yerin alıyor ayna.
(s.91)
- Kendimize kavuşmak için sadece bir güzergah var, o da evin yolu. Labirentin çıkışı değil de kurtuluşa götüren kestirme koridor. Paspasın altında değil anahtar, boynumuzda. Oraya ulaşana kadar göğsümüzü yokluyor ince dişli metal. Evin yolunu yitirdiğimizde dibe vurmuyor, yüzeyde boğuluyoruz.
(s. 108)
- Biz “öte dünya” diyerek ötelemeye çalışsak da onu ‘bir başka dünya’ yanı başımızda nefes alıp veriyor.
(s.119)
Şule Yayınları, 2018