6 Mart 1928 yılında Kolombiya’da doğan Gabriel Garcia Marquez’in anne ve babası o henüz küçükken başka şehre taşınır. Marquez’i anneannesi ve dedesi büyütür. Böylece yazar kimliğinde en derin etkiyi bırakacak insanla yani ninesiyle çokça vakit geçirmesi için fırsat bulur. Gabo takma adıyla bilinen Marquez 19 yaşına geldiğinde Cartagena Üniversitesi’nde hukuk okumaya başlar. Pek çok unutulmaz esere imza atan Nobel Edebiyat ödüllü Marquez’in en çok tanınan romanı kuşkusuz “Yüzyıllık Yalnızlık”tır. Bu romanında kendi hayatının izlerini taşıyan pek çok unsurla karşılaşırız. Aslında yazar ortaya koyduğu hemen her eserinde, kendi hayatından referans almayı sürdürür. Çünkü ona göre, bir yazarın yarattığı karakter yazarın şahsen tanıdığı, hakkında az çok bir şeyler duyduğu, okuduğu kişilerden oluşan bir kolajdır. Belki bu nedenle onun her anlatısında Marquez’in hayatının izini sürmek okuru açısından bir maceraya dönüşür. Hukuk ve gazetecilik öğrenimini yarıda bırakan yazar öykü yazmaya başladıktan sonra yayımlanan ilk yapıtı “Yaprak Fırtınası” olur. Albaya Mektup Yok, Hanım Ana’nın Cenaze Töreni, Şer Saati, Yüzyıllık Yalnızlık, Mavi Köpeğin Gözleri, Başkan Babamızın Sonbaharı, Kırmızı Pazartesi, Kolera Günlerinde Aşk’ı yazan Marquez 1982 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü alır. 2014 yılında seksen yedi yaşındayken Meksika’da hayata veda eden yazar geride büyülü gerçekçiliğin en nitelikli temsilcisi olarak güçlü bir anlatı geleneği bırakır.
Kırmızı Pazartesi, Gabriel Garcia Marquez’in 1981 yılında yayımlanan yedinci romanıdır. Roman herkesin işleneceğini bildiği ancak engel olmak için bir şey yapmadığı bir cinayetin öyküsünü anlatır. Roman sadece Kolombiya’da değil dünyanın pek çok yerinde ses getiren sarsıcı bir anlatıma sahiptir. Sarsıcılığının tek nedeni de kuşkusuz anlatımı değildir. İçeriğinde barındırdığı hem kişinin “ben” kavramı hem de topluma yönelik tespitleri o kadar evrensel sorunlara parmak basar ki romanı eline alan her okur kendi içinde bir yüzleşme yaşamak zorunda kalır. Kırmızı Pazartesi’yi okumak için belki onlarca sebepten beş tanesini sizler için derledik.
1.Tersine Akan Bir Polisiyedir
“Bana bir önyargı verin dünyayı yerinden oynatayım.”
Kırmızı Pazartesi, pek çok romanın aksine sonunu en başından bildiğimiz bir anlatı olarak orijinal bir yerde durur. Okur, Santiago Nasar’ın bir cinayete kurban gideceğini bilmesine rağmen romandaki merak unsuru asla kaybolmadığı için romancının peşine takılır ve mutlak sona doğru adım adım ilerler. Ama bu son gerçekten mutlak bir son mudur? İşte tartışılması gereken temel sorulardan biri. Bir polisiyenin ana sorusu hep aynıdır: Kim yaptı? Bu soru daha romanın başında cevaplanmış gibi dursa da okur açısından anlatı genişledikçe yeni sorular ortaya çıkar. Hatta yazar tarafından defalarca yanıtlanmış gibi duran “Kim yaptı?” sorusu bile tekrar gündeme gelir. Okur bir noktada kendisine sorar: Santiago Nasar gerçekten kendisine isnat edilen suçu işlemiş midir? Angela Vicario, bekaretiyle ilgili gerçeği tümüyle açıkladı mı yoksa yalan söyleyerek gerçek sevgilisini ya da aile içi bir tacizin ortaya çıkmasını mı engelledi? Diğer taraftan Kırmızı Pazartesi, bir cinayetin nasıl hatta kim tarafından işlendiğinden çok romandaki kahramanların iç dünyalarına odaklanmaya çalışır. O iç dünyalarla toplum arasında sıkışmanın nelere sebep olabileceğini de sorgulamaya çalışır.
2.Gabriel Garcia Marquez’le Tanışmak İçin İdealdir
“Her zaman bir yazar yazdığı en son romanın en iyi romanı olduğunu sanır. Benim de bu romanım için böyle düşünmemin nedeni, yapmak istediğimi tam olarak gerçekleştirebilmiş olmamdır. Romanlar, yazılırken yazarların elinden kaçıp kurtulmak isterler. Romanın kişileri kendi öz yaşamlarına dönerler, en sonunda da canlarının istediğini yaparlar. Ben hiçbir romanımda bu romandaki kadar ipleri elimde tutamadım. Belki bunu konu ve hacim nedeniyle başarmışımdır. Konusu çok sert olan ve hemen hemen polisiye bir roman gibi işlenen bir yapıt bu. Üstelik de çok kısa. Sonuçtan hoşnudum. Bundan önce de en iyi romanım Yüzyıllık Yalnızlık değil de Albaya Mektup Yok adlı yapıtımdı. Ben öyle sanıyordum ve bunu da sık sık söyledim. Şimdi de en iyi romanımın Kırmızı Pazartesi olduğunu sanıyorum” -Gabriel Garcia Marquez
Kırmızı Pazartesi, 120 sayfadan oluşan nispeten kısa sayılabilecek bir roman olmasına rağmen okuru son ana kadar peşinden sürükleyebilme becerisiyle adeta bir kült. Okuru sonsuz bir soru yumağının içinde savururken aslında okurun ipin ucunu tuttuğu noktada da daha önceki hiçbir anlatıya benzemeyen bir yerde duruyor. Gerçek bir olaya dayanması ve yazar tarafından otuz yıl sonra kaleme alınıp yazarın 1982 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü almasını sağlaması yönüyle de öne çıkmaktadır. Tüm bunlara ek olarak Kırmızı Pazartesi anlatımındaki yalınlık, akıcılık ve sürükleyicilikle yazarı merak eden okurlar için iyi bir başlangıç kitabı olabilir. Röportaj tekniğiyle yazılan romanı büyük oranda polisiye kategorisinde değerlendirsek de karakterlerin içsel çatışmalarına eğilmesi nedeniyle psikolojik, toplumun katmanlı iki yüzlülüğünü ortaya koyma şekliyle de toplumsal roman kategorisinde de değerlendirmek gayet mümkün. Kısaca Kırmızı Pazartesi çok katmanlı yapısı ile bir başyapıt.
3.Değer Çatışmasını Çok Çarpıcı İşler
“Suçu toplum hazırlar ve suçlu işler.”
Kırmızı Pazartesi, aslında bir töre cinayeti anlatır. Kısaca konusunu değerlendirisek, ikiz kardeşler Pablo Vicario ve Pedro Vicario’nun kız kardeşleri Angela, Bayardo San Roman ile evlenir. Angela’nın çok da istekli olmadığı bu evliliğin düğün gecesinde Bayardo, Angela’nın bekaretinin bozulmuş olduğunu öğrenir. Bayardo, sonrasında kızı sebebi de söyleyerek baba evine geri gönderir. İşte tam bu noktada romanın ana aksı “namus” sorunsalı ortaya çıkar. Toplumun bu konudaki kuralları bellidir. Bu kurallar ekseninde yapılabilecek tek şey vardır: Kıza bunu yapanı bulup öldürmek. Kısa süreli araştırmanın ardından Vicario kardeşler, kız kardeşlerinin namusunu kirleten kişinin Santiago Nasar olduğunu öğrenir. Bu bilginin öğrenilmesi ile değerler çatışması kardeşler üzerinden karşımıza çıkar. Vicario kardeşler için Santiago Nasar’ın öldürülmesi tartışmaya açık bir konu değildir çünkü gerek toplumun gerek törelerin beklentisi budur ve karşılanmak zorundadır. Ancak romanın ilerleyen bölümlerinde anlarız ki Vicario kardeşler ve Santiago birlikte büyümüştür. Hatta Santiago, Angela’nın düğününe katılmıştır. Aralarında geçmişe yönelik bir sorun olmadığı gibi satır aralarından anlarız ki Vicario kardeşler, varlıklı bir ailenin çocuğu olan Santiago Nasar’a saygı duymaktadır. Tüm bunlar Vicario kardeşlerin iç çatışmasını başlatır. Bir tarafta kardeşlerinin namusu temizlenmezse kasabada yaşam haklarının kalmayacak olması diğer tarafta çocukluk arkadaşlarını öldürmek ve onun katili olmak. Bu ikilem Vicario kardeşlerin suçu işlememek için üçüncü bir yol aramaya başlamasına sebep olur. Bu yol Santiago Nasar’ı cinayetten haberdar edip kaçmasını sağlamaktır. Peki bunu nasıl yaparlar? Ellerindeki kasap bıçaklarını ulu orta bilemeleri, Santiago Nasar’a gelen isimsiz ihbar mektubu, Nasar’ı bulabilecekleri yerler dışında kasabada her yeri dolaşmalarına kadar tüm çaba dolaylı da olsa bu cinayetten kaçınmaktır. Mektubun net olarak kimden geldiği belli olmasa da romandaki ip uçları Vicario kardeşleri işaret eder. Vicario kardeşlerin cinayeti işlememe çabasında hesaplayamadıkları tek şey toplumun kesif suskunluğudur. Örneğin; cinayet tehlikesini açıkça anlatan mektup asla Santiago Nasar’ın eline geçmez.
Romanda bir başka değer çatışması da kadın kavramı üzerinden ortaya koyulmaya çalışılır. tüm çabalarına rağmen cinayeti işleyen Vicario kardeşler, işledikleri cinayet sebebiyle toplumun saygınlığını kazanmış olarak hapishanede cezalarını çekerken Angela Vicario, yaşadığı utanca ömür boyu hapsolur. İkiz erkek kardeşleri cezaları bitip kasabaya dönebilirken ki artık birer katildirler, olayın mağduru durumundaki Angela, kasabaya asla geri dönemez. Kısaca toplumsal ahlak normları erkeğin “namus” için katil olmasını erkeğe hak görürken mağdur olan kadını dışlar. Bu durum, aslında kadının varlığını toplumsal bir nesneye çevirmektedir ve bu başka bir şekilde tanımlanamaz. Peki, bu kadar nesneleştirilmiş bir varlık olan Angela’nın, belki de kendisini korumak için aklına gelen ilk ismi söylemesinin alt metni anlatıda neyi temsil etmektedir? Yaşam hakkı mı, intikam duygusu mu? Belki kendisini nesneleştiren toplumun elini masum birinin kanına bulayarak o intikamı almıştır. Kim bilir?
4.Toplumsal Bir Suç Ortaklığını Anlatır
“Dünyada hiçbir ölüm bu kadar açığa vurulmuş değildi”
Kırmızı Pazartesi, “suç” kavramını sorgularken aslında toplumsal bir suç ortaklığını tüm çıplaklığıyla okurun gözleri önüne serer. Vicario kardeşlerin satır arasında bu cinayeti işlememek için gösterdiği çabaya rağmen toplum, tüm suskunluğu ve törelerden yana tavrı ile cinayete ortak olur. Bir nevi erkek olmanın ölçütü olarak değerlendirilen namus bekçiliğinde metin iki noktaya parmak basar. Bunlardan ilki namusunuza dilini uzatan birini öldürmenin normalliği ve bu suçu işledikten sonra kiliseye teslim olma gerekliliği. İkincisi ise, bu cinayeti işlemeyi istemediğini belirtip belki topluma karşı gelme. Vicario kardeşlerin ikinci yolu tercih etmeye çalıştıkları ancak toplumun çabasıyla ilk yola itildiklerini söylemek bize göre yanlış bir çıkarım olmaz. Toplumun en nazik ifadeyle vahşice işlenecek olan bir cinayete seyirci kalmasındaki alt metin, var olan düzenin devamının cinayetin engellenmesinden çok daha değerli ve önemli olduğudur. Diğer taraftan toplumun suça karşı bu sessizliğinin altındaki nedenlerden biri de Santiago Nasar’ın Arap kökenli olmasıdır. Daha en başında toplum Santiago Nasar’ı zihninde öldürür. Devamında da gerçekten öldürülmesi toplumun çok umurunda olmaz. Bireylerin duygu dünyalarının, isteklerinin hatta istemediklerinin toplumla çarpışmasında parçalanan kişisel her şey tek sonuca gider: Toplum ne isterse o olur? Toplum kimi, nasıl baş tacı etmek isterse onu baş tacı eder. Bu noktada insanların yaşam hakları, adalet ve etik kaybolabilir. Bu kayboluş sorgulanamaz bile.
5.Gerçek Bir Olayı Anlatır
“Kötülük dünyada değil, kişinin yüreğindedir.”
Gabriel Garcia Marquez’in romanlarından kendi hayatından izlere rastlamak oldukça beklendik çünkü yazarın anlatıya bakış açısında bu var. Yüzyıllık Yalnızlık romanında anneannesinden ve onun anlattığı hikayelerden esinlendiği gibi Kırmızı Pazartesi romanında da yazar gerçek bir olaydan yola çıkar. Roman, 1951 yılında, Kolombiya’nın Sucre kasabasında işlenen ve Marquez’in de ailesini yakından ilgilendiren bir namus cinayetinin yazar tarafından neredeyse otuz yıl sonra gün yüzüne çıkarılmasıdır. Marquez’in annesi oğluna rica ettiği için olayın gerçek kahramanı Margarita Chica Salas’ın, yani romandaki adıyla Angela Vicario’nun, annesi ölene kadar yazar olayları kaleme almaz, bekler. Yine romandaki Bayardo San Roman’a ilham olan Miguel Reyes Palencia da yazara onuruna leke sürüldüğü gerekçesiyle dava açmış ancak bir sonuca varamamıştır. Tüm bunlar romanın başlı başına ne kadar güçlü bir anlatı olduğunun ispatıdır.
Kaynakça:
Marquez, Gabriel Garcia. Kırmızı Pazartesi. Can Yayınları, 2015.
Cangur, Yazıcı. Gabriel Garcia Marquez’in “Kırmızı Pazartesi” Adlı Romanında Toplumun Suçla Olan İlişkisi,DTCF Dergisi, 2020.
Enser, Ramazan Kandemir. Trajediden Kaçışın Trajedisi: Gabriel Garcia Marquez’in Kırmızı Pazartesi Adlı Roman İncelemesi, Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Dergisi,2021.